- Peki, neden Kürt çözümü iktidarda kalmanın veya iktidara gelmenin aracı sayılıyor?
Dikkat edilirse, AKP iktidarında söylem ve siyaset düzeyinde deniz bitti. Son üç aydır Recep Tayyip Erdoğan'ın hemen hiçbir sözü kamuoyunda gündem oluşturmuyor: Tam tersine, gerek Meral Akşener, gerek Kılıçdaroğlu ve hatta Temel Karamollaoğlu'nun sözleri, görüş ve açıklamaları daha çok gündeme geliyor.
Mesela Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı kim olacak tartışmaları, Kılıçdaroğlu-Akşener-Babacan-Davutoğlu ve Karamollaoğlu'nun açıklamaları gündemi belirliyor. HDP'nin açıkladığı "Demokrasi Tutum Belgesi" de medyada tartışılmaya başladı.
Ekim başında 6 muhalif parti toplanıp ülkenin temel meselelerinde anlaşıp ortak açıklama yaptı. Keza CHP'nin son Kürt meselesinin çözümü hakkında açıklaması da kaç gündür sokakta, kamuoyunda ve medyanın baş gündemini teşkil ediyor.
Yani gündemi muhalefet belirliyor. Şimdilik sessiz ve suskun; kurak bir siyasi mevsimden geçiyor AKP. Muhalefet partilerini itham ederek onların önünü tıkama gayreti içindeler.
Örneğin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP grup toplantısında 6 Ekim 2021'de yaptığı konuşmasında şunları söylüyor:
Biz yeni anayasa diyoruz, birileri de çıkıyor, gerekirse ilk 4 maddeyi de değiştiririz diyerek PKK güdümündeki siyasi yapıya göz kırpmaya çalışıyor. Anayasa'nın ilk dört maddesinin değiştirme fikri, CHP'nin ve dolayısıyla tüm CHP'lilerin ifadesi midir yoksa Kılıçdaroğlu'nun kişisel fikri midir? Bu CHP'nin kurumsal iradesi ise ortada ülkemiz açısından çok vahim bir sorun var demektir. Çünkü bu durumda CHP Anayasa gibi temel bir konudan başlayarak tümüyle HDP'nin vesayetine girmiş demektir.
İlk bölümde bazı sözlerini aktardığımız AKP Grup Başkanvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu'nun ifadelerine de bakalım:
Bir senaryo yürürlüğe konmuş vaziyette, görev dağılımı yapılmış. Adına Millet İttifakı denen ittifak bileşenleri, kendilerine daha üst bir akılla verilen görevleri harfiyen ifa etmeye çalışıyor. CHP'nin liderinin daha önce sözde 'Kürt sorunu vardır' sözüyle zaten HDP'nin açıklayacağı tutum belgesinin altlığını ve zeminini oluşturduğu görülüyor.
Bu bir paslaşma sonucunda, belirli bir hedefe doğru götürülmek istenen neticelerin kendi içindeki görev dağılımına dönük adımları olarak değerlendirmelidir. Hem CHP'nin hem İYİ Parti'nin hem de HDP'nin kendi içlerinde bir görev dağılımına dönük beyanlarını ve atraksiyonlarını görüyoruz.
AKP'li Orhan Miroğlu ise, ekim başındaki Millet İttifakı (6 partinin katıldığı) ortak toplantısına HDP'nin davet edilmeyişini fırsat bilerek polemikçi bir üslupla "Hem bu ittifakın bileşenlerine hem de HDP'ye kılçık atan" imalı ifadeler kullandı.
- CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Kürt meselesinin çözümüne ilişkin açıklamaları medyada tartışılıyor. Nasıl yorumluyorsunuz?
Mesud Barzani'yi ziyaret eden CHP milletvekili ve örgütlerden (veya örgütlenmeden) sorumlu Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı, Gazete Duvar'da yayımlanan 18 Eylül 2021 tarihli röportajında, "Çözüm sürecindeki önerilerimizin arkasındayız" dedi.
Ancak söyleşinin akışı içinde tam bir açıklık ve kararlılık göremedim. Belki de henüz billurlaşmış bir şey yok ortada. Deyim yerindeyse, bir "niyet beyanı var" şimdilik. Ayrıca niyet sağlam olsa bile CHP iktidarda değil, gelip gelemeyeceğini de bilmiyoruz.
"Bay Kemal ve İttifakları" belgeselinin ilk bölümünde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kürt meselesi çerçevesinde kamuoyuna şöyle bir mesaj verdi:
HDP'nin parlamentoda olması çok önemli. Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var. Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru organla muhatap olmaz. Erdoğan bunu yaptı.
Devleti, İmralı ile muhatap kıldı. İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDP'yi meşru organ olarak görebiliriz. Halkın desteği var. Parlamentoya gelmiş, dolayısıyla parlamentonun içinde bulunuyor, görevini yapıyor.
Bu sorun çözülecekse meşru bir organla olur, biz bu sorunu çözebiliriz. Her konuşmamda HDP'nin parlamentoda olması gerektiğini ifade ettim, bugün de aynı düşüncedeyim.
Bu mesaj, medyada geniş yer aldı ve hâlâ tartışılıyor. Sistem içi muhalefet partilerinin önemli bir kısmı, "HDP gibi yasal bir partinin muhatap alınması" noktasında, ayrıntılar dışında, hemfikir gibi görünüyorlar.
Bir ara tespit yapmam lazım: Kılıçdaroğlu'nun Kürt meselesine ilişkin görüşünün kamuoyu ve medyada günlerce tartışılması, aslında AKP'nin başarısız kalan "Kürt sorunu çözümü"ne kıyasla halk nezdinde daha geniş bir destek buldu.
AKP'nin "demagojik" ve MHP'nin tehdit kokan resmi demeçlerini saymazsanız ilaveten iktidar destekli medyanın tahrif edici ve kışkırtıcı haber-yorumlarına aldırmazsanız, ciddi bir itiraz gelmedi kamuoyundan. CHP ile Millet İttifakı bileşenleri, bu gerçeği iyi görmek durumundalar.
- Kılıçdaroğlu'nun açıklamasına olumlu ve olumsuz tepkileri değerlendirir misiniz?
Öcalan'ı savunan avukatların faaliyet gösterdikleri Asrın Hukuk Bürosu, "Öcalan'ın muhatap alınmasına" işaret etti.
HDP milletvekili Sezai Temelli, Twitter hesabından Kılıçdaroğlu'na yanıt verirken, bir anlamda "muhatap alınacak tarafın hem HDP (ama kolaylaştırıcı sıfatıyla) hem de İmralı olması gerektiğine" işaret etti. Yani asıl aktörün İmralı olduğunu hatırlattı.
Kanımca S. Temelli'nin bu görüşü, HDP tabanında çok az kabul gördü. Muhtemelen partisinin yönetimi tarafından uyarılınca da, ertesi günü bu görüşün kişisel olup HDP'yi değil, kendisini bağladığını vurguladı.
Bize göre diplomasinin inceliklerini yeterince idrak edememiş sol reddiyeciliğin izlerini taşıyordu bu anlayış. Zira henüz muhalefette bulunan ve iktidarı kazanıp kazanamayacağı dahi belli olmayan CHP'den, iktidarda olan bir partiymiş gibi talepte bulunmak, mevcut acı gerçeklerle bağdaşmıyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
CHP İmralı'yı muhatap alıp oraya gitmeye kalksa bile mevcut iktidar, hem onu engeller hem de, "Bakınız, ben demedim mi CeHaPe bölücü terörle kol kola girmiş, oradan emir alıyor!" yolunda demagoji yapıp kendi lehine algı yaratmaya çalışır.
Nitekim AKP Grup Başkanvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu, yukarıda bahsedilen konuşmasında bu gelişmeyi, "CHP, HDP ve Millet İttifakı arasında mutabakata varılmış bir senaryo, işbölümü" diye tanıttı.
Kaldı ki: Temelli'nin ilk demecinin, medyada ve kamuoyunda Kürt meselesi çözümü eksenindeki tartışmalara olumsuz katkısı oldu. Bu olumsuz örnekten yola çıkılarak, şöyle bir iddiada bulunuldu: "Bakınız, HDP yine çözümün önüne engel çıkarıyor türünden demagojik ifadelerle CHP parlatıldı, HDP eleştirildi."
Bu münasebetle, bilhassa "Muhatap kim olacak?" tartışmaları vesilesiyle bir hatırlatmada bulunmakta yarar var: Siyaset ve diplomasinin birçok yol ve yöntemi vardır.
Ayrıca her ikisi de çok katmanlıdır. Arkeolojide de böyledir. Yerin katmanları peyderpey kazılıp deşilerek analiz edilir. Alınan sonuçlar ışığında daha alt katmanlara geçilir.
Kürt meselesinin asıl öznesi de halktır; öyle olmalıdır. Diğer katmanlar da şöyle sıralanabilir: Bu meseleye emek vermiş veya bir şekilde ilgilenip el atmış yahut omuz vermiş, çaba harcamış kişi ve kesimler.
Sırası geldikçe her katmanın ehli ve bilgisi hatırlanacak, zaten siyaset sahnesinde süreç içinde yer alacaktır. Bu da siyaset sosyolojisinin kuralına, eşyanın tabiatına uygun düşer. Bu anlamda M. Barzani de muhataplardan biri sayılabilir.
Eski HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da bu konudaki görüşlerini iki noktada özetledi:
- Benim bildiğim HDP, Kürt sorunu dâhil olmak üzere, Türkiye'nin tüm sorunlarının çözümüne taliptir, irade sahibi siyasi bir aktördür ve elbette muhataptır. Çözümün adresi de doğal olarak TBMM'dir.
- Tabii ki HDP, Kürt sorununun çözümünde tüm tarafların ve her kesimin, açık ve şeffaf katılımını, muhataplığını bilecek siyasi birikime ve deneyime sahiptir. Faydasız ve çoktan tükenmiş tartışmaları gündeme getirmek çözüme katkı sunmaz.
Temelli'ye kıyasla daha serinkanlı davranıp olabilirliği savunan Demirtaş'ın fikir ve önerileri daha gerçekçi, diplomatik ve makuldür. Zira siyaset, kof ve inatçı bir reddiyeciliği kaldırmaz. Politika, mümkünat sanatıdır; neyin mümkün neyin imkânsız olduğunu bilmek ise hünerli siyaset erbabının işidir.
Kürt meselesinin tartışılması gereken ana merkezi TBMM olmakla birlikte, mevcut Meclis dengesinden söz etmiyoruz. Gerek HDP'nin tutum belgesinde gerekse Millet İttifakı tarafından yeniden yapılandırılması (ki, bence her iki tarafın da bu husustaki saptamaları, biraz daha izah edilmeye ve ikna edici olmaya muhtaçtır), demokratik kuralların, tecrübelerin ve olumlu siyasi teamüllerin ışığında değiştirilip güçlendirilmiş bir TBMM olmadığı sürece, bu konudaki talepler temenni olmaktan öteye gitmezler.
Tamamlayıcı bir görüş de tecrübeli siyasetçi ve eski HDP milletvekili Ahmet Türk'ten geldi. Bianet internet gazetesinden Ruken Tuncel'e verdiği ve 22 Eylül 2021 tarihiyle ulusal ölçekli medya organlarında yayınlanan röportajının özeti şöyleydi:
Ana muhalefet partisi gelecekle ilgili projelerini daha açık ve net ortaya koymalı, Kürtlerin beklentisi de budur. 'Yarın için ne yapacak?' Yan cebime koy mantığı hiçbir sorunu çözmez. Bugün ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi. Ben zaman zaman eleştiriyorum ve birilerinin hoşuna gitmiyor. İkide bir güçlendirilmiş parlamenter sistemden söz ediliyor. Peki, insan hakları, demokrasi, Kürt sorunu konusunda bugüne kadar verdiğiniz bir açık mesaj var mıdır, yok!
Demokratik bir gelecek için mücadele ettiğini söyleyenler, insan hakları, demokrasi, Kürt sorunu konusunda açık şekilde fikirlerini ortaya koymalı ve bir deklarasyonla ortaya çıkmalı, neler yapacağını belirtmeli. Çözüm, yan cebime koy mantığıyla olamaz! Kürt halkının AKP ile bir geleceği yoktur.
Kılıçdaroğlu ile partisi CHP'ye gelince, şu tespitle başlayayım:
AKP iktidarının, özellikle R. Tayyip Erdoğan'ın şahsi siyasi makamı ve kariyeri için araçsallaştırdığı "Kürt çözümü" sürecinde MHP ile yan yana, omuz omuza "engelleyici, yol açıcı" değil, "ön tıkayıcı hatta barikat kurucu" bir rol oynadığına tanık olduk... Ancak fiyaskonun esas sebebi CHP değil, bizzat AKP idi.
Şimdiye kadar Kürt kelimesini bile ağzına almayan siyasetçi izlenimi veren Kılıçdaroğlu açısından çözüme yönelik bu çıkış, ciddi bir hamle ve hatta AKP tarafından kuşatılmışlıktan kurtulmak için "bir huruç harekâtı" sayılabilir. Şimdilik korku duvarını atlamış görünüyor. Dolayısıyla olumlu bir adımdır. Lakin beni düşündüren birkaç nokta bulunuyor:
Bir: CHP, siyasette ve fikriyatta homojen bir parti değildir. Mesela eski CHP milletvekillerinden Şahin Mengü ile Birgül Ayman Güler türünden "Kürt sevmez" sıkı milliyetçiler ve tek millet mantığıyla hareket eden dogmatik Atatürkçüler/Kemalistler, partide hatırı sayılır bir etkiye sahipler. CHP, Kürt meselesinde kendi iç düzenlemesini yapmazsa, deyim yerindeyse mutfağını yeniden yapılandırmazsa, Kürt sorununu çözüm çabaları sekteye ve akamete uğrayabilir.
İki: CHP, aynısı olmasa bile Şahin Mengü, Birgün Ayman Güler zihniyetinin daha mülayim şekilde dışa vurumu sayılan Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce'nin niçin Ege, Marmara, Trakya ve hatta Akdeniz'de beklediği kitle tabanını bulamadığını, İnce'nin Kürt sorununa karşı katı tutumu açısından da irdeleyip iyi analiz etmelidir.
Üç: CHP, Millet İttifakı'nın baş ortağı İYİ Parti'nin bu husustaki muhtemel veya potansiyel karşı hamlelerini nereye kadar göğüsleyebilir? Bu konuda İYİ Parti'yi ikna edebilecek bir planı ve gayreti olabilir mi? İlk iki noktayı, Ahmet Türk saptamış zaten: "Bir tarafta AK Parti'nin yedeğinde MHP, diğer tarafta da CHP'nin yedeğinde İYİ Parti var. Bu iki parti de Kürtlerin meşru taleplerini kabul edecek noktada değil, bu da işin zorluğu. CHP'de de demokrat bazı insanlar var ama ulusal kesimlerin varlığını da unutmamak lazım."
Dört: CHP, 40 yıldan sonra Kürt meselesinin çözümüne gerçekten inanarak mı bu hamleyi yapıyor, yoksa bu açıklamalar 2023 yahut daha erken vakitte gerçekleşecek bir seçim malzemesi midir? Bunu zaman gösterecek. Kaldı ki Kürt meselesi,son 45 ıllık değil, daha uzun bir süreden (mesela 150 yıl öncesinin, daha yakın tarih olarak Cumhuriyet rejimiyle yaşıt) miras kalıp müzminleşmiş bir meseledir. Çözüm ararken bu tarihi arka plan unutulmamalıdır.
Beş: Aynı partinin kurduğu Doğu Masası kapsamındaki bazı siyasetçilerin, gittikleri illerde "Hiç olmazsa bir milletvekili çıkaralım. Kürt adayı tercih edelim…" türünden niyetlerini dillendirdiklerinden de haberimiz var. Parti olarak milletvekili çıkarmak için gerekli oyu almaya gayret etmesi normaldir; demokratik rekabetin bir kuralıdır. Gelgelelim temel soru şudur: Sadece seçim eksenli bir faaliyet ve gayret ise, o zaman çözüm bir ilkeye göre mi gerçekleşecek yoksa seçim propaganda kartı, bildirisi niteliği mi taşıyacak? Biliyoruz ki, CHP tabanında ve yetkililer arasında, "Şu HDP kapansa da kitlesinin oyunu alabilsek" niyeti taşıyanlar da var.
Altı: CHP, bu açıklamaları ve gayretleriyle, HDP'nin Kürt bölgelerindeki kitlesini mi kendine çekmek istiyor? Yoksa AKP'nin dayandığı Kürt kitlesinin oylarına mı talip? Kanımca muhalefet-iktidar çekişmesinde bu sorunun yanıtı hayati önemdedir. Çünkü HDP'nin kitlesinden oy kazanmak, hem oy sayısı hem de kitlesel güç açısından CHP'nin iktidara gelmesini belirlemeyecektir. Asıl mesele ve marifet, o bölgede mümkün olduğunca geçmişte AKP'ye oy ve destek vermiş olan Kürtleri ve diğer ara güçleri, muhalif saflara çekmektir.
Yedi: "Yurtta barış, cihanda barış" sloganını tarihsel miras alıp kendine düstur edinen CHP'nin, "demokrasi ve özgürlük" temelinde "güçlendirilmiş parlamenter sistemi" gerçekleştirebilmek için HDP'ye ihtiyacı olduğu açıktır. Peki, CHP diğer müttefikleriyle birlikte, Kürt sorunun çözümü hususunda "HDP muhatap alınmalı ve bu mesele Meclis'te çözülmeli" demekten öte daha farklı ne önermektedir?
Mesela CHP iktidara gelince, Suriye yönetimiyle anlaşıp ilişkileri normalleştirdiğinde oradaki Kürtlerin doğuştan gelen hakları ve demokratik kazanımlarının korunmasına yardımcı mı olacak, yoksa Suriye devletiyle beraber Kürtleri siyasal sahneden çıkarmak için işbirliği mi yapacaktır?
Görüldüğü üzere CHP'nin hem Türkiye'deki demokrasi-özgürlükler-Kürt meselesi noktasında, hem de Suriye ile barış konusunda belirsizlik ve çelişki sanılandan daha fazladır.
- Peki, böyle bir tabloda bu tartışmaların HDP için yararı nedir?
CHP ve müttefiki partiler iktidara gelirlerse belki bu baskılar azalır, kayyumlar kalkabilir ama sorun hemen ve mevcut haliyle çözülemez. Zira önerilen, tam bir sistem değişikliği değil; devletleşmiş iktidarın yapmış olduğu yanlışların tashihi olacaktır.
Doğru siyasi çizgi şöyle olmalıdır: Öncelikle Türkiye'deki sorunun sosyal ve ekonomi politiği kavranıp buna uygun bir toplumsal teori belirlenmelidir. Uygulamada ise demokrasiye götüren, geniş anlamda hak ve özgürlüklere yol veren, kitlelerin katılımıyla bir anayasa yapılmalıdır.
Kürt meselesinin çözümü hususunda kitlenin de onayını almak için "bu mesele kangren olmuş, hadi bunu çözelim" diye hangi bölgelerde konuşma yapıldı? Henüz ciddi ve ayrıntılı çözüm programı yapılmamış. El yordamıyla gidiliyor. Hiç yoktan iyidir lakin yeterli değildir.
- Buradan şunu çıkarıyoruz: Çözüme dair bir devlet politikası yok. Bir spekülasyon var.
Spekülasyon var, manevra ve taktikler var. Bu taktikler günübirlik taktikler. Biraz eyyamcı, fırsatçı taktikler. Onu ona karşı, bunu buna karşı kullanayım mantığı geçerli.
Katırcıoğlu benzerlerinin (beyefendi ile bir derdim yok ama) fikriyatıyla bir problemim var. Bu mantık, "Erdoğan'ın iyi ama çevresinin kötü" olduğu üzerine bir söylemin ifadesidir. İki türlü kurgusu vardır böyle düşünenlerin:
- AKP ve lideri Erdoğan, gücünün zirvesindedir. Cözerse, o çözer Kürt meselesini.
- Yahut mevcut durumda olduğu gibi AKP krizdedir; dardadır ve sıkışmıştır. Kürt sorununu çözmek suretiyle nefes alıp iktidarını devam ettirebilir.
Sanırım Katırcıoğlu, ikinci şıktan hareketle Gülencilere yakınlığıyla bilinen Kronos News haber sitesine konuşmuştu. Halbuki AKP'li M. E, Akbaşoğlu, 4 Ekim'de "demokratik devrimler yoluyla her sorunu aştık, Kürt meselesini de çözdük" dedi.
Leyla Zana ise birinci düşünceden hareketle konuşmuştu: "Bunu çözerse AKP çözer yani Erdoğan çözer"; Hatta "Çözmezse Meclis önünde açlık grevine gideceğim" gibi şeyler de söyledi. Başkaları da benzer sözler sarf ettiler. Aynı problemi daha önce de yaşadık.
Sanatçı Şivan geldi, benzer şeyler söyledi. Gerçi sonra, "Barzani davet etti onu kıramadım geldim" falan dedi. Burkay Bey'in Türkiye'ye dönüş yolu açıldı. O da geldiği ilk zamanlarda karşı taraftaki Kürtleri (HDP, PKK ve benzerlerini) eleştirme özgürlüğünü alabildiğine kullandı. Bir süre için televizyonlarda Sayın Burkay ile söyleşmek moda olmuştu; her gün değilse de sıkça gidip konuşuyordu.
Ne oldu? Netice olarak AKP iktidarı, Kürt meselesine makul ve tatmin edici çözüm bulmak yerine, Kürtleri birilerine karşı kullanma yolunu tercih etti. Hâlbuki Sayın Burkay gibi tecrübeli ve Kürt davasına kendisini adadığı iddiasıyla yola çıkan birinden, hasmı ve düşmanı bellediği Kürtleri suçlamak yerine, "Kürt halkının hatırına, rûspî (Akil Adam) misyonunu yüklenmesi beklenirdi.
Bir örnek vermeliyim: Kürt çözümü sürecinin son demleriydi. AKP'liler Diyarbakır'da Kürtlerin bazı ileri gelenlerini, aydın kesimini çağırıyor; baş düşman saydığı Kürt hareketini kastederek falanca kötü, filanca kötü diyorlarmış. Tabi, devlet kendisi için yakın tehlikeyi ve baş hedefin hangi taraf olduğunu tespit etmiş. Kendince, "kötü Kürtlere" karşı "iyi Kürtleri" safına çağırıyor veya onlarla işbirliği yapmaya niyetli. Onları bir şekilde seferber etmek istiyor.
Bu tip toplantılardan birinde katılımcılardan biri kalkıp şöyle demiş:
Siz bunları çağırıp toplantı yapıyorsunuz. Ajitasyon da çekiyorsunuz. İyi güzel de yanınıza almak istediğiniz bu şahıslar, aslında bağımsız bir Kürt devleti istiyorlar. Bunu da açıkça söylüyorlar. Gelgelelim yeterli güçleri olmadığından, bunları ılımlı ve bölücü saymıyorsunuz! Hâlbuki sizin baş düşman belleyip karşı olduğunuz yapı devlet istemiyor. Bu ne çelişkidir! Demek siz, Kürtleri birbirlerine karşı kışkırtarak kullanmak mantığıyla hareket ediyorsunuz!
- Çözümün şartları var mı?
Çözümün şu anda şartları yok. En azından girişimler açısından baktığımızda yok. Bu çözüm diye ortaya atılan şey, AKP iktidarının kendi konumunu sağlamlaştırması, Erdoğan'ın yeniden cumhurbaşkanı olması melesidir.
Erdoğan, kendi partisinden uzaklaşan Kürtleri yeniden toparlama ya da mevcut yapının dışındaki Kürtleri alternatif gösterme gayretindedir. Ancak bu noktada henüz öyle bir yapı ortaya çıkmadı. Çıkarsa, onu destekleyecektir.
Nitekim iktidar HÜDA-PAR'la görüştü. HÜDA-PAR başkanı birkaç kez Erdoğan'ı ziyaret etti. Orada niyet sadece ikisinin dindar olması değildi. Ben ne kadar Kürtleri bölerim, birbirlerine karşı getiririm, bütün dert buydu.
Ancak CHP'nin Kürt sorunu hakkındaki son hamleleri maya tutup kitlesellik kazanırsa, AKP de karşı bir çıkış yapabilir. Fakat samimiyetten uzak, gösterişten ibaret kalır böyle bir hamle. Sonuç alıcı olmaz kısa vadede.
- Anlaşılan o ki kısa sürede bir çözüm görünmüyor…
Doğru, mevcut AKP politikalarında ilkeli ya da sağlam bir niyet görünmüyor. Dediğim gibi zemini de şu anda yok. Sürpriz olur mu? Olabilir. Bu sürprizler de çok dramatik ve trajik olayların geliştiği dönemlerde olur. Durup dururken olmaz. Cumhurbaşkanının istihareye yatıp bu işi çözeceğini zannetmiyorum.
İktidara oynayan CHP, gerçekten ilkeli hareket ederse, geçmiş iktidarlarla AKP'nin çözümsüzlük siyasetlerinden ders alarak iyi hazırlanmış bir plan ve programla Kürt meselesinin önündeki tıkanıklığı giderip belli bir aşamaya taşıma şansı yakalayabilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish