Eski düzenler çöktüğünde yeni düzenin ne olacağı nadiren aşikardır. Berlin Duvarı'nın yıkılmasının üzerinden 30 yıldan fazla geçti ve Sovyetler Birliği tarihe karışalı 30 yıl olmak üzere. Almanya'nın birleşmesi ve eski Doğu Bloku devletlerinin Avrupa Birliği ve NATO'ya entegrasyonuyla, Avrupa'yı "bütün ve özgür" olarak selamlamak bir yana, pek çok kişi aslında doğu-batı sınırının daha da doğuya kaymasından pek de fazlasının olmadığını gözlemleyebilir. İkinci süper gücün ani ölümünün Çin'in iddiasının artmasıyla aynı döneme denk gelmesinin daha kapsamlı güvenlik etkileri hâlâ tamamen net değil.
Bu durum değişmeye başlıyor olabilir. Hızlanıyor gibi görünen bir eğilim, ABD'nin rolünün yeniden tanımlanması. Donald Trump, seçilmesinden görevden çarpıcı bir şekilde ayrılışına kadar, en hafif tabirle geniş kesimler tarafından bir anomali olarak görülüyordu. Fakat Trump'ın başkanlığı geçmişte kaldıkça bu giderek daha az doğru görünüyor. Trump'ın Demokrat halefi (kariyerini Soğuk Savaş'ın gölgesinde şekillendiren emektar siyasetçi) Joe Biden'ın Atlantikçi siciline yaraşır bir yönetim sergileyeceğini uman Avrupa şimdiye kadar hüsrana uğradı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Her ne kadar (ABD'nin Avrupa'ya ve dünya liderliğine geri döneceği anlamına geldiği anlaşılan) "Amerika geri döndü" sloganıyla iktidara gelse de Biden'ın eylemleri bu vaadi karşılamadı. Biden, Trump'ın Çin'e yönelik sert çizgisini yumuşatmak için, bir şeyler yaptıysa bile, çok az şey yaptı; Tayvan üzerine Pekin'le yaşanan gerilimler sadece büyüyor. Biden, gerek bu yılın başlarında Cornwall'daki G7 zirvesinde gerekse de NATO'da, üniversiteliler gibi konuşurken müttefiklerine, Trump'ın Afganistan'daki 20 yıllık ABD müdahalesini sona erdirme anlaşmasını hayata geçirme kararından, eğer bahsettiyse, çok az bahsetti.
Afganistan'daki NATO önderliğindeki görev, tanımlandığı şekliyle, Taliban'ın iktidarı geri alması ve Batılı müttefiklerin kendilerini ve himayesindekileri tahliye etmek için yakışıksız bir mücadele vermesiyle sona erdi. Kaotik görünse ve öyle olsa da yaşananlar, aslında sadece Trump'a değil, ondan önceki ABD Başkanı Barack Obama'ya kadar uzanan (gerçi Obama, yüksek rütbeli subaylar tarafından bunun kötü bir fikir olduğuna ikna edilmişti) bölgeden çekilme ve Pasifik'e yöneliş politikasının uygulamaya konmasıydı.
ABD'nin Avrupa'ya bağlılığına dair herhangi bir yanılsama da olmamalı. ABD, Trump'tan çok öncesinden beri Avrupa'nın NATO'ya yetersiz katkısı olarak gördüğü şeyi eleştiriyor. En güçlü şikayetlerden biri, tam 10 yıl önce, Obama'nın savunma bakanıyken, George W. Bush'a hizmet ettikten sonra görevine devam eden ve böylece hem Cumhuriyetçi hem Demokrat Partili yönetimlerde yer alan Robert Gates tarafından yapılmıştı.
O zamanla şimdi arasındaki tek fark Trump'ın (ve şimdi Biden'ın) Avrupa'nın kendi güvenlik düzenlemelerine daha fazla bakmaya başlamasına dair daha az çekingen görünmesi. Eskiden AB savunma yapılarından söz edilmesi (hem Avrupa'dan daha fazla para isteyip hem de o parayla ne yapıldığı hakkında Avrupa'nın söz hakkı olmamasını istemekle suçlanabilecek) Washington'da öfkeyle karşılanırdı. ABD'nin ayrı AB savunma düzenlemelerine ilişkin düşmanlığı Birleşik Krallık (BK) tarafından da paylaşıldı. Hem İşçi Partisi hem de Muhafazakar Parti hükümetleri, halk arasında Avrupa ordusu olarak anılan Avrupa güvenlik özerkliği için herhangi bir planın yürürlüğe girmesi tehdidi oluşursa veto hakkını kullanma sözü verdi.
Bununla birlikte, ABD'nin uzun süredir devam eden bu düşmanlığı buharlaşmış gibi görünüyor ve BK'nin AB'den ayrılması bu yolun önünü açtı; bu da Emmanuel Macron'u şimdi Avrupa'nın "stratejik özerkliği" olarak adlandırılan şeye dair yeni bir çabada bulunmaya cesaretlendirdi. Bu nedenle, Atlantik'in her iki yakasında da istikamet, şu veya bu şekilde ayrılmaya doğru gibi görünüyor fakat bunun ne kadar eksiksiz ve ne kadar yakında gerçekleşeceği belirsizliğini koruyor.
Aslında ABD'nin Afganistan'dan (diğer müttefiklerinin takip etmekten başka çaresinin olmadığı) tek taraflı çıkışı, nihayetinde ABD ve Avrupa güvenlik alanında kendi yollarına giderse, geriye dönüp bakıldığında kuşkusuz buna büyük katkı sağlayan bir faktör olarak görülecektir. Ne var ki geçen ay ABD, BK ve Avustralya arasında görünüşe göre beklenmedik bir anda ilan edilen Aukus anlaşması da öyle görülecektir. Gerçi geçmişe bakıldığında bu anlaşma, yeni başlayan ayrılığın bir tezahürü olarak da görülebilir.
ABD'nin, BK'nin de biraz katılımıyla, uzun vadeli bir sözleşmede Avustralya'ya nükleer denizaltı tedarik etmesini sağlayan Aukus'un bir güvenlik anlaşması gibi bir şey mi yoksa bundan ziyade daha önemli bir şey kılığında bir askeri ticaret anlaşması mı olduğu konusunda bazı ihtilaflar var. Öte yandan mesaj açık.
ABD, BK, Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda arasındaki, kısmen içerde bir parça sıkıntılı duran ancak NATO'ya mesafeli olan Beş Göz istihbarat paylaşımı düzenlemesinin en güçlü üyeleri, kendilerini Çin'i sınırlamaya odaklanmış yeni bir Anglo-Sakson ordusuna ve savunma ittifakına dönüştürüyor olabilir.
Bu oluşumun Avrupa dışında NATO'nun yerini almaya başlaması, ABD'nin tüm karşıt taahhütlerine rağmen kesinlikle an meselesi olabilir. Çünkü, NATO'nun en büyük iki katılımcısı olan ABD ve BK, giderek daha fazla başka türlü angaje olursa Avrupa'nın güvenliğine olan bağlılıklarının tam olarak eskisi gibi nasıl devam edebileceğini görmek zor. Sadece bu da değil, Almanya'nın 16 yıllık Merkelizm'den çıkarken iç işleriyle meşgul olması ve Doğu ve Orta Avrupalıların, Rusya konusunda BK'nin AB içinde onlara sağladığı şahin desteğini kaybetmesiyle birlikte, Macron'un zamanı gelmiş olabilir. Macron, gelecek yıl seçimleri yeniden kazanırsa (ki bu kaçınılmaz olmasa da muhtemel bir sonuç), yıldızlar, tam da NATO (en azından bir transatlantik ittifakı olarak) yitmeye başlarken, onun Avrupa savunması fikirlerini gerçekleştirmeye çalışmasını sağlayacak şekilde hizalanabilir.
O zaman soru, böyle bir projenin nereye gidebileceği olacaktır. Rusya'ya yönelik herhangi bir yumuşamaya, kendilerini Soğuk Savaş sonrası cephe hattında gören ülkeler şiddetle karşı çıkacaktır. Fakat Rusya'nın duruşunda muhtemelen bir hareket olabilir. Avrupa'nın (Almanya dahil) büyük bir kısmı hâlâ Rus gazına bel bağlarken ve iklim değişikliği endişeleri Rusya'yı hakim düşüncenin daha fazla etkisine sokmaya başlarken, Avrupa'yla Rusya arasında bir yakınlaşma göz ardı edilemez. Rusya'yı dışlamak üzere tasarlanmaktan ziyade içerebilecek Avrupa güvenlik düzenlemelerinin ileriye dönük (yakında ve muhtemelen Putin sonrasında) olasılığı da göz ardı edilemez.
Benzer bir şey Rusya tarafından uzun süredir, Gorbaçov'un boş "Ortak Avrupa Evi" umutlarıyla Sovyetlerin çöküşünden bu yana aranıyor. İşte bu, böyle bir olasılığın herhangi bir pan-Avrupa güvenlik projesinin birinci aşaması yerine ikinci aşaması olması gerekmesinin bir nedenidir. Fakat, en azından bildiğimiz kadarıyla, NATO'nun günlerinin sayılı olmadığı bir gelecek görmek zor.
Soğuk Savaş'ın sonunda ittifakın neden dağılması ya da yeniden düşünülmesi gerektiğinin de, bunun olmamasının da türlü türlü nedeni var. Fakat NATO'nun son 30 yıldaki amaç arayışı, Avrupa'yı daha fazla değil, daha az güvenli hale getirdi ve ABD'yi ve değişen müttefik kadrosunu, en hafif deyimle akılsızca askeri maceralara sürükledi. NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg bu yılın başlarında ittifakın endişelerine Pasifik güvenliğini de ekleyeceğini duyurduğunda bu, eski NATO'nun tabutuna çakılan bir başka çivi oldu. Esasen Trump, NATO'nun eskidiğini ilan ettiğinde haklıydı. Aukus, küresel güvenlik yapılandırmasının nasıl dönüştürüleceğinin erken bir işareti.
https://www.independent.co.uk/independentpremium/voices
Independent Türkçe için çeviren: Onur Bayrakçeken
© The Independent