Ülkemiz Paris İklim Anlaşması'na taraf olarak önemli bir adım attı. Meclisten oy birliği ile çıkan karar hiç kuşkusuz tarihi… Mecliste onaylanma sürecin birçok konu tartışıldı. Kimi zaman geç alınan bir karar olduğu, kimi zaman maddi kaygılarla taraf olunduğu gibi başlıklar ön plana çıktı.
TBMM genel kuruluna konu iletilmeden Çevre Komisyonu'nda da görüşüldü. Katılan sivil toplum kuruluşları, TÜSİAD, Türkiye Barolar Birliği ve derneğimiz İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği… Ben dernek adına komisyonda görüşlerimizi paylaştım. Orada yaptığım vurgu konunun çevresel ve toplumsal etkileri üzerineydi.
Bu yazıyı da aslında bu kapsamda ele aldım. Yeni bir gelişmeyle birlikte… Ne yazık ki iklim değişikliği yeterince çevre sorunları ile ilişkilendirilmiyor. Aslında tam da merkezinde olmasına rağmen.
Çünkü iklim değişikliği sorununa dair atılacak her olumlu adım daha sağlıklı çevrede yaşamamızı sağlayacaktır. Doğanın daha özgür, yaşamın daha sürdürülebilir olmasını sağlayacaktır…
Güncel bir örnek; termik santrallerin etkisi, Yatağan Termik Santrali
İklim krizinin ana nedeni enerji yönetimi… Küresel ısınmaya ve sonucunda iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının %70-75 oranında enerji üretiminden kaynaklı olduğu biliniyor. Dünya ve Türkiye ortalaması birbirine yakın.
Dolayısıyla enerji alanında atılacak adımlar doğrudan sera gazı emisyonun azalmasına ve Paris İklim Anlaşması'nın +1,5 0C hedefine ulaşılmasını sağlayacak.
Dünya enerji alanında bir dönüşüme girdi, ülkemizde de önemli adımlar atıldı. Bu süreç bir yandan yenilenebilir, temiz enerji üretim araçlarını geliştiriyor bir yandan da kömürlü termik santrallerin bir planlama çerçevesinde kapatılmasını ön görüyor.
AB'de birçok ülke bu konuda adımlar attı, kapatılacak tarihleri de belirledi. Hatta bir adım öteye giderek "adil" bir dönüşümü sağlayacak mekanizmaları da kurmaya başladı.
Bizim de artık Paris Anlaşması'na taraf olan bir ülke olarak bunu planlamamız gerekiyor. Ancak konu sadece anlaşmayla ilişkili değil. Kömürlü termik santralleri geri kalmış teknolojileri ile halk sağlığına zarar veriyor, havayı, toprağı, suyu kirletiyor…
Dernek olarak Yatağan Kömürlü Termik Santrali'nin hava kirliliği etkisini ölçmek adına Türk Akreditasyon Kurumu'ndan akredite, ölçümleri uluslararası alanda tanınır, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'ndan yetkili bir laboratuvar ile çalışma yaptık.
Bu çalışma kapsamında hava kirliliği parametreleri olan Partikül Madde 10, Partikül Madde 2,5, Azot Oksit ve Kükürtdioksit ölçümleri yaptırdık. Sonuç ne yazık ki beklediğimiz gibiydi.
Dip not: Atmosferde bulunan katı ve sıvı halde asılı olan küçük parçacıklar Aerosoller (Partikül Maddeler) olarak tanımlanmaktadır. İnsan saçının kalınlığının yaklaşık 5'te biri ile 500'de biri arasında büyüklüğe sahip olan atmosferdeki partikül maddeler (PM) özellikle PM2.5 olarak adlandırılan ince partiküller, kalp krizi ve felç de dahil olmak üzere kardiyovasküler sistem üzerinde zararlı etkilere neden olabilmektedir. PM2.5 ve PM10'a maruz kalındığında ayrıca astım atakları da dahil olmak üzere solunum üzerinde kötü etkilere neden olmaktadır. Çevresel etkilerine bakıldığında; PM2.5, sisin ana nedenidir. Ayrıca, partikül maddeler rüzgar ile uzun mesafelere taşınabilir ve toprağa ve yüzey sularına ulaşabilir. Yüzey sularına ulaştığında, kıyı sularının ve büyük akarsu havzalarının besin dengesini bozar. Toprağa ulaştığında ise hassas alanlara zarar verir ve ekosistem çeşitliliğini etkiler. Ayrıca, kaya gibi birçok maddeye zarar verebilir ve bozabilir, bu sebeple kültür mirasları da zarar görebilmektedir. |
Ölçümü bilinçli olarak yağışın ve soğuğun olmadığı yani vatandaşların ısınmadan kaynaklı oluşturacağı kirliliği ölçmeyecek bir dönemi seçtik.
Eylül ayında yaptığımız ölçüm sonuçları geçtiğimiz aylarda çevre izni verilen bu termik santralin nasıl havayı kirlettiğini gözler önüne serdi.
Sonuçların tamamı Dünya Sağlık Örgütü ve Türkiye'nin mevzuatındaki sınır değerleri aşıyor.
Dünya Sağlık Örgütü günlük PM 2,5 değerini 15 mikrogram/m3 ve yıllık ortalamayı 5 mikrogram/m3 olarak belirlemişti. Avrupa Birliği'nde bu limit 25 mikrogram/m3 yıllık ortalama olarak belirlenmiş durumda.
Çıkan sonuç ise günlük 45,24 mikrogram/m3 altına düşmüyor. Aylık ortalama ise 65,66… Ülkemizde halen bu kirletici parametreye dair bir düzenleme olmadığını vurgulamakta yarar var.
21'ni yüzyılın ilk çeyreğinde Cumhuriyetimiz 100. yılına yaklaşırken, bu kadar bilim insanı, üniversite, teknik insan, sanayi yatırımı varken, halen bu konuda bir netleşme sağlanamamış olması not edilmesi gereken bir eksiklik…
Partikül Madde 10 (toz) parametresinde de benzer bir sonucu yaşadık ne yazık ki…
Dünya Sağlık Örgütü günlük sınır değeri 45 mikrogram/m3, AB ve Türkiye günlük sınır değeri 50 mikrogram/m3.
AB ve Türkiye yıllık ortalama sınır değeri 40, Dünya Sağlık Örgütü 15 mikrogram/m3. Ölçüm sonuçlarının tamamı 50 mikrogram/m3'den fazla çıkmış durumda.
Aylık ortalama ise 128,25. En düşük ölçüm sonucu ise 70,56. Yağışın, ısınma kaynaklı kirliliğin olmadığı bir dönemde aylık ortalama sınır değerin neredeyse üç katı…
11 noktada yaptığımız kükürtioksit ve azotoksit ölçümlerin de kirliliğin yoğun olduğunu gördük. Özellikle kükürtdioksit parametresi kömür kaynağını bize işaret eden önemli bir parametre.
Her iki parametrede de sınır değerlerin aşıldığını tespit ettik. Özellikle kükürtdioksitin birçok noktada 2-3 kat sınır değeri aştığını gördük.
SO2'ye kısa süreli maruz kalma, nefes almada zorluk ve astım semptomlarında artış gibi solunum etkileri ile bağlantılıdır. Çocuklar ve yaşlılar, en fazla risk altında olanlardır.
NO2'ye kısa süreli maruz kalmak, astım gibi solunu yolu hastalıkların insanlarda ağırlaşmasına neden olur. NO2'ye uzun süreli maruz kalmak ise solunum yolu hastalıklarına yatkınlığı artırabilir
Havayı kirlettiği açıkça görülen, halk sağlığına zarar veren böylesi bir duruma nasıl "çevre izni" veriliyor… Dilerim bu rapor sonunda Bakanlık konuyu tekrar ele alabilir.
Kömürlü termik santrallerden çıkış planı kaçınılmaz
Yatağan Termik Santrali sadece bir örnek. Benzer bir çalışmayı Zonguldak'ta da yapmıştık. Kahramanmaraşta, Sivas'ta, Çayırhan'da, Çan'da, Kütahya'da… Özellikle özelleştirilmiş termik santraller başta olmak üzere kömürlü termik santrallerin olduğu her noktada çevresel felaket yaşanıyor.
Hava, su, toprak kirleniyor. Ve ne yazık ki, bu santrallere bilimsellikten, uluslararası mevzuattan uzak mevzuat değişiklikleri ile çevre izni veriliyor.
Derneğimizin bir önceki raporunda bu konuyu ele almış 19 Haziran 2021 tarihinde yine bu mecrada yazı ile konuyu anlatmıştım. İşte meşrulaştırılan bu tesislerdir… Halk sağlığına zarar veren bu tesisler, gerekli yatırımları dahi yapmadan çevre izni alabildiler. Tarihe bir kez daha not düşüyoruz.
Artık Paris İklim Anlaşması'na da taraf olan ülkemiz, yine AB'nin başlatacağı yeşil mütabakat yaklaşımının (sınırda karbon vergisi uygulaması) yıkıcı ekonomik etkilerini yaşamamak, toplumun ve tüm canlıların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını sağlamak adına kömürlü termik santrallerden çıkışa dair planlamayı yapmak zorunda. Bu konuda gecikmek, ekonomik ve ekolojik anlamda ülkemizi zor duruma sokacaktır.
Bir kez daha vurgulamakta yarar var, en iyi enerji üretim biçimi "enerji verimliliği"dir… Bu planlı çıkış sürecinin, adil dönüşüm halinde hayata geçirilmesinde enerji verimliliğinin de büyük katkısı olacak. Bunu da bir sonraki yazıda ele almakta fayda var.
Özetle, kömürlü termik santrallerin planlı bir şekilde kapatılması, emekçilerin zarar görmeyeceği adil dönüşüm perspektifi ile bu planın hayata geçirilmesi daha temiz hava solumamızı da sağlayacak, sağlık maliyetlerimizi de azaltacaktır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish