Jeopolitiğin öncü isimlerinden biri olarak kabul edilen İngiliz siyasi coğrafyacı Halford John Mackinder'in (1861-1947) de ifade ettiği gibi, tarihi gelişmeler insanlar tarafından başlatılmış olsa da coğrafya bu olayların şekillenmesinde büyük bir öneme sahiptir.1
Mackinder deniz gücü ve kara gücü arasındaki dengenin önemine vurgu yaptığı meşhur The Geographical Pivot of History adlı eserinde, kara gücü ve deniz gücü arasında devam eden mücadelenin tarihi şekillendirmede önemli bir rolü olduğuna vurgu yapar.
Mackinder söz konusu makalesinde Rusya ve Almanya'nın gelecekte iki büyük kara gücü olarak yükselen bir tehdit olabileceğine işaret eder. Mackinder bu nedenle gelecekte Rusya ve Almanya arasında olası bir ittifakın İngiltere için ciddi bir tehlike olabileceğine dikkat çekerek İngiltere'nin bu konuda nasıl bir yol izlemesi gerektiğinin altını çizer.
Mackinder'e göre gelecekteki olası tehlikeleri barındırması nedeniyle İngiltere iki kıtasal güç olarak Rusya ve Almanya'nın yakınlaşmasını mutlaka engellemelidir.
Mackinder'in söylemlerinden hareketle günümüzde küreselleşen dünyada birçok farklı güç odağı olsa da, özellikle de Putin dönemi siyaseti ile birlikte Rusya'nın halen İngiltere ve müttefiki ABD tarafından en önemli küresel rakip olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.
İngiltere tarihten günümüze Rusya'nın daima kontrol altında tutulması gerektiğine inan ve bu inancını politikalarında da başarılı bir şekilde uygulayan bir devlettir.
İngiltere Rusya-Ukrayna krizinde yaptığı açıklamalarla da bu tarihi politikasını uygulamaya devam ettirdiğini göstermiştir. Günümüzde Rusya ve Ukrayna arasındaki anlaşmazlıklar asıl sorun gibi görünse de aslında bu sorunun temelinde küresel güçlerin mücadelesinin önemli bir yeri var.
Bu noktadan konuya bakıldığında sorunun temelinde bir kez daha coğrafyanın öne çıktığı ancak Rusya ile İngiltere ve ABD arasındaki mücadelenin bu kez Ukrayna krizi üzerinden sürdürüldüğü söylenebilir.
Peki, küresel güçler arasındaki bu tarihi mücadele bu kez neden Ukrayna üzerinden gündeme gelmiştir?
Ukrayna'nın bu mücadeledeki rolünün neden önemli olduğuna bakıldığında yine Mackinder'in de ifade ettiği gibi coğrafyanın büyük bir etkisi olduğu görülmektedir.
Ukrayna Büyük Rus imparatorluğunun dağılmasından sonra kısa süreli bir bağımsızlığın ardından Sovyetler Birliğine katılmış, 1991 yılına kadar bu yapı içerisinde tarihi ve coğrafi açıdan stratejik öneme sahip bir bölge olmuştur.
Rusya'nın 1992 yılından itibaren Orta Asya ve Kafkasya'da uygulamaya başladığı Yakın Çevre Politikası kapsamında öne çıkan devletlerden biri olan Ukrayna, Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından bağımsızlığını ilan eden on beş bağımsız devletten biri olarak Doğu Orta Avrupa'da yer almıştır.
Zamanla Gürcistan'da olduğu gibi Ukrayna'nın da yüzünü Batıya çevirmesiyle birlikte Rusya-Ukrayna arasındaki gerilim her geçen gün artmaya başlamıştır.
Kırım'ın önce işgali sonrasında ilhakıyla birlikte sıklıkla uluslararası gündemde yer almaya başlayan Ukrayna, Rusya'nın yakın çevre politikasının da teoriden pratiğe geçişinin adeta sembolü haline gelmiştir.
Ukrayna, Avrupa açısından sadece enerji nakil güzergâhında olması nedeniyle değil Karadeniz açısından da stratejik bir pozisyonda bulunuyor ve Rusya'ya karşı tampon olabilecek coğrafi konumu nedeniyle de Rusya'nın Avrupa'ya açılan kapısı olarak görülmektedir.
Bölgede ayrıca Belarus'un Rusya yanlısı tavrı da Ukrayna'nın önemini artırmaktadır.
Rusya, Ukrayna'nın tarihten günümüze Doğu Avrupa ile kendisi arasında bir tampon bölge olması nedeniyle ABD, AB ve NATO'nun bu coğrafyaya doğru genişleme politikalarını daima rahatsızlıkla karşılamıştır.
Bu nedenle Rusya'nın arka bahçesi olarak gördüğü bu coğrafyada yaşananların uzun bir dönem daha Rusya'nın yakın çevre politikası nedeniyle küresel güçlerin kutuplaştığı bir bölge olmaya devam edeceği aşikârdır.
Doğu Orta Avrupa'daki bu gelişmelerin bir diğer önemli yansıması da Balkanlarda olabilir. Küresel güçlerin bu bilek güreşinin Balkanlarda da bir gerginliğe dönüşme ihtimali oldukça yüksek.
ABD, Batı dünyası ve Rusya arasındaki çözüme kavuşturulamayan pek çok sorunun da Balkanlar üzerinden yeniden gündeme getirilebileceğine dair önemli ipuçları bulunuyor.
Ukrayna sadece Avrupa açısından değil Balkanlardaki eski Yugoslavya sonrası oluşan ülkeler üzerindeki etkinlik açısından da büyük önem taşıyor. Bosna ve Kosova savaşları Rusya'nın bu bölgede eskisi kadar etkin olmadığını göstermiştir.
Bu nedenle Moskova'dan gelen mesajlar Rusya'nın Balkanlarda da yeniden etkin bir güç olmak istediğine işaret ediyor. Bu nedenle Balkanlarda Batının özellikle de AB'nin genişleme politikaları ile Rusya'nın bu bölgede yeniden aktif hale gelme konusundaki çabaları arasında ciddi bir mücadele yaşanıyor.
Ayrıca bu hesaplaşmalara Kazakistan'da yaşananları da dâhil etmek mümkün.
ABD'nin Sovyet sonrası coğrafyada özellikle Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO'ya üyeliği konusunda atmış olduğu adımlarla birlikte Rusya-Ukrayna arasındaki kriz derinleşmeye başlamıştır. Rusya Ukrayna'nın NATO'ya üyelik girişimlerine karşı Kırım'ı ilhak ederek Batıya karşı önemli bir hamlede bulunmuştur.
Ancak Batı dünyasında Ukrayna'nın NATO'ya üyeliği konusunda tam bir fikir birliğinden ziyade bazı görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Özellikle Almanya'nın sürecin en başından itibaren Ukrayna'nın NATO'ya üyelik konusundaki adımlarını desteklemediğini söylemek mümkündür.
Almanya'nın bu fikir ayrılığında enerji alanında Rusya'ya olan bağımlığının ve ticaret hacminin önemli bir yeri bulunuyor. Alman Deniz Kuvvetleri Komutanı Kay-Achim Schönbach'ın, Rusya Ukrayna kriziyle ilgili olarak Rus yanlısı ve tartışmalı değerlendirmeleri de bu kapsamda düşünülebilir.
ABD ise Ukrayna konusunda Batı dünyasını kendi yanına çekmeye özen göstermektedir. Bu konuda Kanada ve Japonya'nın da ABD'nin yanında yer aldığı, özellikle Kanada'nın eğitim amaçlı çok sayıda askerinin Ukrayna'da bulundurduğu biliniyor.
İngiltere'nin ise Ukrayna krizinde Rusya ve Çin'e karşı Japonya, Avustralya, İsrail gibi ülkeleri yanına çekmeye çalışarak kutuplaşmayı körüklediği görülmektedir.
İngiliz Hava Kuvvetleri tarafından kriz sırasında Ukrayna'ya 6 uçuşta toplam 460 ton olarak gerçekleştirdiği silah sevkiyatı Rusya tarafından rahatsızlıkla karşılanmıştır.
Bu husus da Rusya ile ABD-İngiltere arasındaki bir diğer kriz konusu olarak öne çıkarken Alman yönetiminin ABD ve İngiltere'den farklı olarak Ukrayna'ya askeri mühimmat desteğini reddetmesi ise fikir ayrılığının bir diğer göstergesi olmuştur.
Türkiye ise yaşanan krizde arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu beyan ederek her iki tarafın da masada yer alacağı bir çözüm önerisinde bulunuyor.
Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Şubat ayında Ukrayna'ya bir ziyarette bulunarak Putin ve Zelenski'nin bir araya getirilmesi konusunda bir öneride bulunması hedefleniyor.
Bu konuda Ukrayna Türkiye'nin arabuluculuk önerisine sıcak bakarken Rusya'nın ise temkinli davrandığını söylemek mümkün. Özellikle Türkiye'nin Ukrayna ile savunma alanında yaptığı işbirliğinin de Rusya'nın bu tavrında etkili olduğu görülmektedir.
Bu nedenle Türkiye'nin bu süreçte arabuluculuk önerisiyle öne çıkması Rusya tarafından temkinli karşılansa da bölgesel ve küresel açıdan Türkiye'nin hem NATO hem de Kafkasya açısından artan stratejik öneminin de bir göstergesi olduğu söylenebilir.
AB bu süreçte Rusya'nın ABD ile tek başına Ukrayna krizini görüşmesinden ziyade AB'nin de masada yer aldığı bir çözümden yana tavır sergilemektedir. ABD ise Ukrayna konusunda Rusya'yla diplomatik yollarla sorunu kendi çıkarları doğrultusunda çözme yolunu deniyor.
ABD bu görüşmelerde AB, İngiltere, Kanada, Japonya dâhil birçok yakın müttefikini soruna dâhil etmeye çalışırken görüşmelerin ise sadece Rusya ve ABD arasında gerçeklemesi bazı ülkeler ve AB tarafından çeşitli eleştirilere yol açtığı gibi ileride müttefikler arası bir krize de dönüşebilir.
Sorunun muhatabı olan Ukrayna'nın bile ABD-Rusya görüşmelerinde masada olmaması aslında küresel güçlerin Ukrayna üzerinden başka bir hesaplaşması olarak değerlendirilmelidir.
ABD'nin Rusya'yla Ukrayna krizini diplomatik yollarla çözüme kavuşturamaması durumunda Rusya'ya yönelik ekonomik yaptırımlardan savaşa kadar geniş bir yelpazede birtakım yaptırımları gündeme getirmesi olası.
Ancak ABD-Rusya görüşmelerinde masada ABD'nin kendisine yakın müttefiklerinin dahi yer almıyor olması Ukrayna konusunda ileride ABD ile müttefikleri arasında da bazı fikir ayrılıklarına sebebiyet verebilir. Nitekim bu konuda ilk çatlak AB'nin en önemli ülkesi olan Almanya ile ortaya çıkmış gibi görünüyor.
ABD'nin Ukrayna kriziyle ilgili olarak Rusya'ya yönelik bir takım yaptırımları gündeme getirebileceği beyanı ise bu bölgesel sorunun küresel çapta bir soruna dönüşebilme ihtimalini gözler önüne seriyor.
ABD'nin bu süreçte Ukrayna gerilimi üzerinden Rusya-Çin arasındaki yakınlaşmayı da hedef alması bu durumun en önemli göstergelerinden biri. Durumun farkında olan Rusya bu nedenle Çin ile ilişkilerinin sorunsuz devam ettiğini sıklıkla vurgulamakta.
Sonuç olarak Rusya Ukrayna krizinde Batılı güçler büyük oranda Ukrayna'dan yana tavır sergilese de Almanya'nın bu süreçte izlediği politika ile Batıda bu konuda tam bir görüş birliği olmadığını net bir biçimde gün yüzüne çıkarmıştır.
ABD ve AB arasındaki fikir ayrılığının ortaya çıkmasında AB'nin Rusya ile olan ticari ve ekonomik ilişkilerinin yanı sıra enerji konusundaki bağımlılığının da büyük bir önemi bulunuyor.
ABD Rusya ile görüşmelerde tek başına hareket ederken olası yaptırım ve savaş senaryolarında ise müttefiklerini yanında istemesi, Batı dünyasında başta Almanya olmak üzere çeşitli ayrılıklara yol açabilir.
Bu nedenle AB'nin ABD- Rusya arasında yaşanan krizi Normandiya Formatı olarak da bilinen Rusya, Ukrayna, Almanya, Fransa düzeyinde çözmeye çalıştığı ve Rusya-ABD arasındaki bu krizin çözümünde masada yer alan taraflardan biri olmak için yoğun bir diplomatik çaba sarf ettiği görülmektedir.
AB üyesi Estonya, Litvanya ve Letonya'nın Baltık ülkeleri olarak Ukrayna'nın NATO'ya üyeliğinden yana bir tavır sergilemeleri ise Sovyet coğrafyasındaki bu ülkelerin Rusya etkisini kırmaya yönelik adımları olarak yorumlanabilir.
Ancak başta Almanya olmak üzere Baltık ülkelerinin ve Ukrayna'nın da AB'den beklediği desteği bulamadıkları da söylenebilir. Bu krizde ABD-İngiltere ortaklığı ile AB arasında derinleşecek olası fikir ayrılıkları ise ileride Rusya'nın elini daha da güçlendirecektir.
Böylece İngiltere'nin de işaret ettiği üzere Ukrayna'da Rusya yanlısı bir yönetim de dâhil olmak üzere birçok konuda Rusya'nın çıkarları doğrultusunda gelişmeler yaşanabilir.
Bu krizde en kötü senaryo ise Ukrayna'nın küresel güçler aracılığıyla ikinci bir "Suriye"ye dönüşme ihtimalidir. Bu durum AB ülkeleri açısından çok önemli tehlikeler barındırırken Rusya'nın Avrupa, Baltık denizi ve Balkan ülkeleri üzerindeki etkisini arttırmaya yönelik çok önemli bir sacayağı olacaktır.
Rusya'nın etki alanını Avrasya, Suriye, Libya, Afrika gibi bazı ülkelerde artırması, Putin'in yayılmacı politikasının bir tezahürü olarak ortadayken Almanya'nın takındığı tavır Avrupa açısından da tehlikeler barındırabilir.
1. Suat Taşkesen, “Dünyanın Kalbini Arayan Adam: Halford John Mackinder”, Ed: M.Serdar Palabıyık, Batıda Jeopolitik Düşünce, Edt: M. Serdar Palabıyık, Orion Yay., Ankara, 2009, s.55-76.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish