Toplumumuzda egemen olan kutuplaşma üzerine

Doç. Dr. Umut Hacıfevzioğlu Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Pixabay

Toplumumuzda uzunca bir süredir egemen olan kutuplaşmanın biçimi, boyutları ve sosyal medyaya yansıyan tezahürleri hemen hemen hepimizin malumu.

Peki, söz konusu kutuplaşma hangi kaynak ya da kaynaklardan besleniyor?

Evet, toplumumuzda gittikçe derinleşen kutuplaşma pek çok kaynaktan besleniyor olabilir.

Öyle görünüyor ki bunlardan biri 19'uncu yüzyıl reformlarının toplumumuzda yarattığı kurumsal düalizmdir (ikicilik).

Bilindiği üzere anılan dönemde geleneksel kurumlar korunurken modern kurumlar kurulmuştu.

Osmanlı yönetici sınıfı yeni hukuk ve mahkeme sistemleri kurarken şeriat mahkemelerini kaldırmamıştı.

Düalizm eğitim alanında da ortaya çıkmış, bir tarafta Avrupa modelini benimseyen okullar açılmış diğer tarafta geleneksel okullar pek çok öğrenci yetiştirmeye devam etmişti.

Yalnız modernleşme sürecinin hız kazandığı 19'uncu yüzyılda geleneksel okullar eski prestijlerini kaybetmişlerdi.

Dolayısıyla da bu okullardan mezun olan öğrenciler modernleşme politikalarını benimsemiş olan devletin kurumlarında iş bulma konusunda oldukça zorlandılar.

Sonuçta o dönemde geleneksel okullardan mezun olan gençlerimiz Avrupa modelini benimseyen okullardan mezun olan gençlerimizle rekabet etmekte güçlük çektiler.

Belirli bir seviyede de olsa Fransızca bilen gençlerimiz devletin kurumlarında hızla yükselip yeni seçkinler sınıfını oluştururken geleneksel seçkin sınıfı temsil eden ulema deyim yerindeyse hızla irtifa kaybetmişti.

İşte bu kurumsal düalizmin toplumumuz üzerinde bölücü bir etkisi oldu.

Modern kurumlarda yetişmiş devlet adamları ve/veya bürokratlarla halk arasında derin bir uçurum oluştu.

Osmanlının yıkılmasının ardından kurulan modern Cumhuriyetimizin yönetici sınıfı 19'uncu yüzyılda ortaya çıkan kurumsal düalizmin toplumumuzda neden olduğu bölünmenin farkındaydı.

Cumhuriyetimizin daha ilk yıllarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde çıkarılan "Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu"nun amacı da eğitim sistemimizde önceki yüzyılda ortaya çıkan söz konusu ikiliğe bir son vermekti.

Cumhuriyet döneminde izlenen eğitim politikaları toplumumuzda egemen olan bölünmeye ne kadar son verebildi kanımca bu bir tartışma konusudur.

Özetle ülkemizde son iki yüzyıl içinde iki farklı kaynaktan beslenen değer anlayışı toplumsal ve siyasal alanda kendisine yer buldu; modern ve geleneksel.

Öyle görünüyor ki günümüz Türkiye'sinde egemen olan kutuplaşmanın beslendiği kaynaklardan biri burada kısaca sözünü ettiğim modern-geleneksel ayrımı etrafında biçimlenen karşıtlıktır.

Tam da bu noktada, yani siyasal olanla kutuplaşma arasındaki ilişkiyi kurmak için geçmiş yazılarımda da zaman zaman düşüncelerine yer verdiğim Alman filozof, siyaset teorisyeni ve hukuk profesörü Carl Schmitt'i anabiliriz.

Schmitt'e göre politik olanın kategorileri dost-düşman ayrımıydı. Yani Schmitt'in gözünde herhangi bir dinsel, ahlaki, ekonomik, etnik ya da başka bir karşıtlık insanları dost ve düşman olmak üzere etkili biçimde ayırabilecek derecede güçlü ise bunun politik bir karşıtlığa dönüşmesi neredeyse kaçınılmazdı.

Ülkemizde geleneksel-modern karşıtlığı üzerinden biçimlenen kutuplaşma ve siyaset adeta Schmitt'i doğrular nitelikte.

Bir başka Alman filozof olan Hegel'in diyalektiğini (tez-antitez-sentez) göz önünde bulundurarak belki de kendimize şu soruyu sormalıyız:

Geleneksel-modern karşıtlığından yeni bir senteze yükselebilir miyiz?


Evet, ülkemizin geleneksel-modern karşıtlığını öyle ya da böyle bir şekilde aşmasının zamanı geldi sanırım. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU