Geçiş dönemi ve "merkez siyaset" tartışmaları üzerine birkaç not

Mehmet Akif Koç Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Twitter 

Türk siyasetinde (özellikle muhalif çevrelerde) ve bu eksende şekillenen sosyal medya mecralarında, geçiş döneminin özellikleri ve yeni dönemde siyasetin merkezinin nasıl şekilleneceği/şekillenmesi gerektiği hususunda, son haftalarda yoğun bir tartışma söz konusu.

Zaman zaman kişiselleşen -bunu olumsuz bulmuyorum- bu tartışmalarda, genel itibarıyla kimlikler ve aidiyetler üzerinden bir analiz ortaya konuluyor ve haliyle kapsayıcılık sorununun yanı sıra, dışlayıcılık boyutu da ön plana çıkıyor.

Bu yazıda, kimlik tartışmalarının bu kapsayıcılık-dışlayıcılık ikilemine işaretle, tartışmanın tarafları ve konu üzerine kafa yoranlar için birkaç hususa işaret etmek niyetindeyim.

Bunu yaparken, akademik referans ve tafsilatlı kavramsallaştırmalardan özellikle kaçınarak, tartışmanın pratik boyutlarına odaklanmaya çalışacağım.


Bu tartışmaların pratikte bir karşılığı var mı, yapılmalı mı?

Siyasetin merkezi tartışmaları, genel itibarıyla, belli başlı entelektüel çevrelerin ve geçiş döneminde rol üstlenmek niyetindeki aktörlerin gündemini işgal etse de bunun sahada -ve sokaktaki insanda- ne ölçüde bir karşılığı olduğu ciddi bir soru işareti.

Bunda şüphesiz, derinleşen ekonomik krizin ve zorlu hayat şartlarının kimliklerin oturduğu zemini aşındırmasının (bir ölçüde de öncelikli konumunu kaybettirmesinin) önemli rolü var.

Ancak nihayetinde, aydınların ve kalem ehlinin topluma karşı sorumluluğu ve sosyo-politik gelişmeler mevzubahis olduğunda üstlenmesi elzem lokomotif rolü, bu tartışmaları gerekli ve hatta zorunlu kılıyor. 

Bununla birlikte, sıradan halk kitleleri açısından kimlik temelli "merkez siyaset" tartışmalarının büyük bir anlam ve önceliğinin olmadığının hatırda tutulmasında fayda var.


"Gri bölgeler" ve "geçiş kimlikleri" üzerinden yeni bir merkez okuması

Geçiş dönemi tartışmalarında dikkat çeken ve kişisel olarak rahatsız edici bulduğum bir husus, meselenin hesaplaşma ve kendine/kendi kimlik çevresine ait bir konforlu alan kurma boyutunun ön plana çıkması.

Bu çerçevede sol, milliyetçi, devletçi, muhafazakar, liberal vd. kesimlere mensup tarafların "merkez" tariflerinin kapsayıcı olmaktan fazlasıyla uzak olması ve işaret edilen merkezi zeminin tanım gereği dışlayıcı niteliği, yekdiğerindeki çeşitli bagajları ve yakın geçmişe ait olumsuz sahneleri hatıra getirerek ilave bir kutuplaşma ortaya çıkarmaktadır.

Bu çerçevede örneğin Atatürkçülük veya Türk milliyetçiliği üzerinden yapılan muhayyel merkez tariflerinin, kendisini bu kimlikle tanımlamayan kesimlerde doğurduğu aksülamelin nasıl giderileceği soru işaretidir.

Keza bazı milliyetçi çevrelerde liberal anlatıya duyulan antipatinin nasıl izale edileceği; toplumun azımsanmayacak bir bölümünde bazı muhafazakar (ve dindar) kesimlere duyulan negatif algılamaların mevcut kutuplaşmaları aşmakta ne şekilde yardımcı olabileceği hususları önümüzde durmaktadır.

Etnik, dini ve mezhepsel kimlikler üzerinden yapılan tanımlamalarda da benzer açmazlar söz konusu.


Dolayısıyla, kimlikler ve bunların toplumsal temsillerinin "merkez siyaset"i inşa etmek noktasında yetersiz kalacağı, toplumsal kesimler arasındaki kimlik çatışmalarının yeni çözümsüzlük ve rövanş sarmalları yaratacağı aşikar. 

Bu noktada, iki kavram üzerinden yeni bir ortaklaşma ve müşterek diyalog zemini arama çabasının yaygınlaştırılması gerektiği kanaatindeyim: "Gri bölgeler" ve "geçiş kimlikleri"

Toplumsal düzlemde siyah-beyaz okumaların ve köşeli, sert ve dışlayıcı kimlik bölgelerinin yanında, diyalog alanı olarak öne çıkabilecek bazı gri bölgeler ve müzakere alanları mevcut.

Bu gri bölgeler, minimuma indirgenebilmiş kırmızı çizgilerin söz konusu olduğu -tümüyle ortadan kaldırılması mümkün olmadığı gibi tabii de değil- ve kişisel/bölgesel/zümresel kar maksimizasyonu yerine, müşterek zararın minimizasyonu üzerinden diyalog kurulabilecek alanlar.

Adaletin tam anlamıyla sağlanması talepleri haricinde, rövanşist hınçla hareket etmeyen aktörlerin bir araya gelebileceği bu tür ortaklaşma zeminlerinde, sadece günü kurtarmayı amaçlamayan, gelecek nesillerin de huzur içinde yaşayabileceği bir asgari müşterekler çerçevesinin tesisi mümkün olabilecektir.


Bu bağlamda "geçiş kimlikleri" kavramı ve işaret ettiği düzlemi özellikle önemli buluyorum. Yumuşak güç modellemesi açısından, dış politika ve kültürel diplomaside önemli bir yeri olan "geçiş coğrafyası" benzeri bir kavramsallaştırmayla değinmek istediğim "geçiş kimlikleri"nin, siyasetin merkezinin (yeniden) inşa edilmesinde önemli bir rol oynayabileceği kanaatindeyim.

Burada kullandığım "geçiş coğrafyası" kavramına örnek olarak, İran'ı alabiliriz. Tarih boyunca Büyük İskender'den Yunanlara, Türk-Turanî kavimlerden Hint-Aryan topluluklara, Araplardan Afganlara kadar çok farklı milletlerin işgal, istila ve nihayetinde etkileşimine maruz kalan İran, aslında olumsuz gibi görünen bu tarihsel gerçekliği büyük bir kültürel zenginliğe dönüştürebildi.

Bu açıdan, farklı kültür, yapı, kimlik, dünyayı algılayış biçimleri vs. birbirinden çok farklı aktörlerin zenginleştirdiği bir sentez ortaya çıktı.

İran İslam Cumhuriyeti'nin hâlihazırdaki politik ve toplumsal şartlarından bağımsız olarak, bu zengin kültür hem İranlıların iftihar ettiği bir tarihsel arka planı hem de takdirle karşılanan bir kültürel çeşitliliği (mimari, sanat, edebiyat, politik çoğulculuk vb. açılardan) doğurdu.


"Geçiş kimlikleri" kavramsallaştırmasında da benzer bir kültürel ve kimlikler arası geçiş realitesine işaret etmek istiyorum. Esasen, toplum içinde uzlaştırıcı kimliğiyle ön plana çıkan bazı aydınların şahsiyetinde görülebilen bu tür 'kendi içinde birden fazla kimlik ve aidiyeti barındırma, köşeli olmayan ama fikri olgunluğa erişebilmiş dünyayı algılayış biçimlerinin' bu geçiş kimlikleri ve merkezin oluşumunda önemli bir rol ifa edebileceği kanaatindeyim.

Burada kastım elbette kimliksiz, ideolojisiz ve şahsiyetsiz bir kapsayıcılık değil; bilakis, bu geçiş kimliklerinin bizzat kendi tarihsel arka planları, ideolojik kavgaları, fikir mücadeleleri vs. var.

Bununla birlikte, bir asgari müşterekler zeminin kurulabilmesi, ancak bu tür uzlaştırıcı geçiş kimliklerinin inisiyatif almasıyla mümkün olabilecek, tarafların kendi iç bünyelerindeki marjinal uçlarının kutuplaştırıcı çıkışları da yine bu kimselerin/platformların sorumluluk üstlenerek ön almasıyla uzlaştırılabilecektir. 


Bahse konu geçiş kimliklerinin bir fonksiyonu da 1970'ler ve 1990'ların kötü yönetişim tecrübelerini yermek ve güçlü tek parti yönetimini meşrulaştırmak için itibarsızlaştırılan "koalisyon kültürü"nün yeniden bir ortaklaşma zemini olarak Türk siyasi hayatının merkezine konumlandırılması olacaktır.

Toplumsal kutuplaşmanın yükünün hafifletilmesi ve geçiş sürecindeki "müşterek zararın asgariye indirilmesi" öncelikli amacı açısından başka bir çıkış yolu olmadığını da bilhassa vurgulamak gerekir.

Zira her bir kesimin kendi doğrusunu dayattığı ve "gelin bu değerlerin etrafında birleşelim" dediği noktada, herhangi bir merkezin inşa edilebilmesi hayal olacak, mevcut kutuplaşma halinin artarak sürmesi mukadder hale gelecektir.


Hülasaten, toplum olarak ödenen bedellerin ve geçmişin rövanşist yükünün getirdiği yorgunluğun izalesi açısından, yeni dönemin merkezinin daha kapsayıcı şekilde kurulabilmesini teminen, dışlayıcı ve sivri ideolojik bagajların bu geçiş kimliklerinin etrafında bir kenara bırakılmasını ve her kesimin kendini rahatça ifade edebileceği gri bölgelerin yaygınlaştırılmasını önemsiyorum.

Bu çerçevede, farklı kesimlerle diyaloga açık geçiş kimliklerinin ve onların inisiyatif alacağı ortaklaşma zeminlerinin önümüzdeki türbülans ve geçiş döneminde kritik bir uzlaştırıcı çerçeve sunacağı kanaatindeyim.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU