Nijeryalı akademisyen ve romancı Chigozie Obioma'nın The Fishermen [Balıkçılar] romanı yayımlanır yayımlanmaz pek çok ödüle layık görülmüştü.
Geçtiğimiz yıl Pegasus Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan Balıkçılar, Afrika kültürel dokusunu hissettiren önemli romanlardan.
Ben yazımda, romanı siyasi boyutundan ziyade kültürel olarak değerlendireceğim. Günümüz Afrika edebiyatının gerek diasporada gerekse ana kıtada yaşadığı dönüşümü romanlardaki temsillerden pek ala okuyabiliriz.
Balıkçılar da bazı yönleriyle son dönem Afrika edebiyatının arayışını özetler kanımca.
Hem Ben Okri'ye hem de Chinua Achebe'ye yaptığı göndermelerle Obioma, romanı tarihsel ve postkolonyal bir çerçevede konumlandırır.
Christopher Ouma, yakın zamanda çıkan Childhood in Contemporary Diasporic African Literature [Çağdaş Afrika Diaspora Edebiyatında Çocukluk] adlı çalışmasında, çocukluğun Afrika postkolonyal ve diaspora edebiyatındaki inşa biçimlerini okurken, "çocukluğun ulusun parçalanması, bağımsızlık mücadelesi, masumiyet ve gelişimin alegorisi olduğuna" dikkat çeker.
Ouma, Afrika edebiyatı sahasında yapılan eleştirel çalışmalarda Afrika'nın uluslaşma sürecinin genelde din, etnisite, sınıf ve cinsiyet meseleleri üzerinden konuşulduğundan yakınarak şu tespitlerde bulunur:
Tüm bu konuların odak noktası yetişkinlerin perspektifinden arta kalan iken, edebi eleştirideki çocukluk temsilleri, imgeleri ve anıları ikincil duruma düşmektedir. Bu yüzden Afrika edebiyatında çocukluğun, eleştirel çözümlemenin önemli bir sahası olarak gün yüzüne çıkma zamanı gelmiştir.
Ouma çocukluğun, "ırk, sınıf, cinsiyet ve cinsiyete dayalı sosyal kimlikler gibi maddi gerçekliklerle ilişki kuran farklı bir sürü veçheden oluştuğunu" söyler.
Balıkçılar romanında Obioma çocukluğa uzanarak elit sınıftan dört çocuğun içine düştüğü trajediyi resmederken bir yönüyle ulusun parçalanmasını imler.
Obioma da tıpkı Chinua Achebe, Ben Okri gibi animist gerçekçidir. Roman boyunca İgbo kozmolojisine göndermeleri bunu yeterince gösterir. Batı Afrika yazarlarından şiir olsun, roman olsun okuduğunuz herhangi bir metin Afrika'nın içkin değerlerini anıştırır.
Metaforları ya da göndermeleri doğru okuduğumuzda kıtanın bilinçdışına zorla itilmiş bambaşka bir maneviyat iklimiyle karşılaşmamız olasıdır.
Şüphesiz çocukluluğun edebiyatta, Ouma'nın da vurguladığı gibi, Afrikalı öznenin oluşumunda fazlasıyla belirleyici rolünün olduğunu söylemem gerek.
Camara Laye'nin Afrikalı Çocuk, Ahmadou Kourouma'nın Allah Mecbur Değildir, Ken-Saro Wiwa'nın Sozaboy romanlarının yanı sıra Wole Soyinka'nın klasikleşen çocukluk anılarından oluşan Ake: The Years of Childhood [Ake: Çocukluk Yılları], Ngugi wa Thiong'o'un, Dreams in a Time of War [Savaş Zamanında Düşler] ve Chinua Achebe'nin Home and Exile [Vatan ve Sürgün] eserlerinde çocukluk yeni bir Afrika düşünün metaforu olarak görülebilir.
Postkolonyal yazarların trajik olandan kaçışı neredeyse imkansızdır. Karakterleri bağlayan tarihsel ve kültürel o kadar çok etken var ki! Sözgelimi, Balıkçılar romanında okul çağında dört kardeşin balıkçılık tutkusu birdenbire kabusa dönüşebiliyor.
Balıkçılar, yakın zamanda, Batı Nijerya'nın küçük bir kasabası olan Akure'de geçer.
Babalarının uzak bir şehre, Yola'ya iş için gidişini fırsat bilen Ikenna, Bojanonimeokpu, Obembe ve Benjamin adlı kardeşler annelerini atlatarak balıkçı olmaya karar verirler.
Romanın anlatıcısı Benjamin, yirmi yıl sonra, bütün hayatlarının değiştiği o anı hayıflanarak şöyle anlatır:
Ne zaman hikâyemizi, her zaman aile olarak bir arada olduğumuz gibi, hep beraber son kez birlikte olduğumuz o sabahı düşünsem, yirmi yıl sonra da olsa, keşke babam [görev değişimi] yazısını hiç almasaydı, bizi bırakmasaydı. Yazı gelmeden önce, her şey yolundaydı. … Geçmişi pek düşünmezdik. Zamanın pek anlamı yoktu.
Babasının gidişiyle beraber her şeyin dönüştüğünü söyleyen anlatıcı, geleceğin düşlerinin de değiştiğini söyler.
Zira Baba'nın Yola'ya taşınması işleyişin denklemini değiştirdi: geçmiş, mevsimler ve zaman anlamlı olmaya başladı, gelecekten ve şimdiden daha çok ona hasret ve özlem duymaya başladık.
Anlatıcı, kardeşleriyle balık avlamaya gittikleri Omi-Ala nehrini "korkunç" olarak niteler. Nehirlerin Afrika kültüründe ve dinlerinde anlamlı olduğunu düşündüğümüzde, nehirlerin neden metafor olarak sürekli karşımıza çıktığını anlarız.
"Afrika'daki diğer nehirler gibi, Omi-Ala'nın bir zamanlar tanrı olduğuna inanılırdı; insanlar ibadet ederlerdi. Adına mabetler dikerlerdi ve sudaki tanrılardan, deniz kızları ve diğer ruhlardan, Iyemoja'dan, Osha'dan şefaat ve himmet dilerlerdi" der Ben.
Görüldüğü gibi, anlatıcı çok açık biçimde bugün neredeyse kaybolmaya yüz tutmuş Nijerya'daki inanç sisteminin, değerlerin önemine vurgu yapar.
Aslında roman bütün o çocukluk zamanlarına ağıt olarak okunabilir. Çünkü postkolonilerde artık o birleştirici animist kudretin yerini parçalanma, bölünme ve ayrışma almıştır.
Ancak bu değer sistemi Hristiyanlıkla beraber alt üst olur. Anlatıcı, nehrin sömürgecilerle beraber nasıl kötücüllüğün, fenalığın yuvası olarak görüldüğünü şöyle dile getirir:
Avrupa'dan sömürgeciler gelip Kutsal Kitabı getirdiklerinde bu durum değişti, Omi-Ala müritleri ondan koparıldı ve bugün çoğunluğu Hristiyan olan halk nehri uğursuz bir yer olarak görmeye başladı.
"Beşik kirletildi ve cahil dedikoduların merkezi haline geldi" der anlatıcı nehir için. Ben Okri'nin Aç Yol romanında da sömürgecilerin gelişiyle beraber nehrin nasıl tahrip edildiği konu edilir.
Nehir metaforunun anlam haritasını çizdiğimizde Harry Garuba'nın deyimiyle söylersem, animist bilinçdışının neden sürekli postkolonyal dönemin yazarlarına musallat olduğunu belki anlayabiliriz.
Dört kardeş nehirde balık avlamaya giderken Abulu adında bir meczupla karşılaşırlar. Meczup, büyük kardeş Ikenna'ya "Bir gün gelecek, bir kuş gibi mahkûm olacaksın, bir horoz gibi öleceksin" der.
Ve bunun da balıkçı kardeşlerinden biri tarafından olacağı kehanetinde bulunur.
Bu onulmadık kehanet Ikenna'nın o andan sonraki tüm hayatını değiştirecektir. Zaman içerisinde kardeşlerinden kendisini soyutlayan Ikenna, değişime uğrar ve kardeşlerine güvenemez olur.
Kehanet gerçekleşir, Boja ile bir kavgada Ikenna ölür. Boja'nın da bedeni birkaç gün sonra kuyuda bulunur.
Romanda herkes totem sahibidir, Ikenna ise bir serçedir, "narin şey, çünkü kendi kaderini çizemez, onun için belirlenmiştir kader."
Onun chi'si, yani kişisel meleği ya da tanrısı, zayıftı, der anlatıcı. Efulefu gibi birisi, sorumsuz bir gözcü olarak tarif edilir. "Kara fırtınaların dünyasında yaşayan saf bir serçe" olarak okura tanıtılır Ikenna.
Chi ve Efulefu, Achebe'nin Parçalanma romanından hatırlanmalıdır. Ikenna'nın pek çok açıdan Okonkwo'yu anımsattığını da belirtmeliyim.
Kardeşi Boja'nın totemi ise mantardır sözgelimi. "Vücudu mantarla kaplıydı. Kalbi mantar dolusu kan pompalıyordu. Diline mantar bulaşmıştı, ve belki de tüm organlarına." Annesini doğanla özdeşleştiren anlatıcı, babasının toteminin de kartal olduğunu bildirir.
Obioma, romandaki göndermelerle, Achebe ile arasında güçlü bir bağ kurmayı hedeflemektedir. Bu bağ da en başından beri postkolonyal edebiyatın aurasını oluşturan sınırlardır, kıtanın kozmolojik ve kültürel haritasıdır.
Doğayla bütünleştirici bakış maneviyatla birleşerek karakterlerin yol haritasının belirlenmesine neden olur. Ben ve kardeşi Obembe, kardeşlerinin ölümünden sonra intikam peşine düşerek meczup Abulu'yu öldürürler.
Balıkçılar, trajik ve mitik yönüyle Batı Afrika kültürünün dokusunu yansıtır.
Balıkçılar, Achebe, Wole Soyinka, Christopher Okigbo, J. P. Clark, Gabriel Okara ve Okri gibi yazarların edebiyat dünyasını biçimlendiren geçmişi yeniden inşa etmez ancak yok olan sömürgecilerle karşılaşmanın tüm Afrika uluslarının geleceğini nasıl değiştirdiğini çok güzel biçimde özetler.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish