Sinema yönetmeni Ahmet Uluçay, "Ekonomik krizden önce bir haysiyet krizi, insanlık krizi yaşadığımızın kimse farkında değil. Utanıyorum" 1 der.
İnsanlığın sınırlarını işaret ederek aynı insanlık garabetini, "utanıyorum" vurgusuyla kendi dünyasına çeker insanlık aynasını.
Sorunun kaynağına inerken, somut olanın nedenini soyutun merceğinde büyütür. Değersizlik hissine itilmenin toplumun stratejik temas ve söylemlerinde yattığı görülür.
Başkasına karşı eğilmemek adına güçlü durma bilincini de temsil eder. Başkası adına o eylemi gözeten olarak Ahmet Uluçay, akabinde yoksulluğun toplumsal çıkmazını, toplumun bakış açısına dair de, "Yoksulluk utanç da getirir. Hele bizim buralarda, sosyal yarışı kaybettiğin an, dışlanırsın. İnsanlar ahlaksızlığı bağışlayabiliyor ama acizliği asla" sınırlarını çizer.
Walter Benjamin'in Almanların "Yoksulluk kimseyi lekelemez" özdeyişine karşılık söylediği, "Pek iyi, pek hoş. Ama onlar lekeliyor yoksulu. Lekeliyorlar, sonra da bu küçük özdeyişle avutuyorlar. Bu da bir zamanlar belki geçerli olan ama çok uzun zamandır anlamını yitirmiş özdeyişlerden biri" 2 çıkışıyla, Ahmet Uluçay'ın ısrarla üzerine eğildiği "haysiyet krizi, insanlık krizi" yorumunu destekleyici niteliktedir.
"Ayıp" ve "utanç" sözcükleri arasında toplumsal bir tesellinin tohumlarıyla büyür "yoksulluk" refleksi.
Kişiden bağımsız, toplumun olağan anlatılarının ve söylemlerinin içinde yer kaplayarak ilerleyen, karşılık bulan bir eyleme dönüşür böylece.
Oysa yoksulluğu yaşayan bireyin, içsel yolculuğunun içine karanlıkla ve örtünmeyle birleşen dilsizliği, kişiyi kendinde hesaba çeker.
Dışarıdan işitilen, içe geçen yoksulluğa dair iyimser cümleler istemsizce bir yara açar yoksulun kalbinde. Yaşamdan mahrum bırakılmış, kendinden mahrum bırakılmış bir kişi karşımıza çıkar.
Gündelik düşüncesinin açlık ve haysiyet üzerine döndüğü bir birey. Başını dik tutmaya çalışan ama içten içe karanlığa bürünen bir göstergeyle karşılaşır.
Ekmek ile emek arasında çizilen tabloya her daim eklenir bu durum; haysiyet ve başını eğmemek.
"Boyun Borcu"
Krikor Zohrab'ın Hayat Olduğu Gibi kitabının Boyun Borcu öyküsünde, daha en baştan karakterin yaşamına dair sınırı bir nesne üzerinden çizer.
Zohrab, Husep Ağa karakterinin yaşamına dair pencereyi "…meşin çanta yaşamının bir parçasıydı" ile haberdar eder.
Giderek sertleşen geçim derdi, kıvılcımlanan emek, birbirini tutmayan sevincin ve hüznün karışıklığı devreye girer. Nesnenin bilinir ruhu ortalıkta gezinir.
Sözü ve anlamı bir arada tutarak tehdit eden, zora sokan eylemi ifade eder meşin çanta. Yaşam kavgasının, ruhsal bulanıklığını sahibinden önce dile getiren birbirine bakma, birbirini görme biçimi:
Tüm yaşam savaşı onun içindeydi, geçim derdi, günlük ekmek derdi… Sürekli boş olan o deri çanta, işte bu kaygılarla dolup taşardı. Sevinçleri de, üzüntüleri de oradaydı, anıları da. Kötü ve iyi günleri vardı o çantanın.
Sahibi gibi değişken bir alınyazısı vardı ve sanki onun gibi bir de ruhu. Bu ikisinden asıl hangisi hangisinin sahibiydi? Otuz yıl sonra başarısızlık demir halka gibi kendisini çepeçevre kuşattığında, adam asıl bu duygusuz çantanın hep kendine sahiplik ettiğini anlıyordu. 3
Anlatıcının sorduğu "Bu ikisinden asıl hangisi hangisinin sahibiydi?" sorusu, geçim aracının Husep Ağa'ya bağlılığını, Husep Ağa'nın da ona olan bağlılığındaki pay, büyük bir kaygıya dönen içsel yolculuğunda cevabını bulur.
Yoksulluğunda baskın gelen yine bir haysiyet duruşudur; iki yetişkin kızını başkalarına karşı düşürmeme gayretidir.
Eşinin ölümünden sonra geride bıraktığı emanetleri, koruma, onlara bakabilme onurunu gösterme azmine dönüşür Husep Ağa'nın hikayesi.
Yoksulluğun mahkûmiyeti hem Husep Ağa hem de meşin çantada azim, mahcubiyet, direniş, eksilme, utanç, toplumun bakışı aynı andalıkla belirir:
Yine de çantayı elinde taşımaya devam ediyordu. Anlamsız bir getir götürdü yaptığı, ama onu bir tarafa atmaya, dünya alemin önünde yılgınlığını itiraf etmeye utanıyordu. Gerçekten de bundan böyle onu eli boş görürse alem ne derdi. 4
Husep Ağa, bakır saatini satar. Bu da çare olamaz, hazırda tuttuğu paranın tükenmesi yakınken zamanın ağırlığı altında ezilmeye başlar.
Bir umudun peşinden koşmanın da bir yoksul için masraf olduğunu anlar. Çaresizlik daha baskın gelir. İç dünyası kaygılarla, geleceği düşünmekle paramparça olur.
Yüzlerce soru zihninde belirir, ama hiçbirine cevap bulamaz. Boş çantası, artık kolunun altında ezilmiş varlığını giderek yok etmişti.
Bir çantanın insanın dünyasını değiştireceğinden, yaşamını kendi bünyesini alacağını hiç düşünmemişti. Meşin çanta, daldığı hayallerden onu alıkoyar gerçekliğiyle başbaşa bırakırdı hep.
Husep Ağa, boş çantanın çıkardığı sesi, aç karnındaki guruldamaya benzetir; yoksulluk iyice onu sarar, hayal ile gerçek arasında sürekli konumlandırır durur.
Husep Ağa, artık bu yoksulluğa dayanamaz. Yıllardır kendisine şahitlik eden meşin çantasını taşlarla doldurur, sonra da kendini denize atarak intihar eder.
Krikor Zohrab, çanta ile Husep Ağa'nın birbirlerine olan bağlılıklarını ölümde de gösterir:
Denizin ayna gibi gümüşi yüzeyinde, uzakta, çok uzakta bu vücut ve boynunda asılı çanta, sandalını ardına salmış bir tekneye benziyordu. Suda da ikisi birbirine bağlıydılar, yaşamları boyunca hiç ayrılmadıkları gibi.
Bağ hep sıkıca korunmuştu. İçine taş doldurulmuş bu meşin çantanın bundan böyle boşalma korkusu da yoktu. Doymuş, tıkanmış, besili, şişkin bir karın gibiydi.
Onun asıl yeri, onca yılını soluksuz, sıkış tıkış geçirdiği insanların koltuk altları değildi. Hayır, bu çanta acımasız inadıyla, içinin hep umut kırıcı biçimde boş oluşuyla, doğal olarak insanın boynunun borcunu ifade ediyordu. O halde onun gerçek yeri, o boyundu, tam şimdi yerleştiği yerdi. 5
Krikor Zohrab, acıklı ve ağır hikayeyle, yoksulluğun yarattığı "yaşama son verme" eylemini, hem nesneyi konuşturarak hem de karakterle nesneyi iç içe geçirerek, Walter Benjamin'in,"Nasıl bir adam tek başınayken çok şey çekebilir ama bunu karısı gördüğünde, ya da karısı aynı şeyi çektiğinde farklı bir utanç duyarsa, aynı şekilde yalnızken çok şeye, gizleyebildiği sürece de her şeye tahammül edebilir. Ama ailesi ve hemşerileri üzerine devasa bir gölge gibi düştüğünde, kimse yoksullukla barışamaz" 6 dediği yeri işaret ediyordu.
1. Ahmet Uluçay, Sinema İçin Bunca Acıya Değer Mi? Syf. 138
2. Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, Syf. 58
3. Krikor Zohrab, Hayat Olduğu Gibi, Syf. 37
4. Krikor Zohrab, Hayat Olduğu Gibi, Syf. 41
5. Krikor Zohrab, Hayat Olduğu Gibi, Syf. 46
6. Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, Syf. 58
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish