Bu pazar, Küba'da ki birçok şehrin sokakları pek alışılmadık gösterilere sahne oldu.
Farklı bakış açısı ve ideolojiye fakat ortak toplumsal sorunlara sahip Kübalılar bir araya geldi.
Alışılmadık bir durum; çünkü Küba'da sadece devlet değil kitlesel eylem ve siyaset de Komünist Parti tekelinde.
Dolayısıyla ülkedeki egemen tek parti dışında örgütlenen her eylem rejim karşıtı olarak sınıflandırılıyor.
Anladığımız kadarıyla bu protesto yürüyüşlerinin ilk başladığı yer, başkentin güneydoğusundaki sakin San Antonio de losBaños şehri.
Protestolar başladığında Küba'nın çiçeği burnunda Devlet Başkanı Miguel Diaz-Canel de bir etkinlik için aynı kentte bulunuyordu.
Uluslararası Mizah Bienallerine ev sahipliği yapması sebebiyle "Mizahın Başkenti" adı verilen bu kentte parlayan kıvılcım birkaç saat içinde ülkeye yayıldı.
Başkan Diaz-Canel'in duruma ilk tepkisi yanındakilerle beraber kent sokaklarında hızlı ve öfkeli bir yürüyüş yapmak oldu.
Sonra televizyona çıkarak halka seslendi.
Başkan Diaz-Canel krizden, Küba'yı yıkıma sürüklemek için Trump yönetimi tarafından iki yüz başlıkta sıkılaştırılan ABD ambargosunu sorumlu tutarken haklıydı.
Biden döneminde de devam eden ambargo sadece Küba ekonomisini etkilemiyor, pandemiyle mücadele için gerekli tıbbi malzemenin teminini de engelliyordu.
Bu gerçek, uzaktan yakında herkes tarafından görülüyor. Bu yüzden ertesi gün Küba'daki olayları soran basına Arjantin ve Meksika devlet başkanlarının cevabı "ABD Küba'ya yardım etmek istiyorsa önce ambargoyu kaldırsın" oldu.
Ayrıca Başkan Diaz-Canel muhaliflerle ilgili söylediklerinde haklıydı. Küba'da muhalifler ABD'den taktik icabı "insani yardım" talebinde bulunuyor.
"İnsani yardım" bahanesiyle açılacak kapı, rejimin yıkılmasıyla sonuçlanacak. Sonuçta daha iyi bir toplumsal düzen kurulmayacak; "insani yardım" yerine özelleştirme, borçlanma, çeteleşme alacaklar.
Zira ABD'nin 1994'ten bu yana fiili işgalinde olan Haiti'nin, sömürgesi Porto Riko'nun durumu ortada.
Gerçek şu ki, Küba burnunun dibindeki Haiti gibi çetelere, Meksika gibi uyuşturucuya ve kartellere teslim olmadıysa; her türlü krize ve ambargoya rağmen eğitim, sağlık ücretsizse bunu ABD'nin bir anti tezi olmasına borçlu.
Ancak mevcut durumun tüm sorumluluğunu emperyalist düşmana ve onun sosyal medya kampanyalarına yüklemek, 62 yıldır tüm iktidarı tek elde toplamış bir yönetim açısından pek ikna edici değil.
Zira Küba sisteminin bunalımlarının nedenleri arasında, dış faktörlere ek olarak; hatalı ekonomi politikaları, bir türlü gerçekleşmeyen reformlar ve Anayasal hakların kitapta kalmasını sayabiliriz.
Fakat bundan daha önemlisi Küba devlet başkanının, konuşmasında Kübalı devrimcilere sokağa inme ve "karşı devrimcilerle" mücadele etme çağrısında bulunması affedilmez bir sorumsuzluktu.
Kuşkusuz her yerde göstericiler barışçıl değildi. Dövizle elektrikli ev eşyası satan "MLC (MonedaLibrementeConvertible)" mağazaları yağmalandı, polisler taşlandı, arabalar ters çevrildi, kavgalar ve linç girişimleri oldu.
Ancak bu insanlar "Domuzlar Körfezi"ne çıkarma yapan ABD'nin "paralı askerleri" ya da yurt dışından finanse edilen "marjinal kalabalık" da değildi.
Binlerce insanın sokaklarda gösteri yapmasının nedeni "kafa karışıklığı", "sosyal ağlardan kaynaklanan manipülasyon" veya "kolektif satılmışlık" olamaz.
Ambargo ya da yanlış ekonomi politikaları, her ne sebepten olursa olsun bu insanlar gıda ve sağlık krizi altında ezilen Kübalı yurttaşlar.
Bu gerçek, uzun süredir Küba hükümeti tarafından da kabul edilmiş durumda.
Ancak krizi aşma yönünde ortaya konan stratejiler halkın büyük kesimi tarafından güvenilir bulunmuyor.
Ayrıca yeni kuşakların eskiler kadar toplumsal sorunlara tevekkülle yaklaşmadığı çağımızın bir gerçeği.
İnsanlar artık kutsal sözcükler üzerine inşa edilen uzak bir gelecek için sabretmek istemiyor. Yaşadıkları an içinde bazı iyileştirmeleri görmek istiyor.
Hem halkın Küba sokaklarında "devrimci" ve "karşı devrimci" kitleler halinde çatışması emperyalist bir müdahaleye bahaneden başka ne işe yarar?
Bu yüzden Başkan Diaz-Canel'in Kübalıları birbiriyle karşı karşıya getirecek çağrısı cahilce bir eylemdi.
Çünkü bu yoksul ülkenin ihtiyacı olan şey Kübalıları karşı karşıya getirmek değil daha fazla birlik ve katılımla sorunların çözümü için çalışmak.
Hükümetin eylemler karşısında aldığı yanlış tavra elektrik ve internet kesintileri de dahil.
Neredeyse sistemle özdeşleşmiş olan bu elektrik kesintilerinin, gösterilerin gerçekleştiği günün akşamı tekrar etmesi halkta güvensizlikten başka bir şeye yol açmaz.
İnternetin kısıtlanması ise halkın gözünde rejimin zayıf olduğu hissini uyandırır.
Evet, Fidel Castro'nun yeri doldurulamaz; o tarihin en özgün liderlerinden biriydi. Onun liderliğindeki her şey gibi Komünist Parti rejimi de farklıydı.
16 Nisan'daki Küba Komünist Partisi 8. Kongresinin kamuya açık olan bölümünü yakından takip ettim.
Raul Castro'nun tüm yetkilerini yeni başkan Miguel Diaz-Canel'e devrettiği kongrede hiçbir olağanüstülük yoktu.
Diaz-Canel'in toplantılardaki tavrı ise klasik komünist söylevlerin ötesinde değildi. Politikaların uygulanması ile ilgili toplantılarda ise "herkes işini yapsın" ile özetlenebilecek bir tavrı vardı.
O gün "madem herkes kendi işini yapacak, öyleyse lidere ne gerek var?" diye düşünmüştüm.
11 Temmuz'daki protestolardan sonra başkan Diaz-Canel'in konuşmasını izlerken de "en küçük tehlike karşısında hemen eski kalıplara sığınan bir acemi gibi" davrandığını düşündüm.
Haiti suikastının hemen ardından Küba'daki olayların patlak vermesi bazı şüpheler uyandırdı.
Fakat aslında Haiti suikastı gibi Küba'daki sosyal patlama da bölgeyi tanıyanlar için beklenmedik değildi.
Yine bu köşede 14 Ocak'ta yayımlanan yazımda "ordenamiento" olarak adlandırılan yeni ekonomik politikayı aktarmıştım.
1 Ocak'ta yürürlüğe giren "Ordenamiento" basitçe 4 bileşenli bir ekonomik paketten oluşuyordu;
Parasal birlik: 1994'ten bu yana ülkede kullanılan iki para biriminden biri olan ve konvertibl Pesos –CUC- tarihe karıştı. Küba Pesos'u -CUP- ise tek para birimi haline geldi.
Faiz kurları birleştirildi ve Küba Pesos'u (CUP) yüzde 2400 oranında devalüasyona uğradı.
Fiyatlarda, ücretlerde ve emekli maaşlarında artış oldu.
Sübvansiyonlar azaltıldı.
Öncelikle ikili para biriminin tasfiyesi bir gereklilikti ama bunun pandemi koşullarında yapılması yanlıştı.
İkincisi "ordenamiento"yu savunan ve uygulayan yetkililer devletin ekonomideki ağırlığına fazlasıyla güvenmişlerdi.
Örneğin ordenamientodan sorumlu komisyon şefi Marino MurilloJorge devalüasyondan sonra fiyatların patlamasına karşın ücretlerdeki artışın daha yüksek olduğunu söylemiş ve bunun özellikle devlette çalışanların (istihdamın yüzde 67'si) ekonomik durumunu daha iyi hale getireceğini iddia etmişti.
Altı aylık bilanço Murillo'yu doğrulamadığı gibi hedeflenen parasal birleşme de piyasanın dolarizasyonuyla sonuçlandı.
Devlete ait ithal mal satan "MLC dükkanlarında" dövizle alışveriş yapılmaya başlandı.
Resmi döviz kuruyla karaborsa arasında büyük bir uçurum oluştu.
Resmi kur halen 24'te sayarken ABD doları sokakta 60 pesos ve üzerinde değer görüyor.
Enflasyon ise yüzde 500'ler civarında. Yılsonunda yüzde 900'e ulaşacağı tahmin ediliyor.
Bu durumda halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak için devletin sübvansiyonlarında mecburi bir artış gerçekleşti.
Ancak 2020'de resmi rakamlara göre yüzde 11 küçülen Küba ekonomisi, bu yıl da aynı hızla daralmaya devam ettiği için kamu ekonomisi bu ihtiyaçları karşılayabilecek yeterlilikte değil.
Ayrıca 21 Haziran'da Küba Bankaları sıkılaşan ambargo sebebiyle dolar hesaplarını kapattı.
Bu da hızla devletin elindeki doların azalmasına yol açtı. Beklenti Avrupa'dan gelen turistin Avro getirmesiyle doların ikame edilmesi. Fakat pandemi koşulları buna da engel.
Küba petrol, buğday, beyaz et, süt tozu, elektronik eşya, makine akla gelebilecek her zorunlu ürünü dışarıdan ithal ediyor.
Dolar kıtlığı halkın temel ihtiyaçlarının dışarıdan teminini imkansız hale getiriyor.
Sonuç olarak "ordenamiento" hiçbir hedefine ulaşmadığı gibi ekonomiyi daha büyük bir kaos içine soktu.
Bu şartlarda sosyal patlama kadar normal bir şey olmadığı gibi bunun arkasında "dış güçleri" aramak kimseyi ikna etmeyen bir propagandadan öteye gitmez.
Zaten başkan Diaz-Canel'in yaptığı hatalardan biri de eski ve artık bıktırıcı Komünist Parti jargonunu sürdürmesi.
Küba'da hali hazırda bir sermaye sınıfı yok. Ekonomi devlet denetiminde, temel hizmetlerin büyük kısmı da öyle.
Ancak bu sosyal hiyerarşinin olmadığı anlamına gelmiyor.
Bu hiyerarşinin en üstünde de Komünist Parti yöneticileri ve aileleri bulunuyor.
Asker, polis ve Devrimi Savunma Komiteleri üyeleri de bu hiyerarşinin diğer halkalarını oluşturuyor.
Küba'daki bu yapı Sovyetlerde ki "nomenklatura" tarzı bir elitizm değil. Fakat yine de hiyerarşi içinde olanlar için birçok ayrıcalık sağlıyor.
Bu ayrıcalıklar devlete ait otel, fabrika ya da lokantalarda çalışmaktan, işletmesi halka açılan geniş toprakların en iyilerini elde etmeye, konser, tiyatro, sinemadan "Casa dela Musica" denen eğlence mekanlarına ücretsiz giriş bileti edinmeye kadar uzanıyor.
Okullar, üniversiteler, hastaneler ve diğer devlet işletmelerinde çalışanlarla beraber sistemle yaşamsal bağlara sahip bir nüfus var.
Ancak sistem herkesi kucaklayacak güce sahip olmadığından köylü kökenli, mesleksiz, eğitim, gelir düzeyi çok düşük ve neredeyse nüfusun yarısını oluşturan büyük bir kitle dışarıda kalmış durumda.
Havana'da fuhuş yapan genç kadınların hepsi bu tür ailelerin çocukları.
Devletin verdiği karneyle karınlarını doyuran fakat diğer sosyal hiçbir ihtiyacını karşılayamayan büyük bir yoksul nüfustan bahsediyorum.
Bugün Küba sokaklarını dolduran insanlar Komünist Partisi'nin ayrıcalıklarına uzak oldukları için onun dili ve kültürüne de yabancılar.
İster yoksul, isterse parti üyesi ailelerin üyeleri olsun Kübalı gençler resmi ideolojinin çok uzağındalar.
Aynı basmakalıp ifade ve konuları tekrar eden Komünist Parti tekelindeki basın yayının onların dünyasına sızması imkansız.
Tabii ki ambargodan ve emperyalizmden haberdarlar. Ama onlara hitap eden yerel bir alternatif sunulmadığı için kaçınılmaz biçimde ABD'deki yayınlardan, dizilerden, müzik ve kültürden besleniyorlar.
Bu onların bir görüşte fark edilen saç modellerine, giyim tarzlarına ve dövmelerine yansıyor.
Ve onlar da bugün dünyanın herhangi bir yerindeki genç kadar bireyciler.
Başkan Diaz-Canel 2021 Temmuz'unda Küba sokaklarını dolduran, polise taş atan ya da "libertad" diye bağıran insana 20'nci yüzyılın diliyle sesleniyor.
Sırf Komünist Parti otoritesini kabul etmediği için "vatan haini", "satılmış" ilan edilen yurttaşlarla "sosyalizm" arasına kalın duvarlar örüyor.
Oysa her kuşak kendi devrimini yapar. Yoksa devrim de insanlar gibi doğar, yaşar ve ölür…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish