Küreselleşme veyahut globalleşme, İngilizce literatürde 'globalisation' olarak bilinen olgunun Türkçedeki karşılığıdır. Coğrafi olarak belirli bir yerde meydana gelen olay ya da gelişmelerin etkisinin, 'global' yani 'küresel' bir ölçekte yankı bulması, dünyanın birçok yerinde aynı tipte gelişmelerin ortaya çıkması ve dünyanın etkileşim yoğunluğu açısından 'büyük bir köye' dönüşmesini tanımlayan kavramsallaştırmadır (Appelbaum & Robinson, 2005).
Bir olgu olarak küreselleşme özellikle 1980 sonrasında neoliberal gelişmelerden sonra birçok felsefi ve teorik tartışmalara neden olmuştur. Teorisyenlerin çoğu, konuyu ağırlıklı olarak ekonomik ya da politik nitelikte ele almasına rağmen, küreselleşme birçok boyutu olan bir fenomendir. Küreselleşme, her şeyi etkileyen ve dolayısıyla kaçınılmaz hale gelen bir süreçtir (Abazovic, 2016: 1).
Küreselleşme, özellikle eğitim araştırmalarında sosyal bilimlerde yeni bir kavramdır ve sosyoekonomik, politik ve kültürel yaşamın tüm alanlarına nüfuz etmesine rağmen, olguya dair uzlaşılmış bir tanım yoktur ve mevcut tanımlar, teorisyenlerin dünya görüşlerine göre değişken bir vaziyet arz etmektedir.
Bu bağlamda makaledeki temel problemimiz 'küreselleşme' olgusudur. Dolayısıyla bu makalede küreselleşmeyle ilgili temel yaklaşımların açıklanması amaçlanmaktadır.
1. Küreselleşmenin gelişimi
Küreselleşme kelimesi, çağdaş tartışmalarda birden fazla özel kullanıma sahiptir. Son birkaç on yılda küresel ekonomideki ara bağlantıların hızlanmasını ve hem göreceli olarak açık uluslararası finansal piyasaların hem de küresel şirketlerin yükselişiyle ilgili olguyu ifade etmek için sık sık ekonomik bir terim olarak kullanılmaktadır (Barnett & Cavanagh, 1994).
Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana, küresel bir toplum ve bu toplumdaki ulusal karşılıklı bağımlılıklar konusunda giderek artan bilinçlenme, konunun sadece ekonomik değil başka boyutlarının olduğunun da göstergesidir. Savaşın yol açtığı felaketler (ve daha öncesindeki ekonomik bunalım) ve olağanüstü insan hakları ihlallerinin vuku bulduğu bu dönemde hızlı bir dekolonizasyon süreci yaşanırken sadece ekonomik anlamda karşılıklı bağımlılıklar değil, politik ve kültürel etkileşimler de küresel düzeye çıkmıştır (Meyer, 2007: 2).
Buna göre küreselleşme eğilimleri sadece ekonomik boyutuna indirgenecek bir fenomen değildir. Aksine ekonomik küreselleşme, son beş yüzyıldan beri ekonomik olarak gelişmiş ülkelerdeki şirketler, ticaret ve (sömürge döneminde yoğunlaştırılmış) üretim faaliyetleri yoluyla dünyanın dört bir yanındaki bölgelere erişimini arttığı, zaten bilinen bir süreçtir (Khor, 2002). Bugünse küreselleşme tartışmalarının odağında ekonomik boyutunun yanında daha farklı boyutları da bulunmaktadır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Genellikle küreselleşme teorileri zaman ve mekan dikotomisi ve bu boyutların değişiminin modern dünyayı nasıl etkilediğiyle desteklenmektedir. Ekonomi, uluslararası iletişim ve ticaret, kültürlerarası ilişkiler, çevre sorunları, küresel güvenlik ve demokrasi gibi konular küreselleşme teorilerinin ilgilendiği sosyoekonomik, politik ve kültürel yönlerdir. Bununla birlikte ekonomik faktörler yine ilk başta listelenir. Bundan dolayı Green ekonomik küreselleşme teorilerinin en sağlam tutamağa sahip olan teoriler olduğunu ifade eder (1999; 56).
Ülkeler arasındaki mal ve hizmet alışverişi, 'birleşik küresel ekonomiyi' teşvik eder. Ancak, küreselleşmenin doğasını son derece önemli olsa da, sadece ekonomik konuların belirlediğini varsaymak oldukça yanlıştır (Giddens, 1999).
Teknolojik gelişme ulusötesi bağlantıyı kolay erişilebilir hale getirmiştir. İlk mesajın on dokuzuncu yüzyılda Samuel Morse tarafından telgrafla iletilmesi, dünyada çığır açmıştır. Ulusların birbirleri arasında açık ve kolay iletişimi, 'tek bir küresel toplum' ve 'kültürel homojenleşme' için zemin oluşturmuştur (Waks, 2006: 413).
Bu birbirine bağlılık, dünya çapındaki devletlerin siyasi gündemlerini 'küresel politikaya' göre yeniden düzenlemelerine ve yeniden biçimlendirmelerine neden olmuştur. Siyasi olaylar artık yerel karakter taşımamaktadır. Bu nedenle, küreselleşmenin 'kültürel bir paradoks' (Shahlberg, 2006: 262) veya modern zamanların getirdiği doğal bir fenomen olup olmadığı, politik, ekonomik, teknolojik ve sosyo-kültürel faktörlerle izah edilmeye çalışılmaktadır.
2. Küreselleşme teorilerindeki yaklaşımlar
Küreselleşme algısı büyük ölçüde kişisel dünya görüşüne dayanmakta ve bu olgunun nasıl tanımlandığını büyük ölçüde bu durum belirlemektedir. Waks (2003), teorisyenlerin küreselleşme karşısındaki tutumlarına göre gruplandırılabileceği iddia etmiş ve küreselleşmeye yönelik bu gruplandırma tüm dünyada yaygınlık kazanmıştır.
Bununla birlikte, bu çeşitlilik, küreselleşmenin savunucuları arasında bile değerlendirme açısından daha da karmaşık hale gelmektedir. Yine de küreselleşme teorilerinin ayırt edilebilir olması için genellikle bu üç ana yaklaşım kullanılmıştır (Held ve diğerleri, 1999).
2.1. Aşırı küreselleşmeci (hiperglobalist/radikal) yaklaşım
Aşırı küreselleşmeci ya da radikaller olarak ifade edilen teorisyenlerin argümanlarını içeren bu yaklaşım, 'küresel kapitalizmin' egemenliğini yasallaştıran; dünyanın 'gerçekten küresel bir çağa' girdiğini iddia eden küreselleşme teorisindeki üç ana yaklaşımdan biridir.
Hiperglobalist yaklaşım, küreselleşmeyi daha çok ekonomik boyutuyla algılayan yani 'serbest piyasa açısından' gören 'neo-liberal gündem' ile desteklenmektedir. Bu yaklaşımın en önemli temsilcileri Kenichi Ohmae, Francis Fukuyama ve Thomas Friedman gibi isimlerdir (Çelik, 2012: 61).
Green'e göre (1997: 130) aşırı küreselleşmeci bu yaklaşım, ulus devletler arasında kültürel bir ayrım veya fiziksel sınırların olmadığı; küresel etkileşim yoluyla kültürel melezleşmenin vücuda geldiği bir vasatın yaratıldığını öngörmektedir. Hiperglobalist analizlere göre, önceki dönemler bazen küreselleşme öncesi bazen de uluslararasılaşma dönemleri olarak tanımlanmaktadır.
Yine onlara göre, çağdaş küreselleşme temelde ulus devletin gücünün ve otoritesinin erozyonu ile ilişkilidir. Ayrıca, ulusal ekonomilerin sermaye hareketliliği, çokuluslu şirketler ve ekonomik dayanışmaların oynadığı rol nedeniyle çok daha az önemli olduklarını veya hatta artık var olmadıklarını ileri sürdüler.
Finansal işlemlerin teknolojik devrimler vasıtasıyla bilgisayarlaşması ve uluslararası para hareketlerine yönelik politik kısıtlamaların azalması nedeniyle, ulusal sınırları zorlayan bir dinamizm görülmektedir. Artık birçok şirketin dünya ölçeğinde farklı noktalara konumlandırılmış üretim tesisleri sayesinde, işgücü ve tüketici portföyünün genişlemesiyle çok uluslu oldukları görülmektedir. Coca-Cola, McDonalds veya Apple, sıkça örnek gösterilen çok uluslu şirketlerden bazılarıdır (Edward & McChesney, 2004).
2.2. Kuşkucu yaklaşım
Kuşkucu yaklaşım, ticaret bloklarının etkinliğini sorgulamakta ve konuyu tarihsel bir bakış açısıyla değerlendirmektedir (Tikly, 2001). Dahası, kuşkucu yaklaşım küreselleşmeyi bir yenilik olarak algılamamakta ve herhangi bir küresel değişimi gözlemlememektedir. Dünya aynı dünyadır. Kuşkucular kültürel, ekonomik, politik, sosyal ve teknolojik gelişmeleri evrimsel bir zaman çizgisine yerleştirerek, küreselleşmenin yüzyıllardır var olduğunu ve son gelişmelerin yalnızca küreselleşmenin ölçeğini ve kapsamını değiştirdiğini vurgulamaktadırlar.
Kuşkucular, 'küresel kapitalizm mantığının gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında daha fazla kutuplaşmaya yol açtığını' iddia etmektedirler (Tikly, 2001: 153). Ayrıca, küreselleşme teorilerinin çoğu ulus-devletin ölümüne atıfta bulunsa da, kuşkucu yaklaşım, paradoksal olarak, küreselleşmenin devletin modern ikilemlerle yüzleşme rolünü genişlettiğini savunmaktadır.
Bundan dolayı ulus-devletlerin güçlerini hala koruyabiliyor olmaları şüpheci yaklaşımın en önemli kanıtı olarak değerlendirilmektedir. Bunlara örnek olarak Kuzey Amerika ve Avrupa'daki devletlerin hala çok güçlü olmaya devam ettikleri gösterilmektedir (Martell, 2010).
Ulusal kimliklerin, silinip gitmek yerine evrimleşen, küresel kimliklerin yerini alamayacağı popüler hayal gücüne sahip bir geçmişi bulunmaktadır. Kuşkuculara göre bu durum, hiperglobalistlerin iddia ettiğinin aksine milliyetçiliğin silinmesinin değil yeniden doğuşunun en büyük kanıtı olabilir (Kennedy & Danks, 2001).
2.3. Dönüşümcü yaklaşım
'Dönüşümcüler' radikal küreselciliği eleştirmek ve daha sofistike bir tablo oluşturmak istemekte ancak kuşkucuların aksine, küreselleşmenin dünyayı değiştirdiğini de ifade etmektedirler. Dönüşümcü yaklaşım, küreselleşmenin, modern toplumları ve dünya düzenini yeniden şekillendiren ve yeniden oluşturan hızlı, yaygın sosyal, siyasi ve ekonomik değişikliklerin altında yatan en büyük güç olduğunu iddia etmektedir.
Ulus-devlet hala dönüşümlü bir rol oynamasına rağmen önemli bir yere sahiptir. Bu haliyle dönüşümcü analiz, aşırı küreselleşmeci yaklaşımla kuşkucu yaklaşımın tam ortasında durmaktadır (Hay & Marsh, 2000).
Küreselleşme derinlemesine dönüştürücü bir değişimi içeren, dünyayı yeniden şekillendiren değişikliklerin ardındaki merkezi bir itici güçtür. Ekonomik, sosyal ve politik süreçlerde yerli ve uluslararası arasında net bir ayrım yoktur.
Örneğin, medya, film, din, yemek, moda ve müzik gibi ulusal kültür ögeleri uluslararası kaynaklardan gelen girdilerle o kadar çok aşılanıyor ki, ulusal kültür artık uluslararası olandan ayrılamaz hale gelmektedir. Bu da insanların yaşam deneyimlerini değiştiren bir itici güç olarak küreselleşme olgusunun inkarını zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla aşırı küreselleşmecilerle 'küresel birbirine bağlılığın' yoğunlaşması ve küreselleşme sürecinin kapsayıcı doğası konusunda hemfikirdirler (Tikly, 2001)
Dönüşümcü yaklaşıma göre küreselleşme, bir yandan ekonomik, kültürel ve politik entegrasyonu teşvik ederken, diğer yandan 'Birinci Dünya'yı 'Üçüncü Dünya'dan ayıran tabakalaşmaya neden olmaktadır (Taylor ve diğerleri, 1997: 62). Bazı uluslar, devletler ve topluluklar küresel dünyanın bir parçası olmaktan tam olarak yararlanırken, diğerleri daha da dezavantajlı hale gelmekte, dolayısıyla eşitliksiz bir görünüm arz etmektedir. Böylece küreselleşmenin çelişkileri, 'küresel işbölümü'nün merkez çevre ilişkisi açısından tutarsızlığı ile açıklanır (Tikly, 2001: 154).
Sonuç
Küreselleşmeyle ilgili mevcut literatür, küreselleşme teriminin ekonomik boyutuyla sosyo-kültürel ve politik boyutlar arasında farklı anlamlara sahip olduğunu vurgulamıştır. Diğer bir ifadeyle, küreselleşmenin çok boyutlu bir fenomen olduğu ortaya çıkmıştır.
Tarihsel bakış açısına göre, özellikle ekonomik ve ticari yönleriyle, küreselleşme süreci uzun zamandır dünyada var olmuştur. Ancak, 20'nci yüzyılın ikinci yarısında ekonomik bağımlılığın yanında politik ve kültürel bağımlılıklar da artmaya başlamıştır. Sonuç olarak, küreselleşme, sadece ekonomik bir hareketliliğe indirgenemeyecek, politik, kültürel, ekolojik bir süreçtir.
Muhtemeldir ki, küreselleşmeyle ilgili gelecekteki teorik çalışmalar, küreselleşmenin 'mümkün olanın sınırlarını' ne kadar genişletebileceği konusundaki daha sistematik değişiklikleri daha iyi analiz edecektir.
Açıkçası küresel terörizm, militarizm, otoriterizm, ekolojik bozulma ve yükselen sosyal kutuplaşma gibi acil sorunlar -gerçek krizler- bu tür teorik girişimleri daha da zorunlu hale getirmektedir.
Kaynakça:
Abazović, Dritan. (2016). Theories and models of globalization ethicizing. Journal of Human Sciences, 13(2), 2454-2461.
Appelbaum, R. & Robinson, W.I. (2005). Critical Globalization Studies. New York: Routledge.
Barnett, R. J. & Cavanagh, J. (1994). Global Dreams: Imperial Corporations and the new World Order, New York, Simon & Schuster
Çelik, Mehmet Y. (2012). Boyutları ve Farklı Algılarıyla Küreselleşme, DPUJSS Sayı: 32, Cilt. II, Nisan.
Edward, S. H. & McChesney, R, W. (2004). The Global Media: The New Missionaries of Corporate Capitalism. Continuum, London & New York.
Giddens, A. (1999) Runaway World: How Globalisation is Reshaping Our Lives, London, Profile Books.
Green, A. (1997) Education, Globalization and the Nation State, London, MacMillan Press Ltd.
Green, A. (1999) Education and Globalization in Europe and East Asia: Convergent and Divergent Trends. Journal of Education Policy. Routledge.
Hay, C. & Marsh, D. (2000). Introduction: Demystifying Globalisation' in Demystifying Globalisation, edited by Colin Hay and David Marsh, Basingstoke: Palgrave.
Held, D., McGrew, A., Goldblatt, D. & Perraton, J. (1999). Global Transformations: Politics, Economics, Culture, Cambridge, Polity Press.
Kennedy, P. and Danks, C. J. (2001). Globalization and National Identities: Crisis or Opportunity?. London: Palgrave.
Khor, M. (2002). Globalisation and the South: Some Critical Issues, Third World Network, Malaysia.
Martell, L. ( 2010) The Sociology of Globalisation. Cambridge Polity Press, USA.
Meyer, John W. (2007). Globalization: Theory and Trends. International Journal of Comparative Sociology. Cilt: 48, Sayı: 4, s: 261-273.
Shahlberg, P. (2006) Education Reform for Raising Economic Competitiveness. Journal of Education Change. Springer.
Taylor, S., Lingard, F. & HENRY, M. (1997). Globalisation, the State and Education Policy Making. Educational Policy and the Politics of Change. London, Routledge.
Tikly, L. (2001), Globalisation and Education in the Postcolonial World: towards a conceptual framework. Comparative Education. Routledge
Waks, L. J. (2003) How Globalisation Can Cause Fundamental Curriculum Change: An American Perspective. Journal of Education Change. Kluwer Academic Publishers.
Waks, L. J. (2006) Globalisation, state transformation, and educational re-structuring: why postmodern diversity will prevail over standardization. Studies in Philosophy and Education.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish