Bugüne değin demokrasi birçok farklı şekilde tanımlandı. Bunların arasında en ilgi çekenlerden biri Winston Churchill'e ait.
Churchill, "Demokrasi en kötü yönetim biçimidir, denenen diğer tüm yönetim biçimleri hariç tutulursa" sözleriyle demokrasinin sorunsuz ve mükemmel bir yönetim biçimi olmadığını mukayese yoluyla ortaya koyuyor.
Gerçekten de demokrasi işleyiş açısından oldukça meşakkatli, kırılgan ve soyut ilkelere bağlı olan bir rejim.
Ancak tüm bu zaaflarına rağmen, demokrasinin çoğulculuğu gözeten, fikir hürriyetini garanti altına alan, siyasi katılımı teşvik eden ve muhalefetin varlığını temin eden vasıflarıyla insan onuruna en yaraşır rejim olduğu bir gerçek.
Belki de bu nedenle, bugün tüm dünyada rakipsiz bir yönetim biçimi olarak tercih ediliyor.
Demokratik rejimin taşıyıcı sütunlarının başında ise siyasi partiler gelmektedir.
Öyle ki, ülkelerin demokrasi kalitesi ile siyasi partilerin demokrasiyi içselleştirmeleri arasında anlamlı bir bağ kurmak pekâlâ mümkündür.
Siyasi partilerin demokratik karar alma mekanizmalarını içselleştirmesi, kendi bünyesinde farklı fikirlere müsamaha göstermesi ve bu fikirlerin rekabet edebilmesine fırsat sağlaması parti içi demokrasinin gerçekleştirilebilir olmasının ön şartlarıdır.
Türkiye'de siyasi partilerin, parti-içi demokrasi karneleri ise oldukça zayıftır.
Bu durumun birden çok sebebi olduğu söylenebilirse de, esas olarak, "yerleşik siyasi kültür" siyasi partilerin demokratik bir yapıya kavuşmalarında temel engellerin başında gelmektedir.
Kapıkulu kültürü, yani güçlünün yanında kapılanmak, kendine ve fikirlerine güvenmek yerine zahmetsizce güce eklemlenmeyi evla gören siyaset kültürünün bir tezahürüdür.
Bu kültürün "siyasetin gerçeği" olduğu ön kabulü ise demokrasinin temel işleyiş alanı olan fikirsel rekabet ortamının "hayali bir hedef" olarak kodlanmasına neden olmaktadır.
Siyasi partilerin iç yapılarının demokratik değerleri dışlayıcı nitelikte olduğu siyasetçiler arasında da yaygın biçimde bilinmesine rağmen, siyasi partilerimiz/siyasetçilerimiz parti içi demokrasiyi eksiksiz uyguladıkları ve demokratik değerlere saygılı yönetim anlayışını benimsedikleri savunusundan taviz vermemektedirler (!).
Çünkü, demokratik ilke ve değerleri benimsemiş olmak, diğer aktörlere yöneltilen eleştirilerin de meşruiyetini sağlamlaştırmaktadır.
Bir başka ifadeyle, demokratik değer ve ilkeler -özellikle muhalefette olan partiler için- siyasal iktidarı köşeye sıkıştırmak için oldukça kullanışlı bir araç olarak görülmektedir.
Ayrıca demokratik yönetim anlayışının vazettiği ilkelerin "siyasi partilerin iktidar baskısına maruz kaldıklarında", baskıdan korunmak için bir şemsiye gibi kullanılması da sıkça karşılaşılan bir yöntemdir.
Ne var ki, demokratik değerlerin, partiler ve siyasetçiler tarafından içselleştirilmeden, yalnızca kullanışlı bir siyasi argüman olarak görülmesi, soyut ilkelere dayalı kırılgan bir rejim olan demokrasinin güçlü hale gelmesinin önünde önemli bir engeldir.
Bu noktada açıkça söylemek gerekiyor ki, kendi işleyişi demokratik standartların uzağında olan partilerin, ülkenin tamamına demokrasi getireceklerini vadetmeleri pek inandırıcı değildir.
Siyasi partilerin ve/veya siyasetçilerin, demokrasi kavramını dışlamalarının büyük bir prestij sorunu yaratacağını bilmelerinden ötürü, geriye kalan en iyi çözüm "mış gibi yapmaktır".
Yani "demokratik bir yapısı varmış gibi davranmak", "demokratik karar alma mekanizmaları işliyormuş gibi göstermek", "demokrasiyi içselleştirmiş gibi görünmek", "kendini demokratmış gibi lanse etmek" en geçerli akçe haline gelmiştir.
Maalesef esasın değil, görüntüye ilişkin algının önemsenmesi Türkiye'de siyasi partilerin neredeyse tamamına yakınında yaygın bir pratiktir.
Halbuki demokrasi ancak "demokratik ilke ve değerlerin" daimî ve tavizsiz biçimde gözetilmesi ile yeşerebilen bir yönetim anlayışıdır.
Hakeza kapıkulu kültürünün siyasetin gerçeği olarak kodlandığı ve buna bağlı olarak istişare kanalları işletilmeyen siyasi yapılarda, "parti içi sorunları halı altına süpürmek ve gerçekler karşısında kafayı kuma gömmek" dışındaki seçenekler pek konforlu sayılmaz.
Böylece ne parti içi demokraside ne de ülke bazında demokrasi kalitesinde ilerleme kaydedilmesi mümkün olmamaktadır.
Hülasa, demokrasinin bir "ilke ve değerler" silsilesi olduğu gerçeği göz ardı edilerek, bu değerlerin bir "ayak bağı" olarak değerlendirilmesi siyaseti gerçeklerden kopuk, hayalperest ve kişisel bir ihtiras alanına hapsetmektedir.
Siyasi partilerin demokrasiyi içselleştirmesinde düzelme olmadan, Türkiye'de demokrasi kalitesinin iyileşeceğini ummak pek gerçekçi görünmemektedir.
Maalesef dün olduğu gibi bugün de Türkiye'de siyasi parti yapıları bu konuda umut verici değildir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish