Yapıcı, olgun ve terbiyeli bir dile geçmeliyiz

İsmail Çetin Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Perspektif

Olgun, yapıcı bir dil kullanmanın devletimizin bütünlüğü, halkımızın birliği ve dirliği için çok önem kazanan bir olgu haline geldiğinin altını çizerim.

85 milyonu kardeşçe yaşatmak adına sağduyulu ve olgun davranmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımızın olduğu günlerdeyiz.

Ötekileştirmek, bizleri bir yere taşımadığı gibi derin yaralar açmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Derinleştikçe de kangrenleşiyor.

Kişi, anlık söylem veya eylemden fayda sağladığını zannediyor. Lakin zararı yine kendisi görmekten; toplumu ikiye bölmekten öteye gidemiyor. 

Buradan hareketle, şahıslar üzerinden başlayan tartışmaları ve olayları toplumsal vakaya dönüştürmekle toplumun gündemini meşgul etmenin hoş olmadığı gibi, kutuplaştırılmaya da ortam sağladığının farkına vararak hareket etmekte fayda olduğunu düşünüyorum.

Şahıslardan hareket ederek olayların toplumsal vakaya dökülmesi ülkemiz üzerinde emelleri olanların ekmeğine yağ sürmekten öteye gitmediğini çok iyi analiz etmemiz gerek.

Toplumsal barış, refah ve huzurumuz için her daim provokasyona gelmeden aklıselim düşünüp, sükûnet içinde hareket etmeliyiz.

Şahsen ülkemizin birlik ve beraberliğine kastetmeyen, toprak bütünlüğümüzde gözü olmayan, bayrağımız gölgesinde yaşamayı kendine şiar edinmiş en kötü kişiyi, en iyi farklı bir kişiye değişmem.

Ondan dolayı ülkemiz insanını ötekileştirmektense kazanmayı, merkezimize insanı koymayı ve ona göre yaşamayı yeğlemeliyiz.

Ülkemiz yıllarca ötekileştirmeden kaynaklanan kutuplaşmalardan çok çekti, yoruldu.

Artık bu dil ve zihniyetleri terk etmekten başka çaremiz kalmadı. Son gelişen olaylar da bunu açık ve seçik ortaya koydu.

Buradan hareketle şahsen her daim uyarıcı, bütünleştirici ve birleştirici yazılar kaleme almaya özen gösteriyorum.

Toplum olarak birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyoruz. Şahsi menfaatler uğruna toplum bir sağa, bir sola sürüklenerek travmalar yaşatılıyor.

Ekonomi dibe vurmuş, sosyal olaylar patlamış, siyaset kanadı da çözüm üretemediği için kavgalarla gündemi değiştirmeyi yeğlediği gerçeği ortada durmaktadır.

Topluma hitap edilirken güler yüzlü ve pembe tablolar ortaya koyup, icraata gelince farklı bir kişilik ortaya koymak topluma büyük zarar veren yaklaşımların başında geliyor.

Ayrıca siyasetimizi hizmet etmek üzerine kurmayı hedeflersek kavgayı değil, huzur ve sükûneti ortaya koymak için mücadele etmeyi şiar ediniriz.

Bu şekilde kavga ortamı topluma hiçbir şey katamadığı gibi, ülkemize de bir arpa boyu yol aldıramaz.

Halkın huzurunu kaçırır, yozlaştırır. Toplumu kargaşaya sürükler. Felaketin eşiğine getirir. İstenmeyen sonuçları doğurur.

Bunları yaşarken dikkat edilmesi gereken en tehlikeli hal de "İnsanın en zayıf olduğu an kendisini en güçlü hissettiği andır."

Bu hal, boşlukların doğmasına sebebiyet verdiği gibi 'küçük dağları ben yarattım' mantığını da yüklüyor.

İşte bu durumda hissettiğimizde davranışlarımıza ve ağzımızdan çıkanlara daha çok dikkat etmemiz gerektiğinin altını çizerim.

İnsan kendisini çok güçlü hissettiği anda otokontrolüne nefsi hâkim olacağından sorgulamayı ve geçmişini unutarak "benim" mantalitesi ile hareket edeceğinden, çevresi tarafından çok çabuk farklı eğilimlere yönlendirilebilir.

Doğruyu ve yanlışı seçmekte zorlanacağından yanlış kararların altına imza atma oranı normal zamanlara göre daha yüksek olur.

Aile açısından ele alacak olursak, terbiyeli yapıcı bir dil ortaya koyamayarak dik duramayan bir aile reisi ailesini yönetmekte çok zorlanır.

Dışa dönük, dışarıdan müdahale alan hanelerde içe dönük ailelere nazaran sorunların daha fazla olacağı aşikârdır.

Ülke açısından da durum böyledir. Ekonomisi güçlü olmayan ve dışa bağımlı politikalarla ülkeyi yönetmeye çalışan zihniyet, hiçbir zaman kendi ayakları üzerinde duramaz.

Dış güçlere göre ülke vatandaşını bir sağa bir sola sürüklemekten öteye gidemez.

Vatandaşına yapıcı ama terbiye edilmemiş bir dille seslenmesi hiçbir yaraya merhem olmadığı gibi zarar verir.

Bu tür zihniyetler akşam konuştuğunu sabah, sabah konuştuğunu akşam doğrulamaz. Sonuç aynı tas aynı hamam sözden öteye gidemeyen bir görüntü oluşturur.

Söylem dili eyleme uymayan dil, terbiye edilmemiş bir dildir. Bu dil topluma sonun başlangıcını hazırlar. Açıkçası riyakâr bir dil olduğu için hiçbir zaman itimat edilmemesi gerekir.

Bir şeyleri düzeltmek, değiştirmek veya yolunda gitmesini sağlamak için bazen yapıcı dil yetmez. O dilin terbiye edilmiş olması gerekir.

"Yapıcı terbiyeli dil" söylemlerini icraata döken, söylediğini yapandır.  Söylem icraata dökülmedikten sonra hiçbir şeye yaramaz.

Onun için her daim yapıcı dilin eylemine bakmadan kanaat bildirmek, işe koyulmak doğru değildir. Dilin söylediğini el yapmıyorsa yapıcı dil hiçbir işe yaramaz.

Hatta tehlikeli bir durum ortaya çıkarır. Doğruyu bulmak, doğru hareket etmek için, yapıcı terbiyeli dillerle hareket etmekten ve bu dili kullananlarla hareket etmekten başka bir çaremiz yok.

Bu ötekileştirici ve ayrıştırıcı dil de ülkemizin omurgasını çatlatarak zayıflatıyor.

Biz içimizde kavga etmeye devam eder, ötekileştirme mantalitesinde yol alırsak, bu yolun sonunun uçurum olduğunun altını çizerim. 

Amacımız üzüm yemekse ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı bir dil yerine, birleştirici, bütünleştirici bir dil kullanmaktan başka çaremiz olmadığını anlamamız gerekir.

Tabi yapıcı olgun dilin olması içinde ilk önce kişisel bazda hakkaniyeti gözetip, hukuk siteminin de 85 milyona aynı mesafede olmasını sağlamalıyız.

Hal bu şekli alırsa kişisel ve toplumsal olayların minimize olduğunu hep beraber gözlemler, yaşam alanlarımızın sınırlanmadığı, huzur ve refahın sağlandığı bir ortamda kardeşçe yaşam sürdürürüz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU