İslam ülkelerinde sorunlar bitmek bilmiyor. Özellikle yönetim kaynaklı problemler uzun sürüyor.
Demokrasi ise kimilerine göre sadece araç. Bu nedenle İslam ülkelerinde faaliyet gösteren bazı yapıların yönetimi değiştirme ve alternatif idare şekillerine ilişkin talepleri devam ediyor.
Bu talepleri reddeden yönetimler ise genelde şiddete başvuruyor. Bu nedenle birçok İslam ülkesinde iç savaş, kaos, kriz ve çatışmalar yaşanıyor.
Bunların en bariz örnekleri Mısır, Suriye, Irak, Afganistan, Yemen, Fas, Tunus ve Lübnan.
Akademik çalışmalar yapan birkaç genç bir araya gelerek bu durumu yazdı.
"İslam Dünyasında Alternatif Düzen Talepleri" isimli kitap Hece Yayınlarından piyasaya çıktı.
Kitabın editörlüğünü ise Dr. Ahmet Aktaş, yaptı.
Aktaş aynı zamanda birçok ülkede faaliyet gösteren ve birçok devletteki dini referanslı örgütü de etkileyen Müslüman Kardeşler bölümünü yazdı.
Siirt Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak göre yapan Aktaş ile kitap üzerinden İslam ülkelerinde alternatif düzen talebinde bulunan yapıları konuştuk.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İslam dünyasında kimler alternatif düzen talebinde bulunuyor? Dr. Aktaş: Taliban iktidarı, birçok örgüte motivasyon kaynağı olacak
"İslam Dünyasında Alternatif Düzen Talepleri" isimli bir kitabına imza attınız. Kim ne talebinde bulunuyor?
İslam dünyasındaki din referanslı muhalif grupların yöntem ve argümanları farklılaşsa da temelde Batı'nın tahakkümünden kurtuluş, İslami kurallara göre yönetilen, halkın huzur ve refah içerisinde olduğu bir toplum/devlet inşa etmeyi hedeflemektedirler. Batı orijinli yönetim sistemlerinin yerine İslam'ın temel referans olarak kabul edildiği şeriata uygun idarelerin kurulması talep edilmekte. Bu taleplerin karşılanması için bazı gruplar siyasal parti olarak faaliyet yürütürken bazıları da dernek, STK, eğitim kurumları vb. aracılığıyla faaliyet yürütmektedirler.
"İhvan birçok harekete öncülük etmiştir"
Hangi İslam ülkelerinde hangi yapılar ön plana çıkıyor?
İslam coğrafyasında birbirine benzer hedeflerle faaliyet yürüten birçok dini-politik hareket bulunmaktadır. Bu yapılanmaların başında İslam coğrafyasındaki birçok harekete doğrudan ya da dolaylı olarak etki eden İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) gelmektedir. 1928 yılında Mısır'da Hasan el-Banna önderliğinde kurulan İhvan; örgütsel yapılanması, ideolojisi, hedefleri bakımından İslam coğrafyasındaki birçok harekete öncülük etmiştir. Bu yönüyle İslam dünyasındaki dini-politik hareketler denildiğinde akla ilk gelen yapılanma İhvan'dır. Hedefleri bakımından İhvan ile benzerlik gösteren ve Mevdudi'nin önderliğinde Hindistan/Pakistan'da faaliyet yürüten Cemaat-i İslami önemli bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. Irak'ta özellikle Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde (IKBY) Ali Babir'in liderlik ettiği ihvan orijinli Kürdistan Camaat-i İslami hareketi de etkin oluşumlardan bir diğeridir. Lübnan'da ise İran destekli kurulduğu ifade edilen Hizbullah, ön plana çıkıyor. Tunus'ta Raşid Gannuşi'nin liderlik ettiği ve günümüzde daha çok siyasal bir parti olarak faaliyet yürüten en-Nahda hareketi ise Kuzey Afrika'nın önemli yapılanmalarından birisi olarak göze çarpmaktadır. Malezya'da ise kısaca ABİM olarak ifade edilen Angkatan Belıa Islam Malaysia / Malezya Müslüman Gençlik Hareketi öne çıkmaktadır.
Bunların yanı sıra bu projenin ikinci kitabında ele almayı düşündüğümüz başka hareketler de elbette söz konusudur. 1952 yılında bir zamanlar İhvan'ın Ürdün'deki faaliyetlerinde önemli bir aktör olan Takiyuddin en-Nebhani önderliğinde faaliyet yürütmeye başlayan, günümüzde 45 farklı ülkede örgütlenmiş olan Hizb-ut Tahrir; 1994 yılında Afganistan Kandahar'da kurulan ve son dönemlerde Afganistan'da yönetimi ele geçiren Taliban; 1998'de Cuma Namangi ve Tahir Kerimov tarafından kurulan Özbekistan İslami Hareketi gibi yapıları da saymak mümkündür.
"Savaş ve cihadı yöntem olarak benimseyen de var"
Bunların amacı nedir? Bu örgüt ve yapıları nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Bu örgütlerin karakterleri, hareket metotları, arzu ettikleri hedeflere ulaşmak için kullandıkları argümanları farklılık göstermektedir. Bazı gruplar İslami bir düzen için doğrudan savaşı ve cihadı bir yöntem olarak benimseyerek tepeden bir dönüşümü hedeflerken; bazıları da alternatif kamusal alanlar oluşturmak, alternatif siyasal söylemler geliştirme suretiyle toplumu ve devleti tabandan dönüştürmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla her yapıyı kendi şartları ve stratejileri bağlamında değerlendirmek gerektiği kanaatindeyim.
Malum olduğu üzere bugünlerin en çok tartışılan yapısı Taliban. Afganistan'da faaliyet gösteren ve ülkenin kontrolünü ele geçiren Taliban nasıl bir yapıdır? Asıl amacı nedir? Yabancı işgallere karşı mı mücadele ediyor yoksa ülkesindeki farklıları yok mu etmek istiyor?
Bugünkü Afganistan sınırları, ilk olarak 18. yüzyılın başında Ahmed Şah Dürrani'nin hakimiyeti döneminde belirlenmiştir. Ülkenin coğrafyası iki temel kültür havzası üzerine şekillenmiştir. Birincisi kuzey ve batı bölgelerinde etkin olan ve Farsça ile Türkçenin konuşulduğu, yaşadığı Horasan kültürü, ikincisi de doğu ile güneyde baskın olan Pakistan ve Hint ile daha akraba olan Peştu dili ve kültüründen oluşmaktadır. Hindikuş Dağları veya Salang Geçidi bu kültür bölgelerinin sınırları olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihte ve günlük hayatta genelgeçer dil Farsça olsa da ulusçuluğun yükselişiyle ve Peştunların baskın nüfus olmasından dolayı Peştucanın da yaygınlaşmaya başladığı ve son iki yüz yıldır Peştun nüfusun kuzeye de iskan edildiği görülmektedir.
Geçen yüzyılın başında Türkiye'dekine benzer şekilde sekürleşme hareketini yürütmek isteyen Emanullah Han hükümeti başarısız olmuş ve yüzyılın ortasında da dünya genelinde olduğu gibi ülkede solculuk hareketleri ivme kazanmıştır. Ancak Sovyet yanlısı hükümete darbe yapılması ile Afganistan, Sovyet işgaline maruz kalmıştır. Komünistlerin Afganistan'da tutunmasını engellemek için mücahitler adı altındaki yerel direniş kuvvetleri Batı tarafından desteklenmiştir. Sovyetlerin geri çekilmesi ile neticelenen süreçte, her biri bir kavmin veya mezhebin temsilcisi olan mücahit grupları kendi aralarında iktidar savaşına girmişlerdir. Yaşanılan süreç savaş ağalarının ve sosyal hayatta güç ile nüfus tabanlı derebeyliklerin kurumsallaşmasına neden olmuş, savaşlardan yorgun düşmüş halk daha da devam eden baskıların ve keyfilerin hedefi olmuştur. Mücahitler hükümeti de tam düzeni ve asayişi sağlayamadığı için özellikle medreselerde eğitim görmüş din adamları, hukuku kendi başlarına sağlamaya çalışmaya başlamışlardır. Kandahar'da Molla Ömer adı etrafında toplanan ve din adamlarından oluşan bir hareket, halka adalet sağlayacağına dair bir umut sağlamıştır. Daha önce Sovyet işgaline karşı direnen gruplardan biri olan ve medrese öğrencileri adına taşıyan Taliban, bir harekete dönüşmüş ve birçok ülkenin vekalet savaşının yürütüldüğü Afganistan'da hakimiyeti ele geçirmeyi başarmıştır.
"ABD karşısında Çin, Rusya, İran ve Taliban arasında dolaylı bir ittifak söz konusu olmuştur"
Ancak 11 Eylül saldırıları ve El-Kaide liderlerini barındırdığı gerekçesiyle 5 yılın sonunda ABD tarafından Taliban hükümeti devrilmiş ve Taliban üyeleri Pakistan'a geçmek zorunda kalmışlardır. Nitekim medrese ağlarının çoğunun Pakistan'da olması sebebiyle Taliban kendini koruma ve yeniden geliştirme imkanını tekrar Pakistan'da bulmuştur. Pakistan, Batılı müttefiklerin kendi sınırları içerisindeki Taliban yerlerine saldırmasına izin vermemiştir. Pakistan'da azınlık olduğu halde Peştunların sayısı, Afganistan'da hakim unsur olan Peştun nüfusunun neredeyse iki katıdır. Bu açıdan kendi azınlık unsurunu kontrol edebilme ve Afganistan'ın güçlenip kendisi için bir risk oluşturmaması ve ekonomik bir pazar olma konumunu kaybetmemesi için Pakistan'ın Taliban hareketi üzerinden Afganistan'ı kontrol altında tutmaya çalıştığı söylenebilir.
Süreç içerisinde Pakistan'ın yeni gelişen ekonomik güç Çin'e yaklaşması, ortak düşman veya rakip ABD'nin karşısında Çin, Rusya, İran ve Taliban arasında dolaylı bir ittifak söz konusu olmuştur. Batılıların yanı başında bulunan bir ekonomik pazar, maden hazinesi ve stratejik bir bölgeden çekilmesini arzulayan Çin, bu bölgeyi aynı emellerle kullanmak ve tarihi İpek Yolu güzergahını, Tek Kuşak Tek Yol projesi olarak hayata geçirmek için bölgeyi güvence altına almayı planlaması muhtemeldir. NATO devletleri tarafından yirmi yıldır desteklenen Afganistan İslam Cumhuriyeti ise yolsuzluk, rüşvet, adam kayırmacılık, ırki ayrımcılık, hukuksuzluk ve temel altyapı hizmetlerinin eksikliği gibi kronik konular yüzünden halk ile arasında büyük mesafeler açılmıştır. Mücahitler dönemindeki savaş ağaları ve derebeylerin yerini resmi unvanlar aldığı halde değişmeyen pek bir şey olmadığından dolayı halk ile devlet arasındaki boşluğu özellikle kırsalda Taliban doldurmuştur.
ABD ile Taliban anlaşmasından sonra NATO müttefiklerinin ülkeden ayrılacağı belli olmuş, devletin askeri yapıları hızla çözülmeye başlamış ve ilçelerden sonra il merkezleri de tümüyle Taliban'ın eline geçmeye başlamıştır. Bu çözülmede de birkaç husus ön plana çıkmaktadır. Özellikle üst kademelerin usulsüzlüklerinden dolayı askerlerin ne ve kim için savaşacaklarına dair inançlarının azalması ve diğer taraftan kendilerine mücahit yakıştırmasını yapan ve kafirlerle işbirliği içinde olanlara karşı cihad ilan eden Taliban üyelerinin dini motivelerinin çok yüksek olması söylenebilir. Bunun yanında kuzeyde ve batıdaki bazı illerin dışında genelde il merkezlerinin doğrudan teslim edilmesi, yeni Afganistan'da Taliban'a rol biçildiği anlaşılabilir. ABD'nin Çin'in planladığını aksine bölgeyi bir daha terör faaliyetlerinin merkezi yapıp aşırı güçlenmekte olan bir ülkenin başına bela etmesi söz konusu olabilir.
Taliban ideolojik olarak siyasal İslamcılığın bir temsilcisidir. Temel savları ortak (zaman ve gelecek tasavvurları, cemaat ve toplum tasarımları, tanrısal yargı ve hakimiyet, emri bilmaruf nehyi anil münker gibi) olmakla birlikte bazı noktalarda ayrışır. Muhtevayı değil metni esas alır, radikaldir, şiddeti benimser, şeriatı zahirinden yanadır, emir ve yasaklar önceliklidir.
Taliban'ın etkin medrese eğitimiyle dini grup özelliğini canlı tuttuğu bir gerçektir. Hanefilik fıkhını temel aldığı ve uygulamaya çalıştığı tartışmasız bir durum iken Arabistan ve Pakistan hattından gelen radikal dini yaklaşımları da yöntem olarak belirlediği dikkat çekmektedir. Diğer taraftan, kılık kıyafet ile kadın ve eğitim hakları bugünkü Taliban'ın konuşmaya cesaret ettiği ama uygulamada hala sorun yaşadığı konulardır. Diğer taraftan Pakistan'dan gelen Peştunların Afganistan demografisini değiştirmesi ve Türk ile Taciklerden oluşan Horasan kültürünün daha da zayıflaması riski bulunmaktadır.
Sonuç olarak temelde Peştunların günlük din anlayışını ele alan bir grup iken baskıcı yönetimler karşısında çevrede kalan diğer unsurları da içine almayı başarabilmiş bir hareket olan Taliban, günümüz dünyasında uygulamada ya farklılıkları kabul edecek ya da yakın gelecekte zayıflamaya ve parçalanmaya gidecek bir yapı özelliği taşımaktadır.
"İdeolojik bağın yani sıra stratejik çıkarların uyuşması da var"
Taliban, Pakistan'daki Cemaati İslami hareketinden etkilenmiş olabilir mi? Ya da Pakistan'daki Cemaati İslami'nin Taliban üzerindeki etkisi nedir?
Cemaat-i İslami ile Taliban arasında evvela ideolojik bir bağdan bahsedilebilir zaten siyasal İslamin temel savlarında örtüşürler. Ancak Cemaat-i İslami, Taliban gibi çok katı değildir. Dönemin şartlarını da göz önünde bulundurarak İslam'ın modern yorumuna da yer verir. Taliban, Afganistan güç dengeleri açısından merkezi konum teşkil ettiği için, diğer İslami yönetimler gibi Pakistan yönetimi bu konuda desteklerde bulunmaktadır. İdeolojik bağın yani sıra stratejik çıkarlar da böyle bir realiteyi elzem kılmaktadır
"İhvan, İslam'a uygun bir devlet ve toplum istiyor"
Kitapta genişçe yer verilen Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) sadece Mısır'da örgütlü bir yapı değil. İhvan ne istiyor?
Tek bir cümle ile ifade edecek olursak İhvan İslam'a uygun bir devlet ve toplum istiyor. İslam'ın öngördüğü şekilde yönetilen bir devlet, İslam'a uygun bir toplum, emperyalistlerin tahakkümünden kurtulmuş ve diğer Müslüman ülkelerle yakın işbirliği içerisinde olan bir toplum ve devlet inşa etmek istiyor.
İhvan'ın taleplerini dini, siyasi, toplumsal ve ekonomik talepler olarak sıralamak mümkündür. Siyasal anlamda İhvan'a göre Batılı emperyal güçler, İslam dünyasındaki birçok devleti işgal etmiş ve orada İslam'a uygun olmayan yeni yönetim tarzları kurmuştur. Bağımsız olan Müslüman ülkeler de Batı orijinli yönetim anlayışları benimsemiştir. Dolayısıyla ilk hedef, Batı kuklası olan idareciler ve onlarla birlikte yönetim sistemlerinin devrilip onun yerine İslam şeriatına uygun yeni yönetimler kurulmalıdır.
Dinsel anlamda halkın dinin gerekliliklerini yerine getirmediği, İslam'ın öngördüğü şekilde bir hayatın yaşanmadıklarını; bu nedenle halkın dini olarak bilinçlendirilmesi ve bunun neticesinde de İslam'ın istediği tarzda bir dini yaşantının oluşmasını talep etmektedir. Bu kapsamda, alkol tüketme, kumar, zina gibi fiillere yönelik bazı düzenlemelerin yapılmasını talep etmektedir. Ekonomik olarak özellikle faizin yasaklanması, işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi, işsizliği ortadan kaldırmak için devlet müdahalesi gibi talepleri söz konusudur.
Öte yandan İhvan'ın, Kur'an'ın kesin bir açıklamasını yaparak onun yanlış anlaşılmasını engelleme; Mısır'ı ve diğer İslam ülkelerini Kur'an etrafında bileştirme; Müslümanların ekonomik refahını yükseltme; Sosyal adaletsizliği giderici önlemler alarak duyarsızlığı, fakirliği ve hastalıkları en aza indirme; İslam dünyasını yabancı haki¬miyetinden kurtarma; İslami ilkeler çerçevesinde evrensel barışı sağlamayı hedeflediğini söyleyebiliriz.
İhvan bu hedeflerine ulaşmak adına birçok faaliyette bulunmaktadır. Başka bir deyişle sadece talep etmekle kalmıyor, bunların gerçekleşmesi için alternatif kamusal alanlar oluşturmaktadır. İhvan, arzuladığı toplumun inşası adına halkı dini ve toplumsal anlamda bilinçlendirmek için okul dernek vb. kamusal alanların açılması, sağlık hizmetlerini İslam'i usullere göre veren hastanelerin kurulması, iş imkanları sunması, faizsiz bankacılılık modeli geliştirmesi gibi birçok faaliyet yürütmektedir.
"Terör örgütü olarak ilan edildi"
Gelinen aşamada Suriye, Mısır, Tunus ve Libya'da faaliyet gösteren Müslüman Kardeşlerin durumu dedir?
Müslüman Kardeşler, Mısır'da yaşanan askeri darbeden sonra terör örgütü olarak ilan edilmiş, başta seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi olmak üzere birçok İhvan üyesi veya sempatizanı tutuklanmıştır. Mısır özelinde İhvan'a yönelik politikalar örgütün etkinliğini sınırlamıştır. Suriye'de mevcut durumun Esad lehine dönmesi, Libya'da Kaddafi'den sonra siyasi istikrarın henüz sağlanamamış olması diğer yapılar gibi Müslüman Kardeşlerin etkinliğini azaltmıştır. İhvan'ın birçok ülkede terör örgütü olarak kabul edilmesi de onun gücünü ve faaliyet alanlarını kısıtlamıştır.
Suriye ve Mısır'da açık şekilde "terörist örgüt" olarak görülen İhvan kaybetti mi? İhvan'a kaybettiren nedir?
Eğer kayıp derken İhvan'ın ideolojisi kastediliyorsa bence İhvan kaybetmemiştir. Zira günümüzde başta Mısır olmak üzere İslam coğrafyasının birçok ülkesinde İhvan ve onun ideolojisinin takipçileri bulunmaktadır. Ancak siyasal alandaki güçten bahsediliyorsa elbette İhvan seçimle elde ettiği kazanımları askeri darbe neticesinde kaybetmiştir.
Siyasal etki anlamında İhvan kaybettiren şeyleri üç farklı noktadan değerlendirmek mümkündür. Bunlardan birincisi İhvanın dışında gerçekleşen, küresel güçlerin bölgedeki çıkarlarını koruma isteğidir. Küresel güçlerin "daha yönlendirilebilir" aktörlerle çalışma isteği bunda etkili olmuştur. İkinci husus ise İhvan'ın toplumun belli bir kesiminden gelen yeniden seçim talebinin uygun bir siyasetle yönetememesidir. Üçüncü husus ise, Mısır siyasetinde ordunun her zaman önemli bir faktör olmasıdır. 1952 yılında Hür Subaylar darbesinden sonraki süreçte sırasıyla Cemal Abdunnasır, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek ülkeyi yönetmiştir. Söz konusu bu yöneticilerin hepsi ordu kökenlidir. Dolayısıyla Mısır siyasetinde ordunun yadsınamaz bir etkisinin olduğunu söyleyebiliriz.
"Irak Kürdistan'ındaki dini yapılar Türkiye'deki İslamcı görülen partilerde ayrışıyor"
Irak Kürdistan Bölgesi'ndeki İslami hareketler ne istiyor? Kürt siyasetinde bir etkinlikleri var mıdır?
Irak Kürdistan Bölgesi'ndeki güçlü İslamcı hareketler siyasal partiler olarak faaliyetlerini yürütmektedirler. Bu partilerin dini ve etnik kimlik etrafında yürüttükleri bir mücadeleden söz edilebilir. Kürt kimliğinin İslam'dan ayrılamaz bir cüz olduğu argümanı İslamcı partiler nezdinde merkezi bir yer işgal etmektedir. Seküler Kürt hareket ve partilerle bu zeminde bir tartışma içindedirler. "Nasıl bir Kürt kimliği?" sorusunun "Müslüman Kürt" şeklinde cevap bulduğu görülmektedir. Kürdistan bölgesi Irak anayasasına hem idari hem de yasalar temelinde bağlı olmak zorundadır. Irak Anayasası İslami bir anayasa olarak tanımlanmaktadır. Buna göre Kürdistan bölgesi de bu anayasanın gereklerini yerine getirmek zorundadır. İslamcı partiler ile seküler Kürt partiler arasındaki merkezi tartışma konusunun bu olduğu söylenebilir. İslami bir anayasaya bağlı olan bir Kürdistan mı yoksa seküler bir anayasa ile idare edilecek Kürdistan mı etrafında yürütülen tartışmalar, bölgenin siyasal zemininde yaşanan tartışmalara ışık tutmaktadır. İslamcı partilerin Irak anayasası çerçevesinde anayasal meşrutiyetinden söz edilebilir. Bunun argümanlarını güçlendirmek için kullanmaktadırlar. İslamcı partiler güçlü bir Kürt kimliği ve Kürt devleti talebini İslami zeminde temellendirerek Kürdistan bölgesinde toplumsal ve siyasal arenada aktör olabilme çabası içindedir. Seküler Kürt partilerin alternatifi olmak iddiasındadırlar. Girdikleri seçimlerde de oyların yaklaşık yüzde yirmisini almaktadırlar. İslamcı Kürt partilerin parti tüzüklerinde İslami referanslara yapılan vurgular bu partilerin açık İslamcı kimliklerini yansıtmaktadır. Bu anlamda da Türkiye'de İslamcı olarak görülen partilerden ayrıldıklarını söyleyebiliriz.
Lübnan'daki Hizbullah, ne istiyor? Kimin kontrolünde ve hangi ülkeler tarafından finanse ediliyor?
Lübnan Şiilerini, mezhepsel bakımdan Mahrumlar Hareketi etrafında toplayan ve EMEL örgütü adı altında da milis bir yapı altında teşkilatlandıran Musa Sadr'ın, Libya seyahati sırasında kaybolmasıyla süreç içerisinde EMEL hareketi sol ve seküler bir çizgiye kaymıştır. Özellikle, İran devriminin başarılı olmasıyla Lübnan Şiileri içinde de yeniden hareketlenmeler başlamıştır. İran'ın yönlendirmesiyle önceleri gizli de olsa İslami Direniş ile İslami EMEL adıyla ortaya çıkan ve sonrasında Hizbullah adında karar kılmak üzere yeni bir oluşuma girmişlerdir. Lübnan'da uzun süre devam eden yıkıcı iç savaş dönemi, 1989 yılında Taif Anlaşması ile sonlandırılmış ve tüm grupların silahlarını bırakması hedeflenmiştir. Ancak toplantıya çağrılmayan, henüz resmi açıdan belirgin bir oluşum olmayan ve güneyden de İsrail'in saldırılarına direnç gösteren Hizbullah'a silah bırakma zorunluluğu dayatılmamıştır. Muhammed Hüseyin Fadlallah, bu süreçte Lübnan Şiilerinin ruhani lideri olarak ön plana çıkmıştır ve örgüt olarak Hizbullah'ın resmi ilanı da 1985 yılındaki "Açık Mektup" ile gerçekleşmiştir. Hizbullah'ın ilk genel sekreteri Subhi El Tufeyli, Lübnan hükümeti ile iyi ilişkileri devam ettiremediği için 1991'de iki yıllık görevinden ayrılmak zorunda kalır. Sonraki süreçte, genel sekreterliğe seçilen Seyyid Abbas Musevi'nin 1992'de İsrail tarafından öldürülmesiyle genel sekreterliğe Hasan Nasrallah seçilmiştir.
Lübnan Hizbullahı hareketi veya grubu, özellikle Batı literatüründe çokça işlenmesine rağmen genel itibarıyla, bir terör örgütü seviyesinde veya bizim akademide uluslararası ilişkiler alanında sadece devlet dışı bir silahlı örgüt ve parti olarak ele alınmaktadır. Ancak Lübnan Hizbullahı da Lübnan'daki diğer dini gruplar gibi sosyal, kültürel ve inançsal temeller taşıyan bir cemaat özelliği taşımaktadır. Bununla ilişkili olarak Lübnan Hizbullahı'nın sosyal, dini, ekonomik ve altyapı hizmetleri gerçekleştiren STK'ları ve bunların tanıtımını sağlayan yayın grupları bulunmaktadır.
"İran, devrim ihracı politikalarıyla destekliyor"
Bilindiği üzere İran, devrim ihracı politikalarını diğer ülkelerde kurduğu veya desteklediği örgütler üzerinden gerçekleştirmekteydi. Bununla ilişkili olarak devrim ihracı politikalarına uygun şartlara sahip Lübnan'da, Hizbullah'ın kurulmasının önü açılmıştır. Bu açıdan çok etnikli, dini ve mezhebi yapısı ile Lübnan, Şiiliğin yükselişe geçtiği bir coğrafya parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Lübnan Hizbullahı'nın "On İki İmam Şiiliği" inancında olduğundan dolayı Humeyni'nin velayet-i fakih inancına tümüyle bağlı olduğu söylenebilir. Böylece Mehdi gelene kadar vekalete talip olma düşüncesi ile kendilerinin seçkin olduğu çıkarımına ulaşmaktadırlar. Nitekim kuruluş aşamasında, isimlerine ümmet-i Hizbullah tanımını yakıştırmaları ve parti yöneticilerinin örgüt ve grupları için ayetlerden deliller getirmeleri bu zihin dünyasının ipuçları olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca "Allah'ın partisi" yakıştırmasını kendilerine isim olarak belirlemeleri bir bakıma siyasetin, dini düşüncelerini ne kadar şekillendirdiğini açık bir şekilde göstermektedir. Bunun dışında, Direniş Cephesi olarak kendilerini tanımlamalarıyla dış düşman olarak gördükleri Amerika ve İsrail ile mücadele etmek ve içeride İslami bir düzen tesis etmek söylemiyle, mezhepsel anlayışın ön plana çıkmasını sağlamak hedeflerini taşımaktadırlar.
Sosyal bir grup olarak Hizbullah'ın sağlık, eğitim ve altyapı alanlarında gerçekleştirdiği faaliyetler, Lübnan'daki konumunu benzersiz kılmaktadır. Yine, kendi üyelerinin de sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışması Hizbullah'ı toplumsal hayatta etkin bir dini grup haline getirmektedir. Böylece, belirli bir inanç düzlemine sahip, grup özellikleri ile bir cemaat ruhunu taşıyan Hizbullah'ın sosyal bir grup olarak üçüncü sacayağı da askeri veya sosyal olarak gerçekleştirdiği eylemlerini bir ibadet olarak gördüğü muhakkaktır. Öte yandan algı bakımından İsrail'e karşı mücadelesi ile İslam dünyasında edindiği sempatiyi Suriye savaşına bilfiil iştirak edip Esad rejiminin koşulsuz savunmasıyla artık kaybetmeye başladığı hususu tartışılmaktadır.
"Örgütlerin "zor" ve "şiddet" ekseninde faaliyet yürütmeleri, kısa vadede etkili olabilir"
Kimileri tarafından "İslami muhalefet" olarak değerlendirilen bu örgütlerin etkinliği neye göre artıp azalıyor. Örneğin Arap Baharı ile birlikte sesleri kesildi mi?
Örgütlerin etkinliğini etkileyen birçok husus bulunmaktadır. Bunlardan birincisi mesajlarının içeriğidir. Bir örgütün söylemlerinin tabanda karşılık bulması, onun etkinliğinin artmasından son derece önemlidir. İçinde doğup geliştiği toplumun gündemiyle ilgisi olmayan bir yapılanmanın destek bulması pek kolay değildir. Halkın sorunlarına eğilen, onların yaşadıkları sorunlara kalıcı çözüm getiren (en azından getireceğine inandıran) yapıların etkinliği doğal olarak artmaktadır. İkinci önemli husus belirlenen hedeflere ulaşmak için kullanılan yöntemlerdir. Örgütlerin "zor" ve "şiddet" ekseninde faaliyet yürütmeleri, kısa vadede etkili olabilirken uzun vadede "zor" faktörünün ortadan kalkmasıyla desteğin yitirilmesi muhtemeldir. Bir örgüte tabandan gelen desteğin rıza ve iknaya dayalı olması o yapının daha güçlü ve uzun ömürlü olmasını sağlar. Siyasi konjonktür de örgütlerin etkinliğinin artması veya azalmasında etkili olan bir diğer husustur. Taliban üzerinden gidecek olursak; Afganistan'ın Sovyet işgali ile başlayıp Amerikan İşgali ile devam eden sürecinde gerek siyasi gerekse ekonomik ve toplumsal olarak yaşanan ve gittikçe kökleşen sorunlar, Taliban'ın taban bulmasında etkili olmuştur.
Arap Baharı birçok ülkede emperyalist güçlerin baskıları kimi zaman da doğrudan müdahaleleriyle akamete uğramış bir süreçtir. Dolayısıyla "İslami Muhalefet" olarak ifade edilen bazı yapıların idealize ettikleri toplumu inşa etmede başarılı olup olmayacaklarını test etme fırsatımız olmadı. "Arap Baharı'nın" yaşandığı ülkelerde maalesef demokratik değerler çerçevesinde yeni yönetimler kurulamadı. Sadece Tunus'ta belli bir olgunluğa erişen demokratik bir yönetim kurulabildi. O da temmuz ayında Cumhurbaşkanı Kays Said'in Başbakan Hişam el-Meşişi'yi görevden alarak Meclis'in yetkilerini 30 gün boyunca dondurması ile akamete uğramış durumdadır. Öte yandan Mısır'da Mursi'nin göreve gelmesinden bir yıl sonra Sisi liderliğindeki darbe ile iktidardan uzaklaştırılmasıyla tekrardan demokratik olmayan bir yönetim tarzına dönüldü. Yeni yönetimlerin muhalifleri baskılamak hatta yapabilirlerse ortadan kaldırmak adına yaptıkları uygulamalar elbette "İslami Muhalefet" olarak adlandırılan bu yapıların etkinliğini ciddi derecede sınırlamıştır. Nitekim Mısır'da İhvan doğrudan terör örgütü olarak ilan edilmiş ve ona yönelik ciddi baskılar uygulanmıştır. Ancak sadece baskıcı yöntemlerle bu tarz yapıların tamamen ortadan kalkması mümkün değildir. Bu tarz yapılar fırsat buldukları ilk anda tekrardan güçlü birer muhalif olacaklardır.
"Taliban'ın Afganistan'daki yeni pozisyonu diğer grupları cesaretlendirebilir"
Taliban'ın iktidara gelmesiyle cesaretlenip taleplerini daha yüksek sesle dillendirebilirler mi?
Taliban'ın Afganistan'da iktidarı tekrardan ele geçirmesi birçok örgüt için yeni bir motivasyon kaynağı olma potansiyeli taşıdığını söylemek mümkündür. Nitekim 1979'da Humeyni liderliğinde başarıya ulaşan İran İslam Devrimi benzer hedeflerle faaliyet yürüten yapılara motivasyon sağlamıştır. Örneğin Türkiye'deki Hizbullah'ın bu süreçten sonra aktif hale geldiğini görmekteyiz. Dolayısıyla Taliban'ın Afganistan'daki yeni pozisyonu diğer grupları cesaretlendirebilir. Ancak şu hususu da göz ardı etmemek gerekiyor. Taliban'ın iktidarı ele geçirdikten sonra gerek iç siyasette gerekse küresel siyasette atacağı adımlar ve ülkedeki uygulamaları sağlayacağı motivasyon açısından belirleyici olacaktır. Olumlu bir imajın çizilmesi, Taliban'ı diğer örgütler için örnek alınacak bir yapı haline getirebilir. Aksi bir durum ise uzun vadede beklenen etkiyi göstermeyebilir.
© The Independentturkish