Çağımızda olgularla kurguların birbirine karıştığını, hatta kurgulara olgulardan daha fazla önem ve değer atfedilmeye başlandığını söyleyebilirim. Sanki her geçen gün gerçeklikle olan bağımız biraz daha kopuyor.
Pek çok kişinin algıyı gerçek olarak kabul ettiği bir çağda yaşıyoruz. Algıyı gerçek olarak kabul eden bir insanın gözünde bir şey onun algısına göre gerçekse o şey ona göre gerçektir; gerçekte gerçek olmasa dahi!
Algının gerçek olarak kabul edilmesinde araç işlevi görmesi bağlamında modern devlet aygıtının hiç de masum olduğu söylenemez.
İşte böylesi bir zamanda insan Geoge Orwell'i ve distopik roman yazınının başyapıtlarından biri olarak kabul edebileceğimiz eseri, "Bin Dokuz Yüz Seksen Dört"ü anmadan edemiyor.
Pek çok distopya yazarı gibi Orwell de yapıtında totaliter rejim tehdidine dikkat çekerken, devletin elektronik aygıtlar ve gelişmiş teknolojiler aracılığıyla propaganda ve beyin yıkama tekniklerinden yararlanarak kitleleri nasıl da mekanik birer otomata dönüştürebileceğine dikkat çekiyor.
Orwell'in kurgu devletinde yönetimin amacı kitlelerin kayıtsız şartsız itaat etmelerini olanaklı kılmaktır.
Bunu yapabilmek için yönetim kamusal alan, özel alan ayrımı yapmadan her yerde ve her zaman denetim yapar; Okyanusya'da "Büyük Birader'in gözü" herkesin üzerindedir.
Sürekli denetimin amaçlarından biri çoğulluğun ortadan kaldırılması ya da Nietzscheci ifadeyle söyleyecek olursak "sürü insanı" tipinin yaratılmasıdır.
Açıkçası, sürekli denetim mekanizmasının kurulması "işe de yarar."
Orwell'in Okyanusyası'nda kitleler çıkardıkları her sesin duyulduğu, her hareketlerinin gözetlendiği düşüncesiyle yaşamak zorundadırlar; bu zorunluluk insanların zaman içinde içgüdüye dönüşmüş bir alışkanlıkla yaşamalarına neden olur.
Orwell'e göre propaganda, totaliter yönetimlerin başvurduğu araçların başında yer alır.
Kitleler, "hakikat"ten çok algılarına güvendikleri için propagandanın onlar üzerindeki etkisi güçlüdür.
Söz konusu yönetimlerde kitleler, olgulardan çok kurgulara değer verirler. Propaganda başarılıdır; çünkü onun kendini tekrarı zaman içinde tutarlıdır.
"Yalanı bir yaşam tarzı" haline getiren yönetim, ilkesel olarak yalan üzerine kuruludur. Böylesi yönetimlerde olguların önemi genel biçimde ve sürekli olarak reddedilirken bütün olguların değiştirilmesinin olanaklı olması gibi bütün yalanların gerçek kılınması da olanaklıdır.
Modern teknolojinin ve araçsal aklın söz konusu sistemde dikkat çekici bir rolü vardır. Modern teknolojiler aynı zamanda liderin söylemini kitlelere ulaştırma işlevi görürler.
Olguyla kurgunun birbirine karıştığı yönetimlerde liderin söylemi olgusal alanda yanlışlanırsa, yapılması gereken olguların söyleme uygun hale getirilmesidir.
Söyleme uygunluğu denetlenen yalnızca şimdi değil, aynı zamanda geçmiştir de.
Geçmiş kayıtların, arşivlerin, şimdinin söylemiyle tutarsızlığa düşmesi durumunda değiştirilmesi gereken arşivlerdir. Okyanusya'da tüm kayıtlar liderin söylemini doğrulayacak şekilde yeniden düzenlenir.
Bu durum geçmişe dönük sürekli bir değiştirme işlemini gerekli kılar. Sürekli değiştirme işlemi yalnızca gazeteler için değil, arşiv niteliği taşıyan, kitaplar, süreli yayınlar, broşürler, posterler, kitapçıklar, filmler, ses bantları, karikatürler, fotoğraflar, siyasal ya da ideolojik bakımdan önem taşıyabilecek her türlü kitap ve belge için geçerlidir.
Geçmiş, günü gününe, neredeyse dakikası dakikasına güncellenir. Böylelikle, Parti'nin tüm öngörülerinin ne kadar doğru olduğu belgeleriyle kanıtlanmış olur.
Diğer bir ifadeyle, olguların ele alınışında her daim bir esneklik gereklidir.
Öte yandan bir parti üyesi, Parti disiplininden ötürü gerektiğinde aka kara, karaya ak diyebilmelidir.
Yalnız Parti üyesinin karaya ak demesinin ötesinde, karanın ak olduğuna inanması, dahası karanın ak olduğunu bilmesi ve o güne kadar bunun tam tersine inandığını unutması gerekir.
Böyle bir şey geçmişin her daim değiştirilmesini gerektirir. Geçmişin sürekli yeniden "güncellenmesi"nin asıl önemi, Parti'nin yanılmazlığının korunması çabasıyla açıklanabilir.
Bir parti üyesinin aka kara, karaya da ak diyebilmesi çiftdüşün tekniğiyle olanaklıdır. Çiftdüşün, insanın iki çelişik düşünceyi zihninde aynı anda bulundurabilmesi ve ikisini de kabullenebilmesi anlamına gelir.
Evet, Orwell distopik romanında her ne kadar totaliter devlet aygıtına ve bu aygıtın topluma yapabileceklerine dikkat çekse de şu unulmamalıdır ki "devlet" kendi başına bir varolan değildir.
Devlet, bir insan kurumudur. Dolayısıyla Orwell'in işaret ettiği düzeni kuran aslında "devlet" değil, onu yönetenlerdir.
Yalnız, söz konusu düzenin kurulmasında yönetenler kadar yönetilenlerin de sorumluluğu vardır.
George, Orwell ([1949] 2013) Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, çev. Celal Üster, İstanbul : Can Sanat Yayınları.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish