Rusya ile komşu olmak, oyun oynamak

Zeynel Karataş Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Soğuk coğrafyanın toplumu olan Ruslar, sıcak denizlerin sahipleri ile kavgalı iki komşu kaldılar. Yönetimler birbirleri ile savaştıkça sanatçılar, düşünürler birbirlerinden etkilendiler ve de yararlandılar.

Bitmek bilmez savaşlar toplumları düşmanlaştırarak kin ve nefret duvarları ile birbirinden ayırmıştır. 300 yılı aşkın bir süredir bu böyle devam etmektedir. 


1453 tarihine kadar Bizans'ın üstünlüğünü kabul eden Ruslar, İstanbul'un fethi ile kendilerine 3. Roma misyonunu yüklemişti.

Coğrafi keşifler, Batı Avrupa'da konforu artırdıkça ihtişamlı yapılar için çalışana ihtiyaç duyuyordu. Batı Avrupa, ağır ve kötü işlerinde yüzlerce yıl Doğu Avrupalıları Afrikalılarla birlikte kullanmıştı.

Latincede köle anlamın gelen "Slav" tanımlaması Batı'nın Ruslara olan bakış açısını gösteriyordu. Rus Çarları saraylarında kendilerini Roma'nın mirasçıları ilan ederken halk batıda iş bulmanın derdinde idi.

Rus yönetimi, 17'nci yüzyılda bu misyona kimsenin itibar etmediğini anlamış olmalı ki, kendi kendilerine gelin güvey olmayı bıraktı.

1. Petro Batı Avrupa'nın birçok geleneğinin kendi ananelerinden daha iyi olduğunu görünce Rus kültüründe dönüşümün startını verdi. Büyük (Deli) Petro ile başlayan değişim kolay ve birden gerçekleşmedi.

Önce erkelerin sakal tıraşlarını istemesi ile başlayan reformlar, büyük tepkilere yol açtı. Taklide dayalı şekilsel değişim Rusya'yı yaklaşık iki yüzyıl boyunca istedikleri konuma taşımadı.

Gelenekler veya sakal tıraşından ziyade zihniyet dönüşümüne ihtiyaç olduğunu belirten Rus düşünürler, farklı müeyyidelerden kurtulamadı.

Ama bu süreç Ruslarda çağa uygun "devlet aklı"nın oluşmasını sağladı. Sanat, felsefe ve bilim insanlarının eklemlenerek gelişen birikimleri, 20'nci yüzyılın başında "Slav ırkının" köle tarihini bitirdi. 


17'nci asrın başlarına kadar İslam coğrafyası ile Batı Avrupa arasında sanat, felsefe ve bilim alanlarındaki etkileşim; batıda gelişim, Ortadoğu'ya erime konumunu vermiştir.

Elbette bunun birçok nedeni vardır. Ancak temel gerekçe batının sömürgelerden gasp ettikleri zenginlik ile sanat ve bilime ortam sunmasıdır.

Ekonomik zenginlik kazananı olmayan çatışmaları azaltmıştır. Hıristiyan dünyası içine girdiği refahı korumak için "devlet aklını" yapılandırırken İslam coğrafyası yoksulluk ve yoksunluk karanlığında devlet deneyimlerini kaybediyordu.

"Günümüze gelinceye kadar İslam soğrafyasında "devlet aklını" koruyan ülke var mı?" sorusu cevapsız kalmaktadır.

Ruslar ise bu zincirin başka bir halkasıdır. Yönetim ve toplum çatışarak kolektif bir bilince evirilmiştir. Batının işçi olarak çalıştırdığı Slav toplumu 3. Roma olmadılarsa da komün bir hayatın içinde Ortodoks kültürünün temsilcisi oldular. 

Çocukluk yıllarımızda yetişkinler; kötü ve acımasız güçleri Urus olarak tanımlar Urus'a benzetirlerdi. Çocukluk aklı ile Urus'un ne olduğunu bilmezdik ama ondan korkulması, onun gibi olunmaması gerektiği kodlarımıza işlendi.

İlerleyen yaşlarda Urus'tan kastedilenin Ruslar olduğunu öğrenince bu kodlar olduğu gibi bir ulusa mal edildi. Resmi anlayışın da bunu desteklemesi zihinlerde Ruslar ile ilgili olumlu her şeyin gelişmesini engelledi.

Bilinçaltında oluşan bu zemin; Tolsto'yu okurken "bu adam Rus olamaz gizli bir Müslüman olmalı" kabullenişi bu toplumla ilgili önyargıların tezahürü olabilir mi?..

Aleksandr S. Puşkin'in Erzurum Yolculuğu'nda yazdığı İstanbul ve Erzurum ile ilgili mısralarını okurken tespit ve analizleri; dedesi Etiyopyalı Abraham Petroviç Hannibal'ın yetiştiği kültürü öne çıkartsa da o bir Rus Şairdi.

Şiirdeki marifeti onu evrenselleştiriyordu. İmkânlara rağmen normal bir hayat yerine isyancı karakteri hayatını zorlaştırıp kısaltmıştı. Şiirdeki dehasını sosyal ilişkilerde kullanamadı. 


Dâhilerin ortak hedefi yaşadıkları hayatta eksik kalanı tamamlamak ve dünyayı değiştirmektir. Onlar yaratıcı zekâlarını kullanırken, ne kadar yaşayacaklarına değil ne yapabileceklerine odaklanırlar.

Tarihe yazılmış sanatın, felsefenin bilimin birçok dehası olmuştur. Yaşamın tablosu dâhilerin fırça darbeleri ile tazelenerek değişimin kapıları aralanmıştır.

Onlar her yer ve zamanda geleceği tasarladıkları için anlaşılmamış olabilir. Tarihin kayıtlarında ki her öykü ispatı yapılmış bir deney olarak kabul edilmiştir.

Mevcut otoritelerin günlük, küçük hesapları başarıyı engelleyememiştir. Sanatın, felsefenin, bilimin ve inancın dâhileri, insanlığın ortak mirasları kalmıştır.

Onların çalışması geleceğe projektör olmuştur. Bağnaz otoriteler dâhilerin varlığından rahatsız olsalar da gizliden gizliye onları takip etmeye, anlamaya çalışmışlardır.

İşte böyle bir hikâye 19'uncu yüzyılın ilk yarısında çarlık Rusya'sında yaşanıyordu. Rus Çarı 1. Nikolay A.S. Puşkin'nin birçok şiirini kendisi okuduktan sonra sansürlemiş birçoğunu da yakmıştır.

Aleksandr S. Puşkin'nin şiir diliyle özgürlüğü işlemesi ve iktidarı eleştirmesi onu yönetim ile karşı karşıya getirmişti.

Kısıtlanan hayatı ve sürgün yıllarında; Peygamber, Çingeneler ve Boris Godunov gibi eserlerini yazdı. Kur-an'ı Kerim'i okuduğunu belirten Puşkin'in şiirlerinde ayetlerin etkisi bariz olarak görülür.

İstanbul ve Erzurum'u kıyaslayan mısralarında Erzurum'u İslami değerler ile övmüştür. Soğuk iklimin kültüründen sıcak coğrafyanın inancını yakalayan bu zekâ, değer görmüş ancak karşılık bulamamıştır.
  

 

1837 şubatında, Rusya'nın kuzeybatısında bulunan St.Petersburg'da Aleksandr S. Puşkin kabul ettiği düelloda yaralanarak 38 yaşında yaşamını yitirir. 

Bizler özgür kuşlarız, hadi davran!
O beyaz dağa doğru, daha öteye bulutlardan,
Denizin gökyüzüyle buluştuğu maviliklere,
Sadece rüzgârın ve benim gidebildiğimiz o yerlere...


Bir dâhinin kaleminden dökülecek buna benzer onlarca mısra anlamsız bir şekilde sona eriyor. O da Tolstoy gibi yoksulluk içinde son sözünü söyleyene kadar yaşayabilirdi.

Tolstoy'un ünlü eserlerinden biri olan "İnsan Ne İle Yaşar" adlı kitapta çiftçi Pahom'a "belirlenen sürede" geri dönmek üzere, gittiği yere kadar tüm arazilerin kendisine verileceği vaadi verilir.

Aç gözlülük Pahom'un ölümüne neden olur. Bu kitabı okuyan herkesin kitaptan aldığı ders ve duygular aynıdır.

Ruslar, bütün dünyayı Pahom'un aç gözlülüğü ve ölüm hikâyesi ile avuturken devlet olarak kendisine "süre" koymadan 400 yıldan beridir arazilerini genişletmeye devem etmektedir.

Anlaşılmalıdır ki Rus devlet aklı sanatçı ve düşünürlerinden etkilenmemiştir.


Rusya; günümüzde orta ölçekli sayılacak ekonomik yapısına rağmen küresel gücünü devlet aklı ile koruyabiliyor.

Siyasi ve askeri başarıların yanı sıra uzay ve dijital teknolojide rolünü kimseye kaptırmıyor. Sovyetlerden kalma tüm ülkelerde demografik, ekonomik ve siyasi gücünü koruyor.

Yakın uzak bulaştığı her ülkede nüfuzunu oluşturmayı biliyor. Devlet çıkarlarını elde etmeden hiçbir ilişkiyi bitirmiyor. 


21 Temmuz 1711 tarihinde imzalana "Prut Antlaşması"nda Ruslar ile Osmanlılar arasında Anzak Kalesi, Lehistan'ın iç işleri, İstanbul'daki Rus elçiliği ve İsveç Kralı Şarl ile ilgili kararlar Osmanlının lehine alınmıştır.

310 yıl sonra Ruslar ile yapılan görüşmelerde ise; Başta Ortadoğu olmak üzere, Güney Kafkasya, Libya, Afganistan, Ukrayna, Kırım, Doğu Akdeniz ve Karadeniz bölgelerindeki tüm sorunlar ele alınmaktadır.

Görüşülen konuların sınırları, sayıları ve kapsamları düşünüldüğünde her iki ulus için de nerden nereye gelindiği anlaşılmaktadır.

Ruslar ile her münasebette oyunda iki rakibin mücadelesi yaşanmıştır. Amacın kazanmak olduğu unutulmamalıdır. 


Aleksandr S. Puşkin'in dediği gibi "oyun bittiğinde şahı da piyonu da aynı kutuya koyarlar" bu coğrafyada defalarca satranç oyunu baştan oynandı.

Oyunların ortak paydası "hile ve acımasızlık" olmuştur. Yeni bir oyunun başındayız ve herkes taktikleri çok iyi biliyor. Bu oyunda düşen bir daha kalkmayacak.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU