Bir felaketle son bulan Şenol Güneş döneminin ardından bir Türk teknik direktörün geldiğinde "enkaz devraldık" diyebileceği ortamda, yaydığı pozitif enerjiyle bir Ted Lasso samimiyeti yaratan Stefan Kuntz'un ilk sınavı beklentileri karşılayamadı.
Mehmet Demirkol maç yorumunda "en azından 'Şenol Hoca olsa bundan kötü mü olurdu?' dedirtmemenin bazı pragmatik çözümler içinde yer alması gerektiğini" söylüyordu. Sonuç 1-0 bitseydi "bundan daha iyi olamazdı" denecekti.
Milli takımın sahaya çıkan 11'i popülist tercihlerle ve sorulduğu takdirde pragmatik nedenlerle açıklanabilecek "kağıt üzerinde en iyi olduğu düşünülen" oyunculardan kuruluydu.
Set hücumlarında bir planı olmayan milli takımın, kısa sürede derli toplu bir oyun kurgusunun ve özellikle merkezde oyunu tutabilecek güçlü bir yapılanmasının olmasını beklemek mümkün değildi.
Buna rakibin Sörloth ve Haaland olmadan nasıl bir oyun planıyla sahaya çıkacağını kestirememek de eklenince, Stefan Kuntz'un elinde acil bir yoğun ön alan baskısı ve akabinde bulunabilecek gol fırsatı kalıyordu.
Cengiz-Kerem ortaklığındaki gol maçın başında bu şekilde bulunmasına rağmen, sonrasında oyunun nasıl kontrol altına alınacağı ise dev bir soru işaretiydi.
Tam olarak bir hücum takımı olamamanın yanında, bir defans takımı da olamamanın arada kalmışlığını fazlasıyla yansıtan bu durum, savunma hattındaki oyuncuların formsuzluğuyla daha da zor bir hale geliyordu.
Türkiye, Matchstudy verilerine göre savunmada tam 13 top kaybı yaptı. Bu sayı Norveç'te 7'ydi. Merkezde Ozan-Berat uyumsuzluğu ve zayıflığı dikkat çekerken; orta saha Norveç'in Morten Thorsby ve El Younoussi arasında gerçekleşen pas bağlantılarını kesmekte yetersiz kaldı.
Hakan Çalhanoğlu'nun İtalya'daki görüntüsünü bir türlü buraya yansıtamaması, en hazır oyuncu olan Cengiz'in ikinci yarının ortalarında oyundan düşmesi, Yusuf Yazıcı'nın artık etkili bir skor değiştirme gücünden yoksun oluşu ve Burak Yılmaz'ın alan verilmediği takdirde öngörülebilir bir santrfora dönüşmesi, rakibin Haaland ve Sörloth olmadan da İstanbul'dan puanla dönmesi için yeterli zemini hazırlıyordu.
Türkiye, oyunun kontrolünü golden sonra eline alamadı ve ciddi bir pozisyon bulamadan hatta yenilgiden kurtularak umudunu gelecek maçlara taşımaya çalıştı.
Rakibin savunma hattının dengesini bozmak için atak yönünü değiştirme ihtiyacı anlaşılabilirdi. Ancak artık acil durumlar dışında da sıklıkla tatsız ve amaçsız bir ezbere dönüşen Caner Erkin ortalarının hiçbiri hedefi bulamadı. Bu, Alman teknik direktörün belki de en anlaşılmaz tercihi olarak kayıtlara geçti.
Norveç maçından 18 gün önce imzalayan, maçtan 4 gün önce ilk idmanını yapan Stefan Kuntz'un kenarda oyuncuların en saçma hareketinde bile onları motive eder görüntüsü maç sonunda takımın özgüven eksikliğine yaptığı vurguyla örtüşüyordu.
Ancak takımın oyun kurgusu eksikliği ve önceki dönemden kalan "ne yapacağını bilememe durumu" bu özgüvensizliğin temelini oluşturuyor.
Bunun yanında oyuncuların fiziksel yetersizliği, kulüplerin Avrupa maçlarında olduğu gibi dün bir kez daha yüzümüze çarptı. Bu ortamda küçük bir pragmatik plan için bile yeterli oyun pratiğine sahip olamamak kısa vadede sonuç almayı gitgide zorlaştıracak gibi gözüküyor.
Stefan Kuntz ilk maçında neyi/neleri yapmaması gerektiğinin ilk derslerinden birini aldı. Bu ders alma ve öğrenme sürecinin bir süre daha böyle devam etmesi muhtemel; en azından nitelikli bir oyun planı elde edene dek…
Milli takımın "yerli egolu bir teknik direktör zihniyetine" tekrar teslim edilmemesi gereken bu süreçte, işleri "tek başına" kontrol altına alması için Stefan Kuntz'un kamuoyu tarafından desteklenmesi gerekiyor.
En azından yıllardır genç oyuncularla çalışma pratiğine sahip, onlara kazanma pratiği aşılamış, ders alabilen ve egosuz bir teknik direktöre fazlasıyla ihtiyaç varken…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish