Olay dünyanın yok olmak üzere bulunduğu bir zamanda başlıyor; yeryüzünde neredeyse hiçbir hayat belirtisi kalmamıştır.
Bomboş dünyada henüz sağ, belki de ölüp tekrar diriltilmiş iki kişi karşılaşıyor ve ilginç bir şekilde birbirlerini tanıyorlar.
Bunlardan birincisi hepimizin bildiği ilk insan Âdem, öteki ise son insan, bir çeşit makine, bir robot. Kimliği göğsüne kazınmış: Neo-3000
Birbirlerinden bu kadar ayrı iki yaratık; biri Tanrı'nın elinden çıkmış mükemmel insan, öteki bilim ve toplumun iradesi ile şekillenmiş, bir atom haline getirilmiş makine adam. Sessizce bakışıyorlar.
Birisi neredeyse melek; öteki ise dedik ya neredeyse makine. Evvela ne diyeceklerini bilemiyorlar, birbirlerine şüphe ile bakıyorlar; biri insanlık tarihinin başlangıcını öteki sonunu temsil ediyor.
Fakat kendilerini birbirlerinden o kadar uzak, o kadar yabancı, o kadar zıt buluyorlar ki söze nereden başlayacaklarını kestiremiyorlar.
Birden bu iki dilsiz arasında her yeri kılla kaplı bir dev peyda oluyor. Bu, maymunların tanrısı son insanın dostu Hanuman'dan başkası değil.
Onların bu susuşlarına, bir şey dememelerine kızıyor. İkisi de birbirlerine olan davalarını hâlâ açıklamadılar. Hanuman, Başmelek Ariel ve İblis Belphegor'u yardımcı olarak almış ve davayı o görecektir.
Âdem söze başlamak zorundadır; belinde bir arslan postu, gövdesi çıplak ihtiyar Âdem, değişime uğramış torununun torununu suçlu görmek istediğini fakat kendi işlediği suçun verdiği vicdan azabı ile bunu yapamadığını söyleyerek diyor ki:
Bilmek, öğrenmek isteğine, merakına kapılarak kendimi Tanrı'ya benzetme hevesine düştüğüm zaman, bunda soyumdan gelecek olanların bilim diyecekleri şeyin ve özellikle Tanrı'nın yerini alma çılgınlığının tohumlarının bulunduğunu bilmiyordum.
Akıllarını kaçıran torunlarım 'Tanrılaşmak' denemesine giriştikleri içindir ki inkâra saptılar. Ruhlar âleminde verdikleri ahdi, 'bezm-i elest'i hatırlamadı ve irademiz dışında gerçekleşti gerekçesiyle hiç mi hiç umursamadılar. Bütün evreni alt üst ederek kaosa sürüklediler.
Memleketin, dünyanın… İnsanlığın gerçek ve nihai düşüşüne sebep oldular. Onun için şu insanlıktan çıkmış biçimsiz, ucube şeyden, cyborgtan hınç almaya kesinlikle hakkım yok…
Bu arada Başmelek Ariel, Âdem'i savunup, onun suçlamaya hakkı olduğunu söylerken İblis Belphegor, şeytan ordusunun eseri olduğunu söylediği son insanın avukatlığına soyunarak savunmasını üzerine almaya hazır olduğunu söyler.
O zaman son insan olan Neo-3000 konuştu:
Bütün bu kekeledikleriniz yabani, eski, anlaşılmaz ve boş bir dille söylenmiş şeylerdir. Bizim için Tanrı, günah, bağışlanmak, iyilik, kötülük, vicdan, adalet gibi kelimelerin yüzyıllardan beri bir anlamı yoktur. Yeni tip insan, transhuman, dünyanın tek ve gerçek hâkimi olmuştur.
Gezegenin hatta bütün evrenin kaynaklarını sonuna kadar kullanmaktan, varlığını sürdürmek ve savunmaktan başka düşüncesi kalmamıştır. Geçmiş devirlerin bütün putlarını, tanrılarını, bütün eski idealist iddiaları yıkıp, artık hepsini unutup gittiler.
İrade bir hayal, aşk gülünç bir vakit geçirme, ibadet bir nostalji ve fantezi, fazilet bir kâbus, fert bir atom, bir kod ve Tanrı lüzumsuz, saçma bir anlamdan başka bir şey değildir. Dijital hayat, kolektif yaşam, bütün saçma duyguları, azap verici heyecanları, boş düşünceleri, gülünç acıları, anlamsız sevgileri yıkıp götürdü.
Kendi yüksek ideallerimiz ışığında, kendimizi yeniden şekillendirerek hayatımızı makinelerle birleştirmeyi başardık. Ne olursa olsun içinizden hakkımda hüküm verebilecek tek kimse, otorite var ise o da Hanuman'dır. Benim ilk ceddim Âdem değil onu tanıyorum...
Bu bir kurgu, bir distopik bilimkurgu. Hayal gücü ve alegorik tasavvuru, ölüm sonrası hayatı anlatan bir komedya da diyebiliriz.
Böyle bir sahne gerçekleşir mi onu da bilemiyoruz. Fakat şu var ki, distopik topluma doğru giden yolun taşları çoktan döşenmeye başlandı ve yakında yarı insan yarı makine insansı varlıklarla yaşamaya alışacağımız bir gerçeklik.
Bu konu çoktan futuristik yaklaşımın dışına taştı. Biyoteknoloji her geçen gün hayatı kolaylaştırırken bir taraftan da küresel tehdit olmaya devam ediyor.
Koronavirüs doğal olarak mı oluştu, biyoteknoloji ile mi oluşturuldu hâlâ belirsizliğini koruyor. Biyoteknolojik ürünlerin kötüye kullanılmasının yanı sıra süreçte kaza olasılığının olması insanlık ve medeniyet için şu an en büyük tehdit.
Yapay zekâ da dâhil olmak üzere teknolojik gelişmede asıl mesele toplumsal olarak etik, bireysel manada ahlâki olup olmadığıdır.
Yoksa bedenin teknolojik olarak geliştirilmesi yeni bir gündem ve yeni bir buluş değildir.
Geçmişten günümüze protez kol ve bacaklar, işitme cihazları, gözlük gibi aletler yapılmakta ve bedene uyumu için her geçen gün inovasyona uğramaktadır.
Tekerleğin icadından bu güne insanlık hiçbir şey yapmadan beklemedi ve dijital çağa kademe kademe böyle gelindi.
Bu açıdan baktığımızda, implantları, duyuları güçlendirerek bilişsel süreçleri hızlandırmak için kullanmanın, moleküler nano teknolojinin, genetik mühendisliğinin ne mahsuru olabilir?
Hatta insan ve makinenin birleşmesinden ortaya çıkan modifiye insan formu, enformatik, bilimsel, teknolojik olarak daha güçlü bir yapıya sahip olsa ne kaybederiz?
Kim istemez kanserden, felçten, otizmden kurtulmayı ya da alzheimerdan…
Şöyle devam edelim; Mark Zuckerberg, "Sosyal deneyimlerin kutsal kâsesi, bir başkasıyla birlikte bulunduğunuz hissini verebilmesinde yatıyor" diyerek sanal gerçekliği (virtual reality) daha da geliştirerek gerçekçi avatarlara sahip olunacağına vurgu yaptı.
Yani bu dönüşümle, biriyle gerçek göz teması kurulduğunda, avatarınız sayesinde yansıtılan ifadelerin ve hislerin karşıdaki muhatabınıza artırılmış gerçeklik (augmented reality) olarak yansıtılmasını hedeflediğini söyledi.
(Sanal gerçeklik gerçek hayattan tamamıyla soyutlanmış bir deneyim sunmayı hedeflerken, artırılmış gerçeklik gerçek hayatın üzerine inşa edilerek onu daha interaktif hale getirmeyi amaçlamaktadır. Sanal gerçeklikte, gerçek hayattan koparak tamamen sanal dünyada yaşarken; artırılmış gerçeklikte, halen gerçek dünyada yaşamaya devam edersiniz.)
Peki, bu kötü bir şey mi?
Dikotomik düşünmeden transhumanizmi anlamak için bir projeksiyon oluşturmak sanırım en sağlıklı yaklaşım olacaktır.
Sanattan, iktisata kadar neredeyse her alanda bütünleşik bir dünyada yaşamaya başladığımız gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız.
Aynı şekilde robotlarla birleşerek oluşturulacağı savunulan tekillik meselesi de artıları ve eksileriyle önyargısız konuşulabilmelidir.
Aksi halde kendi kendimize düşman yaratıp, yel değirmenleriyle savaşarak yorgun düşmekten ve umutsuzluğa kapılmaktan öteye gidilemez.
Bugüne kadar pek çok sorun görmezden gelinerek, anlamak istemeyerek baş edilemez bir hâle dönüşmüştür. Tıpkı gençlikteki deizm eğilimlerini yok sayarak gelinen durumda olduğu gibi.
Tüm bu soruların ve sorunların temel noktası, insanın bütün bu gelişmeler karşısında nerede durduğu ve kıymetinin ne olduğudur.
Nesneleştirilmiş, benlik ve bilinçten yoksun bir metaya mı dönüşeceğiz yoksa varlığının bilincinde özneliğini koruyan üstün bir yaratık olarak yaşamaya devam mı edeceğiz?
Kısaca, hayat yerine varlık olarak tanımlanan bir dünya mı bizi bekliyor?
Bu açıdan değerlendirdiğimizde transhumanizm, insansız bir dünya projesi değildir.
İleride beraber yaşayacağımız öngörülen yarı insan varlıklar ile çok eskilerden beri öncelikle sporcularda uygulanan, sonrasında cinsel performansı artırmaya varana kadar birçok maksatla kullanılan dopingler (uyarıcılar) arasında felsefi bağlamda bir fark olmadığına inanıyorum.
Bir insanı çocukluğundan itibaren normalin üzerinde bir kapasiteye çıkarmak için halter ya da atletizmin bir dalında çılgınca çalıştırmak, ekstra vitamin takviyeleri ile kas gücünü artırmak ne kadar doğrudur.
Neden fiziksel güç, normalin üzerine çıktığında tanrısal bir tanımlama getirilerek "Herkül" denir hiç düşündük mü?
Bejan Matur'un ifadesiyle; dijital çağ, insanî ritmi kaybederek, ortadan kaldırarak kapasitesinin üzerinde bir hazza ulaşmak için hızı icat etmiştir.
Ve böylelikle vicdanı karartılarak ölümü unutturan kaba, hoyrat ve aynı zamanda hızlı bir çağı yaşıyoruz.
Dijitalleşmeyle boyut değiştiren hız, insanoğlunu bu manada ontolojik duruşundan uzaklaştırarak, diğer bir ifadeyle vicdanını kapatarak, insana has yetilerinin üzerinde sonsuz bir güce, hiç bitmeyeceği zannedilen bir iktidara talip hale dönüştürmektedir.
Diğer taraftan adalet, gelir, barınma, eğitim ve fırsat eşitliği gibi temel evrensel değerler inanılmaz bir heyelanla karşı karşıyadır ve bu durum dünya genelinde, toplumlar arasındaki huzursuzluğu ve güvensizliği artırırken kültürler arası uçurumu da giderek derinleştirmektedir. İnsanlık hayalleriyle gerçekler arasına sıkıştırılmış bir arayüze (interface) dönüştürülmektedir.
Transhumanist felsefenin temel dinamiği, insanlığı entelektüel, düşünsel, psiko-sosyal ve fiziksel boyutlarda geliştirerek, insan olma ya da kalma koşullarını ve eko sistemi dönüştürmek üzerine kuruludur.
Yani insan bedenini ve zihnini farklı bir yaşam formuna dönüştürmeyi hedefleyen bir felsefedir. Hayatta olmak yerine her şartta var olmak bu felsefenin temel dinamiğidir diyebiliriz.
Ruh imgesiyle tanımlanan İlahî enerji, bu yeni yaşam formunda nasıl muhafaza edilecek ya da muhafaza edilecek mi?
Bu soruya sağlıklı cevaplar bulmak oldukça zor görünüyor. Gerçi insan bedenini eski sürüm bir bilgisayara benzeterek "Eski bir yazılım ve donanımla dolaşmaktan çok rahatsızım" diyen ABD'li bilim insanı, mucit aynı zamanda da iyi bir fütürist Ray Kurzweil'in bu soruya teorik bir cevabı mevcut.
Kurzweil'in evrim teorisine göre insanlığın 6 evresi vardır; ki yaşadığımız evrimsel zaman dilimi 5'inci evreye tekabül etmese de bu evreye geçiş süreci olarak kabul edilebilir.
Bu evreler şunlar:
- Temel Fizik ve Kimya Evresi: Atomik yapıların bilgisinin oluşması.
- Biyolojik Adımların Atıldığı Evre: Yani bilginin DNA'ya ulaşarak doğada çeşitliliğin temellerinin atıldığı dönem.
- Beynin Yükselişi Evresi: Bilginin nöronal kalıplarını ortaya çıkararak doğaya yön vermeye başladığı evre.
- Teknolojik Devrim Evresi: Bilginin yazılım ve donanıma nüfuz ederek sıradan işleyişleri değiştirmesi.
- Yeni Nesil İnsanın Ortaya Çıkış Evresi: Bilginin hızla her alanda gelişen süper teknolojilerle birleşmesi sonucu insanın temel yapısının değişmesi.
- Kâinatla Bütünleşme Evresi: Evrendeki madde ve enerjinin birleşmesiyle yeni insanın evrenle bütünleşmesinin sağlanması.
Son evre olan altıncı evrenin geçmişte gerçekleştiğine dair farklı dinlerde benzer inanışlar vardır ve bu haslet, Tanrı'nın seçilmiş kullarına verilir.
Ortak düşünce kalıplarını içeren pek çok motif farklı inanç dünyalarında ortak şekillerde kullanılmaktadır.
Budizmde bu nirvana olur, Zerdüştlükte, Zerdüşt'ün Tanrı Ahura Mazda'nın katına yükselerek kutsal kitabı Avesta'yı alarak yeryüzüne getirmesi, Hristiyanlıkta, Latince Ascensio Domini olarak ifade edilen İsa'nın göğe yükselişi, İslam'da miraç olur.
Hatta tasavvuf geleneğinde, İbn-i Arabî gibi ileri gelenlerin bazı sırlara vâkıf olduğu ve miraç benzeri yolculuk yapabildiğine inanılmaktadır.
Daha da ilerisi İbn-i Arabî ve benzerlerinin kuantum fiziğini keşfettikleri ve bu sayede evrenin sırlarına erdikleri iddia edilmektedir.
İlahî lütufla kemale ermiş insanın beden kafesinden kurtularak tayy-ı mekân ve tayy-ı zamanı deneyimlemesi, daha ölmeden Allah'a kavuşması, fenafillah konuları ise burada değinemeyeceğimiz kadar uzun bir konu…
Öyle görünüyor ki, insan yaşamı, 21'inci yüzyıl teknoloji devrimi ile değişecek ve dönüşecek. Bildiğimiz insanlığın sonunun geldiğini ve yerine "İnsan 2.0" diye tanımlanan türe geçişin yakın olduğu bilimsel olarak tartışılmaktadır.
Bu tartışmalarda insan bedeninin öneminin kalmayacağı, hastalıklar, sakatlıklar ve tüm bedensel, zihinsel aksaklıkların tarihe karışacağı bir evreye geçişin gerçekleşeceği savunulmaktadır.
Fakat "İnsan 2.0" ya da Yuval Noah Harari'nin tanımladığı "Homo Deus"un, yani yeni bir benlik ve bellek seviyesine ulaşacak yarı insan varlığın olduğu dünyada normal insanlar amaçsız olarak ortada mı kalacak, bu dönüşümden her ne sebeple olursa olsun faydalan/a/mayanlar hayvanat bahçesi gibi "insanat" bahçelerinde mi sergilenecekler?
Yoksa dünyanın ücra köşelerinde hayatını sürdürmeye çalışan "İnsan 1.0"ı görmek için safariler mi düzenlenecek?
İlerde canlandırmak ve birçok amaçla kullanmak üzere kriyojenik tesislerde dondurulacaklar mı?
"İnsan 2.0" denilen insanımsı varlıkların süper vizyonu; Tanrı mı, makina mı, daha üst formdaki varlıklar mı kim olacak sorusunun cevabı henüz bilinmiyor yani bir kara delik.
Ta Âdem'den beri keşfetmek, önlenemez bir merak duygusuna sahip olduğumuz ve bilgiye ulaşmak için arayış içinde olduğumuz doğrudur ve fakat bu arayış aslında bir mükemmeliyet, bir ölümsüzlük arayışı mıdır, bunu zaman gösterecek.
Ateşi, tanrı Zeus'tan çalmaya çalışan sadece Promete değildir. Maksadı bir şeyler çalmak olmasa da Yaratıcıya bire bir ulaşmak fikri ve arzusu birçok inançta mevcudiyetini korumaktadır.
Aynı şekilde, Tanrıyı ne Nietzsche öldürdü ne de dünyanın büyüsünü Weber bozdu.
Transhuman hayatlarda insan-Allah, insan-evren, insan-insan ilişkileri nasıl olabilir, bu durumda dinî düşünce ne olacak, Tanrısız bir dünyaya veya tek bir dünya dinine ve devletine doğru mu gidiyoruz?
Akıllı şehirlerde insanca yaşamak mümkün mü?
Sosyal bilimler ortadan kalkacak mı ya da nasıl şekillenecek ve teknolojik devrimle zuhur eden cüretkâr ve nobran yeni dünyada deizm benzeri inanışlar, sıtma kavlinden rıza gösterilecek bir realiteye mi dönüşecek?
Allah bilinmek için mi insanı yarattı?.. gibi meseleleri bir sonraki yazıya bırakalım.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish