Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), 14 Ağustos 2001 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında kuruldu.
Farklı inanç, din, ırka ve görüşe sahip insanların bir araya geldiği partide bir dönem "ortak akıl" ön plana çıkartıldı.
Erdoğan genel başkan oldu ama en az onun kadar etkili siyasetçiler de yer aldı oluşumun içinde.
Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Reha Çamuroğlu gibi birçok isim… Liste uzatılabilir. Renkli kadro kuran parti, farklı eğimli bir siyaset izledi. Zaten ilk seçimde de tek başına iktidar oldu.
19 yıldır da iktidarda. Ancak durum değişmişe benziyor. Önce yerel seçimlerde büyükşehirleri kaybetti. Şimdi de iktidarda düşeceği konuşuluyor.
AK Parti'ye oy veren ve bir dönem içinde yer alanlara yönelik eleştiriler arttı
Öyle ki muhalifler, "hesap sormadan" bahsediyor bir süredir. Yolunu ayırmış insanlar bile eleştirilerin hedefinde yer alıyor. Sadece parti yönetiminde yer alanlar değil, bir veya iki dönem milletvekili olmuş daha sonra kusturulmuş kişilere bile gözdağı veriliyor.
"AKP'nin günahlarına ortaksınız", "Bugünkü yanlışlardan sizler de sorumlusunuz" deniliyor.
Bu yöndeki eleştiriler sadece eski partililere yönelmiyor. AK Parti'ye oy verenler de bu tür eleştirilerden nasibini alıyor.
"Mantık sahibi olmadıklarını görüyorum"
Bu duruma itiraz edenlerden Reha Çamuroğlu çıkışıyla dikkatleri çekti.
Çamuroğlu, "Bu tartışmaya girmeyeyim diyorum ama el insaf! Zorluyorlar. "Bugünkü durumdan eski bir AKP'li olarak siz de sorumlusunuz" diyenlere baktığımda bu insanların en ufak mantık sahibi olmadıklarını görüyorum" dedi.
2002'nin AK Partisi ile bugünkü AKP'nin savunduğu siyasetin ve ortaya koyduğu yönetim tarzının birbirinden çok farklı olduğunu ifade eden Çamuroğlu, "O zamanlar AK Parti bir kitle partisi idi ve bizler de o zamanki çizgisinin Türkiye için yararlı olacağını düşündük, katıldık" ifadelerini kullandı.
Bir dönem AK Parti'de vekiller yapan Çamuroğlu ile bu durumu konuştuk.
"Bu durumda birinci fail iktidardır"
Sosyal medyada eski AK Partililere yönelik eleştirilere itiraz ettiniz… Nasıl bir risk gördünüz de "el insaf" diyerek görüşlerinizi ortaya koydunuz?
Türkiye'de uzun bir süredir bir kutuplaşma var. Bunun için de gerek iç gerekse dış ortam çok müsait hale geldi. Suriye iç savaşı, mülteciler, ekonomik kriz ve Türkiye'de hukukun adeta askıya alınması çok ciddi gerilimler yarattı. Elbette bu durumda birinci fail iktidardır. Yani bir ülkeyi yöneten iktidardır. Ülkede siyasi, sosyal ve ekonomik gerilimleri giderme birinci olarak iktidarın işidir. Bu noktada giderek gerilimin artırıldığını görüyoruz. Son zamanlarda özellikle de bir-iki yıldır, çok ciddi olaylara sahne oluyor Türkiye. Bunlar hakkında herhangi bir girişimde bulunulmuyor. Mesela insanlar sokak ortasında dövülüyor. Dövenler serbest bırakılıyor. İnsanlar silahla yaralanıyor, yaralayanlar serbest bırakılıyor. Bir bakan açıklama yaparak kendi bakanlığına dezenfektan sattığını itiraf ediyor, sonra o ürünlerin kullanım süresinin geçtiği, fiyatının piyasa fiyatının çok üstünde olduğu ortaya çıkıyor ama hakkında bir işlem yapılmıyor. Adeta bir kesim nüfusa hukuk uygulanırken ya da bir kesime hiç uygulanmazken birilerin de hukukun üstünde görülüyor. Artık birileri ayrıcalıklı görülüyor ve onlara ona göre muamele ediliyor.
"Ülke bir karabasana döndü"
Bu iktidarın bir dönem mensubuydunuz. Bu tarifini yaptığınız ve dile getirdiğiniz bu değişim ve dönüşüm ne zamandan beri var?
Bu olayların dönüm noktası için 2013 yılını tarih olarak verebilirim. Önce Gezi Parkı olaylarıyla başladı. 17 / 25 Aralık ile derinleşti. 15 Temmuz'dan sonra da dayanılmaz bir hal aldı artık. Ülke bir karabasana döndü. Böyle olunca bir de buna son birkaç senedir giderek katlanarak ekonomik krizi eklediğimizde tablo net bir şekilde ortaya çıkmış oluyor. Okullar açıldı, bir süre sonra da üniversiteler açılacak. İstanbul başta olmak üzere kiralık ev fiyatları çılgınca artmış durumda. Sadece bu da değil her şey fahiş şekilde artış göstermiş. Bütün bunlar bir gerilim üretiyor.
"Öfkeyi iktidara yönlendirmek pahalıya mal oluyor"
Bunları gören insanlar sizin gibi eski AK Parti'lileri mi eleştiriyorlar? Öfkelerini size mi yöneltiyorlar?
Öfkeyi iktidara yönlendirmek çok riskli bir iş. Öfkeyi iktidara yönlendirmek pahalıya mal oluyor. Bana ettikleri hakaretleri bir iktidar milletvekiline etseler, başlarına neler gelebileceğini herkes tahmin edebilir. Ben milletvekili iken bana çok hakaret edildi. Ama ben bir kişiyi bile mahkemeye vermedim. Oysa o sırada iktidardaydık. Ben de iktidarın bir parçasıydım. Ama bugün böyle bir ortam yok. Bugün birisi kalkın bir AKP milletvekiline, bana ettiği hakareti etse sürünürler.
Siz de artık AKP demeyi mi tercih ediyorsunuz?
Tabii ki… Çünkü bugünkü parti ne kadroları ne ilan ettiği program açısında benim partim değil.
"Üyesi olduğum AK Parti Türkiye için faydalı işler yaptı"
Sizin mensubu olduğunuz partiniz nasıldı? Üyesiyken sizin partinizin ortaya koyduğu icraatları rahatlıkla savunabiliyor muydunuz?
Pek çok icraatına tabii ki vicdanım rahat bir şekilde benimseyip savunuyordum. Ama yüzde 100'ü onaylıyordum demem güç. Bunu hiç kimse de savunmaz zaten. Ben, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasını isterim. O zaman bu konuda çok ciddi adımlar atıldı. Türkiye'de barışın tesisi anlamında çok ciddi adımlar atıldı. Alevilik meselesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde hiç bizim dönemimizde olduğu kadar gündeme getirilmemişti. Alevilik açısından çok büyük bir görünürlük ve sorunların çözümü ortaya konuldu.
Bunlar muhalifleri olsa da çok önemli gelişmelerdi. Kürtçe televizyon yayını düşünülemezdi bile. Ama biz oyladık ve Meclis'ten geçirdik. Başörtüsü meselesi bizim dönemimizde çözüldü. Bu sorunu çözdüğümüz için "411 el kaosa kalktı" manşetini attılar. O ellerden biri benim elimdi. Böyle baktığımızda tabii ki ben o partiye AK Parti diyorum. O partiyi de Türkiye için faydalı işler yapan bir organizasyon olarak gördüm.
"AKP'yi, Türkiye'nin başına gelmiş en önemli felaket olarak görüyorum"
Şimdi "AKP" diye ifade ettiğiniz partiyi nasıl görüyorsunuz?
Şu anki haliyle Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin başına gelmiş en önemli felaketlerden biri olarak görüyorum.
Gidişat bu derece kötü mü?
Gerekçelerim var. Türkiye'yi intikamcılıkla geleceğe hazırlayamayız. İntikamcı bir zihniyetle geleceği kuramayız. Burnumuzun dibindeki komşumuz Suriye'de bir iç savaş yaşanıyor. Sonuçlarının ne kadar vahim, ne kadar can acıtıcı ve yakıcı olduğunu görüyoruz. Türkiye'de maşallah "yiğidimiz" çok bol. Esip savurmaya, kahramanlık naraları atmaya gelince herkes gürlüyor, bağırıp çağırıyor. Bugünlerde en az ihtiyacımız olan şey budur. Bizim sakin akla, barışçı duygulara ihtiyacımız var.
"İktidara gelince, sizi şöyle, böyle yapacağız" boş laflarına, sorumsuzluğuna göz yumamayız. Ayrıca muhalif olduğunu söyleyenlerin "Sizi cezalandıracağız, mahkemelerde süründüreceğiz" falan demese siyasi olarak siyasi olarak da anlaşılabilir bir şey değildir. Bu milletin yüzde 70'i en az bir kere AK Parti'ye oy vermiştir. Milleti mi cezalandıracaksınız?
Siz bu insanlardan oy isteyeceksiniz. Nasıl isteyeceksiniz? Bu dil, Türkiye'yi kargaşaya ve kardeş kavgasına, çatışmaya götürecek bir dildir. Bu dilin reddedilmesi gerekiyor. Ve bu dilin en üst düzeyde muhalifler tarafından da reddedilmesi gerekiyor. Ama daha üç gün önce araştırmacı Kemal Özkiraz'a yapılan saldırıyı biliyoruz. Ya da "Hudut Namustur" pankartını asan çocuğa yapılanlara gördük.
Dolayısıyla her iki taraf da yani iktidar da muhalefet de bu sorunu gidermek zorunda. Çok büyük bir gerilim var ve bu gerilim ekonomiyi, yatırımları, hukuku, demokrasiyi de baltalıyor. 12 Eylül'ün birkaç ay öncesinde rahmetli Bülent Ecevit, "Bu ülke bu durumu kaldıramaz, birisi gelir düdüğü çalar" dedi. Bu ciddi bir uyarıydı. 85 milyonluk bir ülke bu büyük gerilimi kaldıramaz. Dolayısıyla siyasilerin barışçıl bir dile dönmeleri gerekiyor. Ve seçimlerin tek çare olduğunu görmeleri gerekiyor.
Zaman zaman bu konuda iktidar kanadından olumsuz şeyler de duyduk. "Bu ülkeyi bunlara mı teslim edeceğiz", "Bunlar iktidara gelirlerse ülkeyi batırırlar" gibi laflar duyduk. İktidara giden yolda tek meşruiyet aracı seçimlerdir. İktidar seçimle değişir. Siz kalkıp, seçimle gelecek iktidarı şimdiden mahkum etmeye kalkarsanız, demokratik anlayışa sahip değilsiniz demektir. Seçimler başa gelirlerse elbette tanıyacaksınız. Ne yani seçimi mi reddedeceksiniz? Eğer öyle bir anlayışa sahipseniz seçime niye gidiyorsunuz? İşte bütün bunlar için bu havanın değişmesi lazımdır.
"O zaman en büyük sorumlu Baykal'ın CHP'sidir"
İnsanların sizin gibi siyasetçilere "Bu iktidarın üyesiydiniz bugün yaşananlardan sorumlusunuz", "Oy vererek başımıza getirdiniz dolayısıyla günahına ortaksınız" deme hakları var mı?
Bir milletvekilinin oy verdiği ve vermediği yasalar ortadadır. Meclis'te verdiğim röportajlar yaptığım açıklamalar mevuttur. Ben AK Parti'deyken bazı yasa tekliflerine oy vermedim. Mesela 2010'daki anayasa değişikliğine oy vermedim. Teklif getirilirken imza istediler benden ama teklife de imza atmadım. Çünkü katılmadığımı beyan ettim. Bir milletvekili söylediklerinden, verdiği oylardan, yaptığım konuşmalardan, röportajlarından ve açıklamalarından sorumludur. Ayrıca parti yöneticisi değildim. Partinin karar organlarından bulunmadım. Yani MKYK ya da MYK'da bulunmadım. Yönetimi etkileyecek pozisyonlarda değildim. Partiyi etkileyecek organların hiçbirinde yoktum. 2008 yılında o zamanın başbakanın Sayın Erdoğan'ın danışmanlığından istifa ettim. Dolayısıyla beni Gezi'den, ekonomik krizden, kanunsuz tutuklamalardan sorumlu tutabilecek bir nokta yoktur. Ayrıca AK Parti'ye oy verenlerin sorumlu olduğunu iddia etmek, bu sorumluluk kelebek etkisinde de vardır.
Amazonlardaki kelebeğin kanat çırpması bizi de etkiler misali. Eğer ısrar edenler varsa durum işte budur. Bunun karşılığında şu da söylenebilir. "Baykal'ın CHP'si de Tayyip Erdoğan'ın yasağını kaldırmıştır. Başbakan olmasını sağlamıştır. En büyük sorumluluk onların. Bunlar saçma sapan işler. Bir oy veren kişiyi, bütün bu olaylardan sorumlu tutamazsınız. Yetki sahibi olmayan birilerini bu günahlara ve yanlışlara ortak edemezsiniz. Böyle bir şey olur mu? Orta da suç varsa onu yapana hesap sorulur. Çünkü suç ferdidir. Oy verene hesap sorulmaya kalkarsanız bunun adı intikamcılık olur. Bugünün AKP'lilerinin yaptıklarından dünün AK Parti'lileri sorumlu tutulamaz
"Türkiye 2002 öncesine dönemez, askeri ve dini vesayetle yönetilemez"
Bu niye yapılıyor? Sizin gibi insanlara bu eleştiriler niçin getiriliyor?
Bunun çok çeşitli nedenleri olabilir. Öfke kontrolünün olmaması, intikamı makbul bir şey saymak gibi. Bu durumun psiko-sosyal tarafları da vardır. Bunun cehaletle ilgili tarafları da bulunuyor. En önemli yanlarından biri de Türkiye'yi 2002 öncesindeki vesayet ortamına geri döndürebileceklerini zannedenlerden de kaynaklanan bir tarafı vardır.
Türkiye, artık ne 2002 öncesine dönebilir ne de böyle devam edebilir. Onun için yeni bir Türkiye kurulmalıdır. Gerçek anlamıyla demokratik, asker veyahut diyanet vesayetinin olmadığı yeni bir Türkiye kurulmalıdır. Türkiye'nin din vesayetiyle de yönetilmesi mümkün değildir. Çünkü Müslümanlar arasında dahi bin tane şeriat tanımı vardır. Türkiye'de Müslümanlar dışında farklı inançlara sahip insanlar da yaşamaktadır. Ama Türkiye'nin seküler dinlerle de yönetilmesi mümkün değildir.
"Valilerin seçilmesi gerektiğini konuşuyorduk, şimdi seçilenler görevde alınıyor"
O zaman çözüm ne olmalıdır? Bunu kimler sağlamalıdır?
Bunun çözümü bellidir aslında. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir zaman söyledi ama sonra unuttu. "Avrupa Birliği, bizi kabul etmezse bile Avrupa kriterleri yerine Ankara kriterlerini getirir yolumuza devam ederiz" demişti. Fakat Ankara kriterlerinin böyle olacağından bahsetmemişti. Bunun yolu belli. Türkiye demokratik bir toplum olmalıdır. Demokratik bir devlet olarak parlamenter sistemle yönetilmelidir. Bu doğrultuda parlamenter sisteme geri dönmelidir. Türkiye mutlak merkeziyetçilikle yönetilebilecek bir ülke değildir. Osmanlı bile bunu başaramamıştır. Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Sultan Selim zamanında, bir süre şahıs devleti olabilmiştir. Ama ondan sonra padişahlar bile devleti tek başına temsil edememişlerdir. Onun için Türkiye demokratik bir şekilde yönetilebilir. Yerinden yönetimin güçlendirildiği bir yönetime kavuşması gerekiyor.
Bir dönem valilerin seçiminden bahsediliyordu şimdi seçilmiş belediye başkanları görevden alınıyor. Onların yerine kayyum atanıyor. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Çünkü bunların bedeli devletin meşruiyet kaybetmesi olarak yaşanıyor. Her işlemde devlet bir ölçüde meşruiyetin yitirir. Bu nereye kadar devam edebilir. Sopa zoruyla devlet yönetilmez. Bunun gelip dayanacağı bir nokta vardır.
"Ortada bir parti görmüyorum"
Dünün AK Partisi ve bugünün AKP'si siyasi ömrünü tamamladı mı? Bir sonraki seçimler bunların durumu ne olur? Bu konudaki öngörünüzü paylaşır mısınız?
Ben artık ortada bir parti görmüyorum. Allah geçinden versin Sayın Cumhurbaşkanı vefat etse partinin falan kalacağını düşünmüyorum. Ortada parti yok. Sayın Erdoğan var. Bütün yapı Erdoğan'ın üzerine kurulmuştur. Günümüzde bu yapının devam edebilirliği yoktur.
Bunu AK Parti'liler de öngörmüşler midir?
İnşallah farkına varmışlardır da barışçı bir gidiş süreci tasarlarlar. Bugün valileri, hakimleri, savcıları ve neredeyse avukatları bile tek parti atayacak. Bu sistem devam edemez. Gelecek için en riskli gördüğüm şey şudur: Bir başkan seçilir ve o başkan parlamenter sisteme geçmemek için ayak sürümeye başlar. Elindeki yetkiler hoş gelir, kibir kendini göstermeye başlar ve parlamenter sisteme geçmemeye direnirse işte asıl tehlike yaşanır. Onun için tüm başkan adaylarının öncesinde kamuoyu önünde kendi bağlayacak sözler vermesi ve bunun gereğini yapacağına dair vaatte bulunması gerekiyor.
© The Independentturkish