1956 yılından itibaren artarak ilerleyen Bölge Tiyatroları ile ilgili çalışmalar, 27 Mayıs'tan sonra sekteye uğramakla birlikte, yeni dönemde tiyatro adına umut veren gelişmeler olmuştu.
Ankara Yenişehir'de bulunan "Beşinci Tiyatro" onarımdan geçirilmiş, 4 Ekim 1960 günü "Yeni Sahne", 27 Mart 1964'te de "Altındağ Tiyatrosu" Nazım Kurşunlu'nun "Merdiven" oyunu ile perdelerini açmıştı.
1967 yılında Devlet Tiyatrosuna bağlı 8 sahne vardı. Bunların altısı Ankara'da, biri İzmir'de biri de Bursa'da faal haldeydi. 1969 yılında İstanbul Kültür Sarayı'nın hizmete açılması ile Devlet Tiyatrosu dokuzuncu sahnesine kavuştu.
1973 yılına gelindiğinde yerli yazarların teşvik edilmesi düşüncesi üzerinde daha çok duruldu ve 1973-74 tiyatro mevsimine başlanırken Devlet Tiyatrosuna bağlı tüm sahnelerin perdelerini yerli oyunlarla açması dikkat çekti.
Özellikle de Cumhuriyetin 50'nci yıldönümüne özel, Atatürk'ün yakından ilgilendiği Faruk Nafiz Çamlıbel'in "Akın" ve Yaşar Nabi Nayır'ın "Mete" piyeslerinin 40 yıl aradan sonra yeniden sahnelenmesi ayrı bir ilgi yarattı.
Türk Devlet Tiyatrosu, yeni dönemde yoğun yurtiçi turne programlarıyla, Anadolu halkını tiyatro sanatıyla buluşturmayı sürdürdü.
Devlet Tiyatrosu uluslararası alanda da kendisini göstermeye başladı. 1960 yılının eylül ayında Cüneyt Gökçer'in idaresinde Paris'te Uluslararası Tiyatro Festivaline katılan Devlet Tiyatrosu ekibi, Yunan Dışişleri Bakanlığının daveti üzerine Atina'da Türkçe temsiller verdi.
1968 yılının 16-30 Eylül tarihleri arasında o güne kadar yurtdışındaki en kapsamlı ve yoğun turne programı, Balkanlar'da Prizren, Priştine, Manastır, Ohri, Üsküp ve Belgrad ile Venedik'te düzenlenen Tiyatro Festivalinde verilen temsillerle gerçekleştirildi.
Barış harekâtının ardından Kıbrıs'ta bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri personeli için de 3-10 Ekim 1974 tarihleri arasında özel bir turne düzenlendi.
Yapısal değişiklikler ve düzenlemeler…
İlk önemli düzenleme, 13 Haziran 1966'da Devlet Tiyatrosunun bünyesinden ayrılan Devlet Opera ve Balesinin, ayrı bir müdürlük olarak teşkilatlandırılmasıyla yapıldı. Aslında 1959 yılında alınan bir kararla bu yapılmış, fakat 1961 yılında kurumlar tekrar birleştirilmişti.
İkinci olarak 14 Temmuz 1970 tarihinde kabul edilen Kanun'la, Devlet Tiyatrosu bünyesinde yeni kurullar oluşturuldu ve sanatçıların durumunda düzenlemeler yapıldı.
1970 yılındaki düzenlemelerle Devlet Tiyatroları çatısı altında Edebi Kurul, Sanat ve Yönetim Kurulu, Disiplin Kurulu gibi yapılar oluşturuldu.
Sanatçılarla ilgili de yeni düzenlemeler yapıldı. Sanatçıların içki içilen gazino gibi yerlerde çalışmaları yasaklandı ve Genel Müdürlüğe buna uymayanların sözleşmelerini feshetme yetkisi verildi.
Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığı, 15 Mart 1971 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanan "Devlet Sanatçısı olacak ve bu haktan faydalanacak sanatkârlar ve bunların niteliklerine dair" bir yönetmelik hazırladı.
Bu kapsamda Devlet Tiyatrosunda görev yapıp üstün başarılara imza atanlar ile sanatçı-öğretmen vasfına haiz olanlar bu kurumun yetkili kurullarınca "Devlet Sanatçısı" adayı olarak belirlenebileceklerdi.
Adaylara "Devlet Sanatçısı" unvanını ise Milli Eğitim bakanının başkanlığında oluşturulacak bir komisyon verecekti.
Bir diğer önemli yapısal değişiklik, 1971'in temmuz ayında Devlet Tiyatrosunun kuruluşundan itibaren bağlı bulunduğu Milli Eğitim Bakanlığının bünyesinden alınarak yeni kurulan Kültür Bakanlığına bağlanmasıdır.
Sanatsal açıdan Devlet Tiyatrosu bir ivme kazanmış ve uluslararası arenada da yavaş yavaş sesini duyurmaya başlamıştı.
Fakat Kuruma yönelik en yoğun eleştiriler de bu dönemde yapılmıştı. Hedefteki isim ise Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü "Cüneyt Gökçer"di.
Tepkilerin odağındaki isim
Cüneyt Gökçer, 1958 yılında tartışmalı bir görev değişikliğinin ardından Muhsin Ertuğrul'un yerine Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü olmuştu. O günden itibaren de bazı kesimlerin eleştiri oklarının hedefindeydi.
Yeni dönemde Vatan Cephesinin bir üyesi olmasına rağmen Devrim Hükümeti, Gökçer'e müdahale etmemişti. Fakat Ahmet Taner Kışlalı dönemi hariç tutulursa, sürekli değişen siyasi iradelerin hatta darbelerin dahi konumunu etkilemediği Gökçer, 1961-80 yılları arasında Devlet Tiyatrosunun iç huzurunu ve düzenini sağlamada oldukça zorlanmıştı.
İlk olarak yazar ve oyun seçimlerinde Cüneyt Gökçer'in, Edebi Heyet üzerinde baskı oluşturduğu iddia ediliyordu. Buna göre Gökçer'e muhalif olan veya aleyhinde bir girişimde bulunan kişilerin eserleri, Edebi Kurula getirildiğinde onay almaları engelleniyordu.
Devlet Tiyatrosunda sahnelenen "Yılanların Öcü" hakkında Gökçer aleyhinde soru önergesi veren AP İzmir Senatörü Cahit Okurer'in "Kireçli Bahçe" çevirisinin reddedilmesini bu gerekçeye bağlayanlar vardı.
Basına yansıyan haberlere göre iddiaları destekleyici bazı gelişmeler yaşanmıştı. Güngör Dilmen'in "Kurban" eseri reddedilmiş, Hidayet Sayın'ın "Kuyruksuzlar" eseri bir yıldan fazla süre bekletilmişti.
Yine Orhan Asena, Nazım Kurşunlu ve Sabahattin Engin gibi önemli yazarların eserleri ya sırada bekletilmiş ya da reddedilmişti.
Ayrıca Ahmet Muhip Dranas'ın çevirdiği Dostoyevski'nin "Ecinniler" eserinin Devlet Tiyatrosunda sahnelenmesine onay verilmediği, 1966 yılında Dranas'ın Edebi Heyette görev almaya başlaması ile hiçbir değişiklik yapılmadan piyesin sahnelenmesine karar verildiği haberlerden sadece birkaçıydı.
Devlet Tiyatrosunda oyun seçimleri, sanatçılarla problemleri, yakınlarına iltimas sağladığı iddiaları, Kültür Sarayı ve Türkiye Opera Tiyatro ve Yardımcı İşçileri Sendikası (TOTSİS) grevi gibi konularda hedefe konulan Cüneyt Gökçer'in, bu dönemde oyunculuğu dışında neredeyse tüm yönleri eleştirilmişti.
Onunla ilgili "büyük oyuncu sevimsiz, zayıf yönetici" şeklinde bir niteleme dahi yapılmıştı.
Konuyla ilgili basına yansıyan çok sayıda iddiadan birisi 1962 yılında Akis dergisinin lejantında "Cüneyt Gökçer Devlet Tiyatrosunda Fırtına" ifadesine yer verilen yazıdır.
Yazıda Gökçer, akrabalarına iltimas sağlamakla ve kendisini ön plana çıkartmakla suçlanıyordu. Bir diğeri 17 Mayıs 1963 tarihli Zafer gazetesinde yayımlanan makaleydi.
Burada da 1963 yılında sahneye konulan "Kiss me Kate" operetinde rol alan Cüneyt Gökçer'in bir tenor olma hevesine kapıldığı, açılış gecesine sadece kendisini alkışlayacak konukları davet ettirdiği hatta sadece kendini göstermek için bu opereti sahneye koydurttuğu ileri sürülmüştü.
Gökçer, sık sık karşılaştığı için alışkın olduğu bu eleştirilere, 1979 yılında verdiği bir röportajda, "Nedir iddialar? Benim kendi sanatımı ön plana çıkarmakta olduğum. Önce şunu çekinmeden söyleyebilirim. İyi oyuncuyum, oyunumla dikkati çekerim, iyi yönetmenim sahneye koyuşumla dikkati çekerim…" diyerek cevap vermişti.
Gerçekten de onun kısmi birkaç yorum haricinde eleştiri almayan belki de tek yönü oyunculuğuydu. 1961 yılında "Hamlet"le seyircilerini selamladığında performansından çok etkilenen Cevdet Sunay, "Allah sizi bu millete bağışlasın" demişti.
Özellikle "Kral Lear ve Kral Oidipus" rolleri Gökçer'in oyunculuktaki başarısını, ülke sınırlarının dışına taşırmıştı.
Turgut Özakman ile Aziz Nesin'in, Devlet Tiyatrosuna eser vermeme kararı
Genel Müdür'ün tutumu nedeniyle Turgut Özakman ve Aziz Nesin gibi yazarların, Devlet Tiyatrosuna eser vermeme kararı aldıkları, basında yer alan bir başka iddiadır.
Turgut Özakman, Cüneyt Gökçer'in yönetiminden memnun olmayan ve bu sebepten Devlet Tiyatrosundan istifa ederek Küçük Komedi Tiyatrosunu kuran sanatçıların dergisinde konuyla ilgili bir yazı yayımladı.
1962 yılından itibaren Devlet Tiyatrosuna oyun vermeme nedenini "Bir yazar, ödenekli tiyatrolara, o güçlü zengin gelenekleri ve seyircisi teşekkül etmiş dev tiyatrolara oyun vermiyorsa bunun bir anlamı vardır. Hiçbir yazar hayatının bir parçası, bir kesiminin sonucu olarak ne kadar değersiz olursa olsun kişisel bir önem taşıyan oyununu bilinçsiz amaçsız ortaya sürmez" diyerek açıklamıştı.
Devlet Tiyatrosu, Aziz Nesin'in eserlerine ise uzun süre kapılarını kapatmıştı. İlk defa 1970-71 tiyatro sezonunda, İstanbul Kültür Sarayının küçük sahnesinde Asuman Korad tarafından Aziz Nesin'in "Çiçu" eserinin sahneye konulacağı açıklandı.
Devlet Tiyatrosu Aziz Nesin'e kapattığı kapılarını açmaya karar vermişti. Fakat tepkisi devam eden Nesin, eserlerinin Devlet Tiyatrolarında sahnelenmesine izin vermemişti.
Millet Meclisi ve Senatoda "Cüneyt Gökçer"
Devlet Tiyatrosu yönetimi, Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosuna eleştiriler ve soru önergeleriyle getirilmiştir.
Aydın Senatörü Osman Saim Sarıgöllü, Yılanların Öcü piyesinin tartışıldığı günlerde Gökçer'in demeçlerini "Bu ilahi çocuğun kendisinde büyük bir kuvvet hissederek, istifa dahi edebileceğini söylemiş, Genel Müdürün artistik kabiliyeti üzerinde durmuyorum, belki bir dâhidir ama Talim ve Terbiye Heyetinde en az Genel Müdür kadar tiyatro ve sanattan anlayan kişiler vardır. İşte bu ilahi çocuk, operada Soprano olma hevesine kapılmıştır…" diyerek biraz alaycı bir üslupla eleştirmişti.
Çankırı Bağımsız Milletvekili Mehmet Ali Arsan, Milli Eğitim Bakanı Mehmet İlhami Ertem'e "Cüneyt Gökçer'in tutum ve davranışlarına dair" yazılı bir soru yöneltti. Soruda "My Fair Lady" piyesinin yüksek bütçesiyle, ülkeye zarar verildiği iddia edilmişti.
Gazetelerde piyes için iki milyon lira harcandığına dair bilgiler verilirken, "My Fair Lady" ve "Kiss me Kate" gibi oyunların Devlet Tiyatrosunda sahnelenebileceğini belirten Genel Müdür, "sadece 100 bin lira masraf yapılmıştır" şeklinde beyanat vermişti. Milli Eğitim Bakanı, önergeye verdiği cevapta Gökçer'in demeçlerini doğrulamış ve temsil için yapılan masrafın "82 bin 500" lira olduğunu söylemişti.
Bakan, Gökçer'in seçilen oyunlarda dost ve yakınlarına iltimas geçtiği şeklindeki duyumlarla ilgili olarak da sanatçı sayısı yeterli olmadığından eldeki imkânlarla rol dağılımının rejisör ve genel müdür tarafından ortak alınan kararla yapıldığını belirterek, Gökçer'e sahip çıkmıştı.
17 Kasım 1967 tarihli Millet Meclisi oturumunda gündeme gelen bir başka iddia, Devlet Tiyatrosunda davetiyelerin gelişi güzel dağıtıldığına dair kamuoyundaki duyumlardı.
Bakanlığın soruşturma açıp açmadığı sorulmuş verilen cevap, tiyatro teamülüne göre protokol dışında davetiye dağıtımı yapılamayacağı ve bu konudaki suçlamaların sık sık çıkartılan dedikodulardan ibaret olduğu şeklinde olmuştu.
Genel müdür- sanatçı gerginliği
Cüneyt Gökçer'in, bazı sanatçılarla yaşadığı problemler, siyasetçilere oradan da Meclise ulaşmıştı. Osman Saim Sarıgöllü'nün Milli Eğitim Bakanı İbrahim Öktem'e yönelttiği 19 Aralık 1963 tarihli soru önergesinde, Devlet Tiyatrosu yönetiminin keyfi muamelelerde bulunduğu iddia ediliyordu.
Önergede Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu Azası ve Opera Bölümü Sanatçısı Müjdat Kutucuoğlu'nun görev süresi sona erince sözleşmesinin yenilenmediği ve Genel Müdürlük tarafından işine son verildiği bilgisi verilmişti.
Devlet Tiyatrosunda keyfi bir idarenin hüküm sürdüğü görüşünde olan Kutucuoğlu, hakkını aramış ve Danıştay'ın "tehiri icra" kararı vermesine rağmen Genel Müdürlük herhangi bir muamele yapmamıştı.
Sarıgöllü, Müjdat Kutucuoğlu'nun sözleşmesinin yenilenmemesinin gerçek sebebini, bağlı bulunduğu opera bölümünün haklarını müdafaa etmesiyle ilişkilendirmişti. Milli Eğitim Bakanı, Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğünün sanatçının görevine devamının engellenmeyeceğini 11 Kasım 1963 tarihinde yazılı olarak bildirdiğini söyledi.
Aslında bu diyalog bir sanatçının sözleşmesinin yenilenmesinden çok Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü'ne yöneltilen suçlamalar ve cevaplarını içeriyordu. Milli Eğitim Bakanı, 21 Ocak 1964 tarihli Senato toplantısında "Tiyatro topluluğu kolay idare edilir bir topluluk değildir" diyerek yöneticisinin yanında durmuştu.
Cüneyt Gökçer'le ilişkilendirilen bir başka haber, Devlet Tiyatrosu Sanatçısı Meral Gözendor'un 1964 yılında İzmir turnesinde geçirdiği sinir kriziydi. İddiaya göre Paris turnesinde Gözendor'dan rol çalınarak Ayten Kaçmaz'a (Gökçer) verilmişti.
Bu tür yayınları yapanlara, Cüneyt Gökçer ve Meral Gözendor tekzipler gönderdiler. Cüneyt Gökçer tekzibinde tüm iddiaları reddederken Gözendor, bir anlık sanatçı ruhu haliyle geçirdiği krizin kimseyi ilgilendirmediğini belirtti ve Genel Müdür'ün rejisör sıfatıyla da rol değişikliğine gidebileceğini açıkladı.
Gözendor'un açıklaması, konu ile ilgili basına yansıyan ifadelerin ve hikâyelerin gerçeklerle ilgisi olmadığı belirtilerek sonlandırılmıştı. Fakat Gökçer-Gözendor meselesi olayın arka planında magazinsel bazı gelişmeler olduğuna dair haberlerle gündeme gelmeye devam etmişti.
Bir başka iddiaya göre 1965 yılının eylül ayı başında Özcan Sevgen'in evinde toplanan opera sanatçıları Altan Günbay, Ertuğrul İlgin, Sevda Aydan, Doğan Onat ve Nejat Tekebaş'ın Cüneyt Gökçer değişmedikçe ve Ertuğrul İlgin operanın başına geçmedikçe sahneye çıkmama kararı almışlardı.
Devlet Tiyatrosu sanatçıları, bu süreçte adeta Cüneyt Gökçer'in yanında olanlar ve olmayanlar olarak bir ayrıma tutulmuş gibidir.
Gökçer'in karşısında olan sanatçılar, Devlet Tiyatrosundaki düzensizlikten, yönetim zafiyetinden ve kişiye göre uygulamalar yapılmasından şikâyetçiydiler.
Kurumun iç yüzünü dışarıya dökmekten korktuğu için sessiz kaldığını belirten Devlet Tiyatrosu Sanatçısı Ahmet Evintan, 11 Aralık 1965 tarihli Ulus gazetesinde yayımladığı yazıda sanatın ihmal edilmesinden ve Devlet Tiyatrosunda huzursuzluğun hâkim olmasından şikâyet ediyordu.
İşçilerin dövüldüğünü duydum, pervasızca ve haysiyet kırıcı bir dille yazılmış bildiriler okudum. Karşılarında düşman sandıkları insanlara yapılan yakışıksız baskıların şikâyetlerini dinledim. Sahte imzalı istifa dilekçeleri gördüm. Resmi işlemler ihmal edilerek, sanat işleri ikinci plana atılarak kıyasıya bir dalaşma başladı müessesede… Yetkili yöneticiler tarafsız kalmak yerine taraf olmaya, barıştırmak yerine dövüştürmeye başladılar…
1965 yılında iyice açığa çıkan Devlet Tiyatrosundaki huzursuzluğun, sorumlusu olarak Cüneyt Gökçer gösteriliyordu. Suçlamalara göre Gökçer, disiplini sağlamada başarılı olamamış, ilgisiz kimseleri işine karıştırmıştı. Sanatçılar rol beğenmemeye ve kendilerine verilen rolleri reddetmeye başlamışlardı.
Tutum olarak da sanatçılar arasında denge kurulamamıştı. Hatta kötü yönetim sayesinde Devlet Tiyatrosunun, bir sanat kurumu olmaktan çıktığı ve sanatçıların maaş zamanlarıyla emekliliklerini bekleyen bir memur kitlesine dönüştüğü şeklinde değerlendirmeler yapılıyordu.
Muhtemelen bu huzursuzluğun bir sonucu olarak 1967 yılında Devlet Tiyatrosundan 10'un üzerinde sanatçı, istifa etmiş ve bu duyumlar Millet Meclisine de getirilmişti.
Gerçekten de Gökçer'in göreve başladığı 1958'den 1967'ye kadar toplam 37 sanatçı, Devlet Tiyatrosundan istifa etmişti. Sanatçıların istifa nedenleri öncelikli olarak Cüneyt Gökçer'in yönetim anlayışına, sonra da kendi özel tiyatrolarını kurma hedefine dayandırılıyordu.
1967 yılında Devlet Tiyatrosundan ayrılan 11 sanatçının da aralarında bulunduğu 22 sanatçı tarafından Mithatpaşa Tiyatrosu kurulmuştu. Bu tiyatronun kurucularından olup eşi Beyhan Hürol ile birlikte Devlet Tiyatrosundan ayrılan Ekmel Hürol, "Biz Devlet Tiyatrosundan ayrıldığımız için pişman değiliz. Sanatçı huzur içerisinde çalışırsa verimli olur. Bizler Devlet Tiyatrosunun içerisindeki huzursuzluğa ve verimsizliğe tahammül edemedik. Kendi tiyatromuzda ne dedikodu ne de politika vardır. Sadece sanat vardır…" diyerek istifa nedenlerini açıklamıştı.
Özel tiyatro kuran veya mevcutların kadrosuna katılan bazı sanatçıların geri dönmesi ise ayrı bir sorundu. Başkent Sahnesini kuran oyunculardan Turgut Savaş, Devlet Tiyatrosuna dönmek için verdiği dilekçesine uzun süre yanıt alamamış bunun üzerine de Mahir Canova ve Cüneyt Gökçer'le bir tartışma yaşamıştı. Gökçer ve Canova, Turgut Savaş'tan "dövüldükleri" gerekçesi ile şikâyetçi olmuşlardı.
Cüneyt Gökçer, dönemi boyunca kendisine ve ailesine iltimas sağlamakla sık sık itham edilmişti.
Devlet Tiyatrosu yönetimi, 1975 yılında tiyatro faaliyetlerinin aksamaması amacıyla televizyonda rol alacak sanatçıların, izin şartı dışında, reklam filmlerinde oynaması ve sunuculuk yapmasını yasaklamıştı.
Fakat Ocak 1978 tarihli gazetelerde (Tasvir, Dünya) yer verilen iddialara göre Cüneyt Gökçer, eşi Ayten Gökçer ve onlara yakınlığı ile bilinen Tekin Akmansoy, hiçbir engelleme olmadan reklam filmleri için anlaşmalar yapmışlardı. Hatta sözleşmeye aykırı olarak 1966 yılının ekim ayında kendisini "memur" olarak tanımlayan Ayten Gökçer, bir mağazanın düzenlediği defilede mankenlik dahi yapmıştı.
Cüneyt Gökçer de yine "Devlet Tiyatrosunda görev alan bir sanatçının, başka bir şehre gidip görev alamayacağı" hükmünün yürürlükte olduğu sözleşmeye aykırı olarak Yeni Sahnede rejisörlüğünü yaptığı "Küskünler Kahvesi"nin çalışmalarını Muazzez Kurtoğlu'na bırakarak, İstanbul'a gitmiş ve Arena Tiyatrosunda bir başka eser sahneye koymuştu.
Huzursuzluğun bir başka nedeni, sanatçıların her yılın temmuz başında yenilenen sözleşmeleri ile ücretlerine yapılan zamlardı. Ücretler, nevilerine göre tespit edildiğinden bir sanatçının maaşına yapılacak zam oranı, sadece geçim kaygısını içermiyordu.
Aynı zamanda Devlet Tiyatrosundaki konumunu da belirliyordu. 1960 yılında kemerleri sıkma politikasının sonucunda Devlet Tiyatrosu sanatçılarının maaşlarına zam yapılmamış, bir önceki yılın şartlarına göre sözleşmeler yenilenmişti.
Cüneyt Gökçer kimseye haksızlık yapılmadığını açıklamıştı fakat arasının açık olduğu sanatçılara eşit muamele yapılmadığına dair bazı iddialar basında yer bulmuştu. Mesela başarısı ile kendisini kabul ettiren Kerim Avşar, zam yapılan sanatçılar arasında yoktu. Hatta disiplinsiz davranışlar gösterdiği iddiasıyla maaşında indirime gidilerek sözleşmesi yenilenmişti.
Oysa Ayten Gökçer'e 600 lira zam yapılarak maaşı 2000 liraya ve önemli bir rol oynamamasına rağmen İlkay Saran'a da 300 lira zam yapılarak maaşı 1500 liraya yükseltilmişti.
Aynı dönemde Devlet Tiyatrosu kadrosuna dâhil olan ve yönetime muhalifliğiyle bilinen Melek Tartan ise "Babayiğit" piyesinde başrol oynamasına rağmen zam alamadığından maaşı 1200 lirada kalmıştı.
Kendilerine haksızlık yapıldığını düşünen bir grup sanatçı, 1967 yılının temmuz ayında ziyaret ettikleri Başbakan Süleyman Demirel'e zam meselesini şikâyet ettiler.
Başbakan'a Gökçer'e yakın olanların maaşlarına 500-600 lira zam yapılırken sayıları 75'in üzerinde bulunan ve bütün yılı Anadolu turnelerinde geçiren bir kısım sanatçıya zam yapılmadığını söylediler.
Grup adına konuşan Rejisör Ziya Demirel, Devlet Tiyatrosunun idari yönden bir çıkmazda olduğunu ve Genel Müdür'ün kanun nizam dinlemeden hareket ettiğini iddia etmişti.
Gökçer ise konuya ilişkin Anadolu Ajansı'na yaptığı açıklamada Demirel'e şikâyete giden 18 Devlet Tiyatrosu sanatçısından 11'ine zam yapıldığını duyurmuştu.
Gelişmeden sonra sözleşmeler yeniden düzenlenmiş öncelikle de Ayten Gökçer'e yapılan 600 liralık zam geri alınmıştı.
Devlet Tiyatrosunda soruşturma
Başbakan Demirel'e yapılan ziyaretten sonra Devlet Tiyatrosu, bu sefer Cüneyt Gökçer'le Rejisör Aktör Ziya Demirel arasında yaşanan bir gerginlikle gündeme geldi.
İddiaya göre Cüneyt Gökçer, Üçüncü Tiyatroda "Ayakbağı" oyununun galasında üçüncü perde başlamak üzereyken karşı karşıya geldiği, kendisini Başbakan'a şikâyete gidenlerin arasında bulunan ve Devlet Tiyatrosundan istifa eden Demirel'in yüzüne tükürmüştü.
Ayrıca yine Devlet Tiyatrosundan ayrılan Fikret Tartan ve Ahmet Demirel ile de tartışmıştı. Ahmet Demirel, Gökçer'e hakaret ederek üzerine yürümüşse de Gökçer'in davacı olmaması üzerine olay yatışmıştı.
Tükürme olayı, bazı çevrelerce bardağı taşıran son damla olarak yorumlanmış ve kamuoyunda Gökçer'in her an görevden alınabileceği beklentisi oluşmuştu. Fakat iktidardaki AP'nin içerisinde Gökçer'in destekçisi çoktu.
Gökçer'i görevden alma eğiliminde olduğu ileri sürülen Başbakan Süleyman Demirel ise gelişmeler üzerine Genel Müdür aleyhinde soruşturma açılması talimatını vermişti.
Devlet Tiyatrosuna müfettişler gönderilerek soruşturma başlatıldı. Müfettişler hem Ziya Demirel olayına hem de Devlet Tiyatrosunda var olduğu iddia edilen keyfi yönetime dair soruşturmalarını 1967 yılının eylül ayı sonunda tamamladılar.
Soruşturma kapsamında Gökçer'e yönelik suçlamalardan birisi de 5441 sayılı Kanun'un 6. maddesinin hilafında bir yıl staj yapması gereken stajyerleri iki yıl bekletmesiydi.
Bu süreçte Gökçer'in görevden alınmasının an meselesi olduğu ve Devlet Tiyatrosundan ayrılınca da özel bir tiyatro kuracağına dair haberler basında yer almışsa da süreç böyle ilerlemedi.
"Çiftlik Nasıl Yönetilir?"
Cüneyt Gökçer'in aile ve akrabalarına iltimas sağladığı iddialarının, önü alınamamış özellikle de basında Devlet Tiyatrosunun "Cüneyt Gökçer'in Çiftliği" haline geldiği şeklinde yorumlar yapılmıştı.
1965 yılında TOTSİS üyesi Devlet Tiyatrosu sanatçıları, Gökçer'e yönelik tepkilerini Devlet Tiyatrosunun Gökçer ailesinin bir çiftliği haline getirildiği mesajını veren bir pankartı tiyatronun kapısına asarak göstermişlerdi.
7 yıldır oynanan oyun: Çiftlik nasıl yönetilir?
Yazan: Cüneyt Gökçer
Sahneye Koyan: Cüneyt Gökçer
Baş Erkek Oyuncu: Cüneyt Gökçer
Baş Kadın: Ayten Gökçer
Yaşlı Kadın: Mediha Gökçer
Avukat: İstiklal Gökçer
Dava Vekili: Kemal Gökçer
Noter: Zafer Gökçer
İllâllah Yeter!
Konuyla ilgili olarak Zafer, Politika, Ant, Meydan başta olmak üzere basında Cüneyt Gökçer aleyhinde yazılar yayımlandı.
Tuncer Özbaykal tarafından 9 Nisan 1966 tarihli Zafer gazetesinde yayımlanan "Hodri meydan demiştik Cüneyt Gökçer Bey, evet hodri meydan! Milletin olan bir müesseseyi çiftlik haline getirişiniz hesabını sormak üzere hodri medyan. Hesap soracağız Cüneyt Bey. Zira inanıyoruz ki Devlet Tiyatroları muhterem pederinizin mamelekine dâhil…" şeklindeki ifadelerin olduğu makale, bunlardan sadece birisiydi.
"Gökçer Klanı"
Cüneyt Gökçer'in, repertuar seçimlerinde kendisine yakın isimlere rol verdiği ve önceden de rollerin onlara bildirildiği bir başka suçlamaydı.
İddiaya göre Gökçer'in ilk eşi Mediha Gökçer'in "Yaşlı Hanımın Ziyareti", kendisi ve Ayten Gökçer'in de "Kiss Me Kate" ve "My Fair Lady" adlı oyunlardaki rollerinden çok önceden haberleri vardı.
Devlet Tiyatrosunda sahnelenen oyunların başrollerinin Cüneyt Gökçer'in yakınları ve akrabaları tarafından paylaşılması "Gökçer Klanı" olarak adlandırılıyordu.
Konservatuar’ın bale bölümü mezunu olan Ayten Gökçer "My Fair Lady" müzikalinde ve "Lysistrata" da, Cüneyt Gökçer ve kızı Deniz Gökçer "Anatevka", Deniz Gökçer yine "Andromak" piyeslerinde başrol oynamışlardı.
Turnelerde de benzer durum söz konusuydu. Yurtdışı turnelerinin tümüne Gökçer yakınları ve akrabaları götürülüyor ve başrol oynuyordu. Yurtiçi turnelerinde Cüneyt Gökçer, Ayten Gökçer, Bozkurt Kuruç ve Şahap Akalın gibi isimler ise İstanbul, İzmir hariç Ankara dışına çıkmıyordu.
Metin And, 19 Ocak 1967 tarihli Ulus gazetesinde yayımladığı "Devlet Tiyatrosunda Neler Oluyor?" başlıklı yazısında, bazı hataları kabul etmekle birlikte Gökçer'i hedefe koyan eleştirilerin arkasında "kişisel çıkarların" olduğunu belirterek Cüneyt Gökçer'e destek vermişti.
Oysa saldırıları yapanların çoğu hepimizin olan, vergilerimizle ayakta duran bu kurumun örnek bir kurum olması için değil, ya karısı kadroya alınmadı, rejisörlük kendisine verilmedi, oyunu veya çevirisi oynanmadı diye ya da Genel Müdürlüğün yapı, onarım, alım satım işleri kendi ticaret evine verilmedi diye...
Eleştiriler karşısında Cüneyt Gökçer
Cüneyt Gökçer, 27 Mayıs darbesi ile bir kurumun başında kalan değiştirilmeyen tek sivildi. Üstelik de Vatan Cephesi üyeliği ve faaliyetleri bilindiği halde değiştirilmemişti. Bunun nedenini, adının büyüklüğüne ve siyasilerle ilişkilerine bağlayanlar vardı.
Siyasi ilişkilerine bağlayanlara göre Gökçer, sanatı arka plana iterek DP, MBK, CHP ve AP'den yana görünmeyi başarmıştı. Şikâyetlere rağmen onun makamında kalmasının, ancak siyasilerle özellikle de bazı AP yetkilileri ile kurduğu ilişkiler sayesinde mümkün olabileceği ileri sürülüyordu. AP'nin milli eğitim bakanlarının, suçlamalar karşısında Gökçer'e sahip çıkmaları da bu nedene bağlanmıştı.
Gökçer, 22 Eylül 1967 tarihli Ulus'ta yayımlanan röportajının sonunda mesleğine olan bağlılığını dile getirirken "bu işleri yaparken yaşadığımı hissediyorum" demişti.
Belki de ayakta kalmasının arkasında yatan neden "İşimi seviyorum, tiyatroyu seviyorum. Kendi branşımla ilgili aktörlük, rejisörlük, sinema oyunculuğu bunların hepsi çok zevk aldığım şeyler. Bu işleri yaparken yaşadığımı hissediyorum. İnsanoğlu yaşadığını hissedince de enerjisi artıyor. Çalıştığım zaman dinleniyor, boş durduğum zaman ise yoruluyorum…" sözlerinde saklıydı.
Cüneyt Gökçer ilk defa 5 Ocak 1978 tarihinde kurulan III. Bülent Ecevit Hükümeti döneminde görevinden alınarak yerine Ergin Orbey getirildi.
12 Kasım 1979 tarihinde Süleyman Demirel'in VI. Hükümetini kurması ile tekrar Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü görevine iade edildi.
Değişiklik nedeniyle Demirel Hükümetini "sanat düşmanı", "çağdışı anlayış" ve Cüneyt Gökçer'i de "Mason biraderi" olarak nitelendiren yorumlar yapıldı. Gökçer yeniden görevinin başındaydı fakat bu sefer onu, daha zorlu bir süreç bekliyordu.
Cüneyt Gökçer, göreve geldikten sonra ilk uygulamasını, Ergin Orbey tarafından Bursa Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü görevine getirilen Ziya Demirel'i 1980 yılının ocak ayında görevden alarak yaptı.
Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğünde de görevlerinden alınan yönetici ve sanatçılar oldu. Şikâyetler mahkemelere ve Danıştay'a intikal etti.
Cüneyt Gökçer, getirdiği bir kuralla tiyatroda toplanmayı, toplu görüşmeleri ve ziyaretçi kabulünü yasakladı. Cumhuriyet Yazarı Engin Karadeniz, "Mütehavvil Cüneyt Bey'in Serüvenleri" başlığıyla yayımladığı yazısında Gökçer'in "keyfi" olduğunu ima ettiği icraatlarına şöyle tepki göstermişti.
Mütehavvil Cüneyt Bey, mütehayyir bir şekilde provaları süren oyunlara el atarken Devlet Tiyatroları gösteri darağacında yer alan oyunlar 'kaldırılmadan' kaldırılır… Gökçer'in oyunlara tavrı kapalı cephe hükümeti Kültür Bakanlığı Müsteşarı Emin Bilgiç'in istekleri doğrultusunda kapalı bir biçimde sürer…
Sahneler değişir, dekor-giysi sorunları yaratılır, çözümlenmemesi için özen gösterilir, müzisyenler engellenir… Edebi Kurula yaptığı güçlü atama, yani Sevda Şener, Vedat Günyol, Cevat Çapan yerine getirilen Ahmet Muhip Dranas, Mehmet Kaplan ve Tarık Buğra Gökçer'in doyumsuzluğunu gideremez. Bu arada Baş Dramaturg ve Sanatçı Temsilcisi de görevinden alınır… Edebi Kurul'da temizlik gerçekleşir…
Cüneyt Gökçer, "Devlet Tiyatrosunun içinde anarşizm hüküm sürüyor" şeklinde beyanat vermişti. Bu beyanata tepki gösteren DETÇA, Tİ-SAN ve TÜM-DER işyeri temsilciliği, Gökçer'i istifaya davet etti.
Cüneyt Gökçer, basına sanatçıların politikadan uzaklaşmaları gerektiği vurgularının olduğu bir demeç verdi. "Bugün Devlet Tiyatrosunun en acı gerçeği, bazı sanat kuruluşlarımızda da olduğu gibi, günlük politikanın sanat meşguliyeti içine girmesidir" diyen Gökçer, aksi halde sanat hayatında kutuplaşmaların zıddını ortaya çıkartacağını ve çatışmaların kaçınılmaz olacağını savundu. Ayrıca gerçekdışı suçlamalara cevap vermeyi öteden beri gereksiz gördüğünü hatırlattı.
O halde neden bir açıklama yapmayı gerekli görmüştü?
Gökçer bunun nedenini "Bütün hayatını Türk Tiyatrosunun gelişmesine adamış bir sanatçı ve yönetici olarak kişiliğimin çok üstünde saydığım iki husus için gerekli açıklamaları yapmayı kaçınılmaz görev olarak biliyorum" diyerek açıklamıştı.
Ona göre 20 yıllık görev süresince çeşitli partilere mensup veya bağımsız toplam 18 bakanla çalışmak, iddiaların aksine günlük politikadan Devlet Tiyatrosunu uzak tutmayı başarabildiği içindi.
Hak arayışı mı bir başkaldırı mı? TOTSİS grevi
1960'lı yılların ortalarında Devlet Tiyatrosunda görev yapan sanatçılar bir tarafta "biz işçiyiz" diyerek sendikal haklar talep edenler, diğer tarafta mahkeme kararı ile de kesinleşen "biz memuruz" diyenler olmak üzere ikiye ayrılmıştı.
Genel Müdür'e muhalif ola bir grup, "tiyatro sanatçıları işçidir" ve "tiyatro eğlence yeridir" görüşünü savunuyordu. Bunlar Devlet Tiyatrosunda yönetim zafiyeti olduğunu ileri sürerek 1964 yılı başında Türkiye Opera-Tiyatro Sanatkârları ve Diğer İşçileri Sendikası (TOTSİS) adı altında bir sendika kurdular. Kurucuları arasında Müjdat Kutucuoğlu, Ayhan Aydan, Oğuz Bora, Semih Sergen ve Turgut Okutman gibi isimler vardı.
1965 yılında TOTSİS üyesi Devlet Tiyatrosu sanatçılarının "biz işçiyiz" diyerek temsillere çıkmamaları, Türkiye'nin önemli gündem maddelerinden birisi olmuştur.
Bu aynı zamanda 1949 yılında kurulduğundan itibaren Devlet Tiyatrosunun bünyesinde meydana gelen ilk, en etkili ve büyük ölçekli eylemdi. Hatta etkisi ülke sınırlarını aşmış, Alman sahne sanatçıları bir bildiri yayımlayarak, Ankara Devlet Tiyatrosuna karşı eylem başlatan sanatçılara destek vermiştir.
Önce Genel Müdür Gökçer'e karşı olan sanatçılar, Sendikada yönetimi ellerine aldılar. Sonra da bazı bakanların aracılığı ile 30 Nisan 1965 tarihinde sendika ve işveren arasında Küçük Tiyatroda toplu görüşmelere başlandı. 1965 yılının eylülüne kadar toplam 24 toplantı yapılmasına rağmen anlaşma sağlanamadı.
Daha çok tiyatro yönetiminin yeniden düzenlenmesi ile ilgili istekleri olan Sendika, merkezi bir otorite ile yönetilen Devlet Tiyatrosunun yapısına aykırı bir durum olan "Eser Seçme ve Rol Dağıtma Komiteleri"nin oluşturulmasını talep etmişti.
Bunları Devlet Tiyatrosunun Kuruluş Kanunu'na aykırı bulan Cüneyt Gökçer, işveren olarak Milli Eğitim Bakanlığını adres göstererek 27 Eylül günü tüm talepleri reddetti. Ayrıca mevcut kanun hükümlerine göre sanatçıların memur olduklarını bu nedenle de grev haklarının bulunmadığını söyledi.
TOTSİS ise Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğüne toplu sözleşme yapmak için çağrıda bulundu. Fakat Devlet Tiyatrosu yönetiminden "sanatçıların kanuna göre memur oldukları dolayısı ile toplu sözleşmelerde taraf olamayacakları" cevabı verildi.
Yayımlanan bir tamimde grev yapanların suç işledikleri belirtilerek, grev yapan sanatçılar "tulumbacılar" olarak nitelendirildi.
Sendika, Genel Müdürlüğün bu tavrı üzerine 1 Kasım'da greve gitmeye karar verdi. Karar, Çalışma Bakanlığına bildirildi. Taraflar arasında yükselen gerilim Gökçer'in, savcılığa müracaat ederek sanatçıların memur olduklarını bu nedenle grev kararının durdurulmasını istemesi ile tırmandı. Savcılık, afişlerin indirilmesini istedi. Yargıtay, grev yapılamayacağına dair karar aldı.
Hukuki yolları tıkanan sanatçılar, doktor raporları ile grevlerine devam etmenin yolunu aradı. Üçüncü Tiyatroda sahnelenen "Yatık Emine" piyesinde rol alan Argun Çidamlı ve Turgut Savaş rapor alarak temsillere çıkmadılar. Genel Müdür Gökçer, daha önce istihbaratını aldığı bu olaylara karşı hazırlıklıydı. Sendikaya dâhil olmayan oyuncularla, ayrılanların yeri dolduruldu.
"Bu Geceki Oyun: Grev"
Tüm girişimlere rağmen, TOTSİS üyeleri ikna edilememiş ve 17 Kasım 1965 günü Devlet Tiyatrosunda grev başlamıştı. Sendika, Savcılığın kararına rağmen greve gitme azmini eyleme dönüştürmüştü. Fakat bunun sonucunda da ilk defa Devlet Tiyatrosunun perdeleri açılmamıştı.
TOTSİS üyesi olmayan Devlet Tiyatrosu sanatçıları tam da bu noktada "Kim haklı kanundan yana olanlar mı yoksa kanunsuzluk yapanlar mı? Tiyatro bir eğlence yeri mi yoksa bir eğitim merkezi mi?" sorularını sordular.
Sonra da "Tiyatro bir eğitim ve kültür merkezidir, biz inanıyoruz ki Hukuk Devleti olan Türkiye'de yargıçlar vardır, biz de hukuk nizamı içerisinde haklarımızı sonuna kadar korumayı her şeyden önce Anayasaya saygının bir vecibesi saymaktayız" sözlerinin olduğu ve "Hukuk Devleti" kavramına atıfta bulundukları bir bildiri yayımladılar.
Greve katılmayan sanatçılar, 18 Kasım 1965 günü "Devlet Tiyatrosu Yaslı Bir Günde" başlığıyla "18 seneden beri sevgili milletimize aralıksız hizmette bulunan ilim ve irfan yuvası sahnelerimiz dün gece karanlıklara gömüldü..." ifadelerinin olduğu ikinci bildirilerini yayımladılar.
Duygusal bir üslupla kaleme alınan bildirinin altında Muazzez Kurtoğlu, Tekin Akmansoy, Cüneyt Gökçer, Haluk Kurtoğlu, Bozkurt Kuruç, Ayten Gökçer, Mahir Canova gibi isimlerin imzaları vardı. Onlara göre ne olursa olsun perdeler kapanmamalıydı.
TOTSİS grevi, 1965 yılında tiyatro yönetimine zor anlar yaşattı. Talepleri arasında yoktu ama grevciler aslında Gökçer'in istifa etmesini istiyordu. 19 Kasım 1965 tarihli Vatan gazetesinde "Konformistlerin başkaldırısı" olarak değerlendirilen grevin, Gökçer'e yönelik kişisel hırs ve rekabetten doğduğu ileri sürülmüştü.
Grev krizinde Başbakan Süleyman Demirel'in tavrının ne olacağı ise kamuoyunda merak konusuydu. Demirel, bir taraftan kendisini ziyarete giden Gökçer ve ekibine "memlekette kanun nizam vardır, endişeye mahal yok" derken, 17 Kasım günü başlatılan grevi haber vermek amacıyla evine giden Ayhan Aydan ve Altan Günbay'a ise "madem başka yol yok siz de grevinizi yapın" diyerek destek vermişti.
Genel itibarıyla AP Hükümetinde bazı isimler bu süreçte grevcilerden yana tavır takınmış gibiydi. Çalışma Bakanı Ali Naili Erdem, 14 Kasım günü TOTSİS ve Türk-İş üyeleriyle bakanlıkta bir toplantı yapmış ve Genel Müdür Cüneyt Gökçer'i "yüz yüze gelme cesaretini kendilerinde bulamayanlar…" diyerek eleştirmişti. Hatta Sendika üyelerine, mahkeme kararına rağmen greve gitme cesareti vermişti.
TOSTİS üyeleri ve Devlet Tiyatrosu yönetimi arasında gerginliğin gittikçe tırmandığı ve perdelerin kapandığı bu dönemde Süleyman Demirel, grev yapan sanatçılar ve Cüneyt Gökçer'le görüştü. Demirel, Gökçer ve onu destekleyenlere "Ben emirle perdeyi açtırmam… Başbakanın emriyle perde açılsın, Başbakanın emriyle perde kapansın devri bu memlekette çoktan geçmiştir…" demişti.
Öte yandan TOTSİS Başkanı Müjdat Kutucuoğlu, Devlet Tiyatrolarında çalışan ve "D" cetvelinden ücret alanların "işçi" olduklarının görüşmelerde karara bağlandığını duyurdu.
Devlet Bakanı Cihat Bilgehan da Kutucuoğlu'nu destekler bir şekilde Bilim Heyetinin çalışmaları sonucunda işçi sıfatını alan sanatçılar ile toplu sözleşme yapılacağını açıkladı.
Fakat Yargıtay, sanatçıların "memur" olduklarına karar verince TOTSİS grevi durduruldu. Mahkeme kararına rağmen grev yapılınca da görüşmeler Milli Eğitim Bakanlığında Kültür Müsteşarı Adnan Ötüken'in başkanlığında yeniden başladı. Taraflar arasında imzalanan protokolle, görüşmeler sonuçlanana kadar grev kararı ertelendi.
Böylece iki günlük bir aradan sonra yeniden Devlet Tiyatrosu perdelerini açtı. Ankara İş Mahkemesi, 1966 yılının nisan ayında Devlet Tiyatrosu sanatçılarının bir sendika kuramayacağını belirterek TOTSİS ile ilgili kararını açıkladı. Karar üzerine Milli Eğitim Bakanlığı, TOTSİS üyelerine bir tamim göndererek Sendikadan ayrılmalarını bildirdi.
TOTSİS grevi anlaşılacağı üzere öncelikle idari düzensizliğe bir başkaldırıydı. Bunun dışında maddi tatminsizliğe tepki ve operanın tiyatrodan ayrılarak müstakil bir idareye kavuşturulması amacını barındırıyordu. Bu noktada da ilk sonucu, 14 Haziran 1966 tarihinde opera bölümünün müstakil bir genel müdürlük haline getirilmesiyle alınmıştı.
12 Eylül 1980 ve sonrası Devlet Tiyatrosuna nasıl yansımıştı?
Cüneyt Gökçer, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da tıpkı 27 Mayıs gibi Devlet Tiyatrosunun başında kalmıştı. Fakat 21 Mart 1983 tarihinde Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne Turgut Özakman'ın getirilmesi ile dönemi sona erecekti.
Yeni dönem, başta genel müdürlük koltuğu olmak üzere Devlet Tiyatrosunda birçok değişiklik getirdi. Siyasetin müdahaleleri devam etti.
Bir taraftan bölge tiyatroları başta olmak üzere yurtiçi ve yurtdışı yoğun faaliyetlerle umut verici gelişmeler yaşanırken diğer taraftan da iç huzursuzluklar devam edecek ve Devlet Tiyatrosu yönetiminde "istikrarsız" bir görüntü ortaya çıkacaktı.
Kaynaklar
• Makale (birçok değişiklikle birlikte) ağırlıklı olarak Zehra Aslan'ın, "Türkiye'de Devlet Tiyatrosunu Yaşatmak" adlı eserinden derlenmiştir. Bkz. Zehra Aslan, Türkiye'de Devlet Tiyatrosunu Yaşatmak, Sahhaflar Kitap sarayı, İstanbul 2013.
• Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü Arşivi, "Belgelik Bölümü"
- ABC, 23 Eylül 1967.
- Adalet, 17 Kasım 1965. Adalet, 17 Nisan 1966. Adalet, 19, 20, 23 Kasım 1965. Adalet, 2 Şubat 1968. Adalet, 5 Aralık 1965. Adalet, 6 Temmuz 1967. Adalet, 9 Aralık 1970.
- Akis, 27 Kasım 1965
- Akşam, 22 Kasım 1965. Akşam, 8 Ekim 1978.
- Ant, 24 Ekim 1967. Ant, 29 Ağustos 1967
- Aydınlık, 8 Nisan 1978.
- Bayrak, 16 Temmuz 1979.
- BCA, 030.18.01.02/188.46.14.2. BCA, 030.18.01.02/278.16.5. BCA, 030.11.1.00/397.3.6.2. BCA, 030.18.01.02/ 172.45.10. BCA, 030.18.01.02/177.19.15.
- Bugün, 30 Kasım 1970.
- Bursa Hâkimiyet, 25 Ocak 1980.
- Can Gürzap, Perde Arkasından Devlet Tiyatrosu Gerçeği, Remzi Kitabevi, 2012.
- Celal Yardımcı, "Sanat ve Sendika", Haber, 10 Aralık 1965
- CS, B:30, O:1, 21.01.1964.
- Cumhuriyet, 1 Kasım 1961. Cumhuriyet, 14 Eylül 1971. Cumhuriyet, 15, 17 Kasım 1965. Cumhuriyet, 22 Aralık 1979. Cumhuriyet, 25 Mayıs 1971. Cumhuriyet, 28 Aralık 1979. Cumhuriyet, 6 Şubat 1980.
- Devrim (Ankara), 19 Ocak 1971. Devrim, 22 Eylül 1970.
- Dünya, 17 Ocak 1979. Dünya, 24 Haziran 1970. Dünya, 28 Ağustos1967. Dünya, 8 Nisan 1978.
- Ekspres, 12 Nisan 1969.
- Engin Karadeniz, "Gökçer'in Tahavvülü", Cumhuriyet, 6 Şubat 1980.
- Engin Karadeniz, "Mütehavvil Cüneyt Bey'in Serüvenleri", Cumhuriyet, 12 Şubat 1980
- Fatin Fuad, "Bu Da Bir Bilanço", Adalet, 12 Aralık 1965.
- Gün, 2 Aralık 1975.
- Haber, 16 Nisan 1969.
- Hakikat, "Gökçer Sorumlu Görüldü", 6 Aralık 1970. Hakikat, 9 Aralık 1970.
- Havadis, 17 Şubat 1962. Havadis, 20 Kasım 1965.
- Her Gün, 16 Kasım 1965. Her Gün, 7 Eylül 1972.
- Hür Vatan, 7 Şubat 1962.
- Hürriyet, 12 Nisan 1969
- Kim, 13 Temmuz 1961. Kim, 14 Haziran 1964. Kim, 4 Ağustos 1967.
- Meydan, 14 Aralık 1965. Meydan, 31 Ağustos 1965. Meydan, 4 Nisan 1967.
- Millet Meclisi Zabıtları, B:5, O:1, 17.11.1967. Millet Meclisi Zabıtları, B:5, O:1, 17.11.1967. Millet Meclisi Zabıtları, B:5, O:1, 17.11.1967. Millet Meclisi Zabıtları, B:5, O:1, 17.11.1967. Millet Meclisi, B:17, O:1, 7 Aralık 1970, 125-126. Millet Meclisi, B:18, O: 1, 08.12.1970. Millet Meclisi, B:61, O:1, 18 Şubat 1973
- Milliyet, 1, 10 Aralık 1970. Milliyet, 10 Ekim 1965. Milliyet, 17 Nisan 1980. Milliyet, 22 Temmuz 1979. Milliyet, 23 Kasım 1965. Milliyet, 24 Ocak 1980. Milliyet, 25 Mayıs 1971. Milliyet, 25 Nisan 1969. Milliyet, 30 Aralık 1979
- Olay, 27 Şubat 1981.
- Perde (İstanbul), 3 Şubat 1964. Perde, 22 Kasım 1965. Perde, 27 Aralık 1965
- Politika, 17 Temmuz 1967. Politika, 31 Aralık 1979
- Refik Erduran, "Ayna", Milliyet, 10 Aralık 1965.
- Saklambaç, 18 Nisan 1969.
- Savaş, 20 Ocak 1978.
- Ses, 19 Aralık 1970. Ses, 30 Eylül 1967.
- Son Havadis, 10 Şubat 1969. Son Havadis, 14 Temmuz 1963. Son Havadis, 24 Şubat 1966. Son Havadis, 6 Aralık 1965.
- Son Havadis, 7 Haziran 1961.
- Sosyete, 13 Şubat 1970.
- Tasvir, 14 Eylül 1971. Tasvir, 28 Ocak 1978.
- Tercüman, 26 Kasım 1965. Tercüman, 26 Şubat 1980. Tercüman, 4 Şubat 1972. Tercüman, 6 Şubat 1980. Tercüman, Sayı: 6071, 24 Aralık 1978.
- Ulus, 11 Aralık 1965. Ulus, 14 Mayıs 1966. Ulus, 19 Ocak 1967. Ulus, 2 Aralık 1965. Ulus, 22 Eylül 1967. Ulus, 23 Kasım 1965
- Vatan, 16, 17,19, 25 Kasım 1965. Vatan, 3 Ekim 1967.
- Yeni Asır, 13 Kasım 1965. Yeni Asır, 15 Eylül 1965. Yeni Asır, 18 Temmuz 1967. Yeni Asır, 26 Kasım 1965.
- Yeni Gazete, 10 Aralık 1970. Yeni Gazete, 24 Kasım 1965. Yeni Gazete, 28 Eylül 1968.
- Yeni İstanbul, 21 Nisan 1966. Yeni İstanbul, 7, 15, 19, 21 Kasım 1965.
- Yeni Sabah, 2 Kasım 1961.
- Yeni Tanin, 15 Nisan 1966. Yeni Tanin, 19 Kasım 1965.
- Yol, 4 Mayıs 1966.
- Yürüyüş, 11 Mart 1980. Yürüyüş, 28 Kasım 1978.
- Zafer, 1 Ekim 1965. Zafer, 17 Eylül 1967. Zafer, 17 Eylül 1967. Zafer, 17 Mayıs 1963. Zafer, 23 Ekim 1966. Zafer, 23 Kasım 1965. Zafer, 9 Nisan 1966.
Not: Önerileriyle metne katkı sunan Prof. Dr. Mehmet Temel'e, 2013 yılında Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olan Lemi Bilgin'e, o dönemde Devlet Tiyatroları "Belgelik Bölümü" çalışanlarına ve Nurdan Baş'a teşekkürlerimizle…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish