Osmanlı'nın son yüzyılı aşkın dönemi, eski imparatorluğun nasıl dağılmaktan kurtulacağını tartışmakla geçti.
Ümmetçiler, Osmanlı kimliği yaratma fikrini savunanlar, Türkçüler, Batıcılar, nihayet Prens Sabahattin'le özdeşleşmiş "ademi merkeziyetçiler"... Hepsi ülkenin bekasının kendi fikirleriyle mümkün olabileceğini savundu.
Halbuki Osmanlı'nın sorunu salt bir yönetim biçimi sorunu değildi.
Osmanlı, tarihi boyunca bir değer üretmemişti. İmparatorluğun tarihi, hep bir fetih, ganimet ve haraç tarihidir.
Bugün Osmanlı'dan insanlığa kalan ciddi bir katkı olmamasının sebebi budur. Osmanlı üretmemiş, üretilene el koymuştur.
Üretimi olmayan bir ülkenin, seri üretime geçmiş, buharlı motoru icat edip içten yanmalı motorlara ulaşmış emperyalist Batı'yla boy ölçüşmesi mümkün değildi.
Emperyalist Batı, pazar paylaşımı sürecinde Osmanlı hakimiyetindeki toprakları bir sırtlan gibi ısıra ısıra kopardı.
Bir yöntemleri doğrudan saldırı iken, diğer bir yöntemleri de "ulusal bağımsızlık" teşvikiydi.
Kimi yerlerde o güne dek iç içe yaşamış Müslüman ve Hristiyan ahali birbirini boğazlamaya, birbirinin malını mülkünü yağmalamaya başladı.
"Cumhuriyet", o sürecin sonunda kendini bir millet olarak örgütlemiş ve Osmanlı'dan arta kalan son toprak parçasında bağımsız bir varoluş kazanmış nüfusu ifade ediyordu.
Ve bu nüfus, "kul" hüviyetindeki Osmanlı tebaası olmaktan çıkmış, yeni bir ülkede "vatandaşlık hukuku" kurmuştu.
Evet, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, I. Meşrutiyet ve nihayet 1908 Devrimi ve II. Meşrutiyet ile denenen vatandaşlık hukukunun tesisi, cumhuriyetin ilanıyla gerçek anlamına kavuşuyordu.
Cumhuriyetin eksiğini gediğini tartışmak mümkün elbette. Yarattığı resmi ideolojiyi de sorgulayabiliriz. Ama cumhuriyetin ilanının, padişaha kulluktan yurttaş, vatandaş olmaya yükseldiğimiz kırılma anı olduğunu unutmadan.
Bu çok önemli, çünkü bugün vatandaşlık hukuku fiilen ortadan kalkıyor. Sorgulanamaz bir iktidar, bir istibdat rejimi altında, vatandaşın tüm hukukunu çiğneye çiğneye insanı kullaştırıyor.
Göstermelik bile olsa bağımsız bir yargıdan söz edemiyoruz artık. "Milli egemenlik", Meclis'in işlevsizleştirilmesiyle tamamen ortadan kalkmış.
En önemlisi, tüm iktisadi faaliyet emperyalist şirketlerin eline geçmiş durumda.
Finans, tarım, bilişim, telekomünikasyon, enerji, otomotiv, madencilik, limanlar, tüm üretim kalemleri... Hepsi emperyalist sermayenin kontrolünde...
Bakın, bu topraklarda yaşayan nüfus, tarihi boyunca asla sömürge idaresi altında yaşamamış bir neslin yaşayan temsilcileridir. Bu tür bir nüfus dünyada çok az ülkede yaşamaktadır.
İşte bu nüfus, özellikle son 20 senede uygulanan ekonomi politikaları sonucunda iktisadi bakımdan sömürgeleşmeye başlamış bir ülkenin, hakkını hukukunu kaybetmiş kuru kalabalığı haline dönüştü.
Sömürgeleşen bir nüfusun ulusal onurundan söz etmek de zaman içinde imkansız hale gelecektir. "Cumhur" çürümekte ve çökmektedir.
Trajedimiz budur.
Cumhuriyet, Osmanlı'nın üretimsizliğini aşmak için, o gün mümkün olan tek biçimle, devlet eliyle bir sanayi yarattı.
O süreçte Sovyetler Birliği'nin dev katkısını asla unutmamak lazım.
Kamu iktisadi teşekkülleri diye anılan dev üretim alanları, fabrikalar, demiryolları, limanlar, madenler, haralar, sonrasında hava limanları, bankalar Türkiye için büyük bir şanstı.
Bugün Türkiye'nin en önemli Arap atı yetiştiriciliği merkezlerinden biri olması Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü'ne bağlı haraların olmasıdır.
Gerisi kalmamıştır...
Kamuya, yani halka ait ne varsa, hepsi emperyalist sermayenin eline geçti.
Kağıt fabrikaları yok pahasına satıldı, şimdi yurtdışından ithal edilecek kağıda bakıyoruz. Dolar yükseldikçe, bırakın kitap okumayı falan, tuvalet kağıdı alamaz hale geleceğiz.
Şeker fabrikaları darmadağın edildi, emperyalist şirketin nişasta bazlı şuruplarıyla zehirleniyoruz.
Dünyada en kalitesiz, sağlığı mahveden ürünleri kullanan milletler seviyesine düşürüldük.
Eskiden dalga geçilen Sümerbank pijamalarına ulaşamayan devasa bir nüfus var. Evet, altına yeni çamaşır alamayacak duruma düşürülmüş bir millet!..
Kamuya ait ne varsa satılmış, şimdi geriye kalan son varlığı, yani ormanı, sahili, dağı, taşı petrol zenginlerine pazarlanan bir ülkede yaşıyoruz. Sermaye karşılığı vatandaşlık satıyoruz.
Her şeyi satmasına rağmen borcu milli gelirine yaklaşmış, 16. büyük ekonomiyken 21. sıraya gerilemiş, büyük şehirlerinde üst üste insan yığınları işsizlik ve sefalet içinde birbirini boğazlıyor...
"Cumhur" gibi "Cumhuriyet" de çürüyor ve gözümüzün önünde çöküyor.
"Cumhuriyet"in bir tek adı kalmış. O da parası olana...
Cumhuriyet altınının bir adedi 3 bin 615 lira. Asgari ücretli işçi, maaşıyla tek bir cumhuriyet altını bile alamıyor.
Cumhuriyetin altınını alamayan işçi, vatandaşlığını nasıl kullanabilir ki!..
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish