Söyleşi serimizin bu haftaki konuğu Baruh Hason. Hason'un birçok yönden ilgi çeken bir hayat hikayesi olduğunu söyleyebilirim. İlaveten ilham verici bir kişiliğe sahip.
Bugüne değin röportaj yaptığım kişilerin tamamına yakını seküler hayat biçimini öyle ya da böyle benimsemişlerdi. Hason ise bu çizgiden ayrılıyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Röportajı okuduğunuzda anlayacağınız gibi, Hason geleneklere bağlı bir ailede doğmuş sonrasında ise Yahudi dininin kurallarını gündelik yaşamının ayrılmaz bir parçası yapmış.
Hason bu geleneksel yaşantısını sürdürürken öte yandan aldığı eğitimle kariyerini inşa ettiği yer ise ileri teknoloji sahası olmuş.
İsrail'in en önemli şirketlerinde teknoloji ofislerinin yöneticisi olurken ayrıca sayısız patentin sahibi de olmuş.
Hason esasında eski bir tabir olan "kökü mazide olan ati" ifadesini karşılayan bir kişilik. Hason'un diğer bir yönü ise Türkiyeli Yahudilerin, Osmanlı Klasik Müziği'nden etkilenerek icra ettikleri ezgilerde ustalaşan bir hazan olması.
Söz Baruh Hason'da.
- Baruh Hason Beyefendi hayat hikayenizi paylaşabilir misiniz? Nerede doğdunuz, çocukluğunuz ve gençliğiniz nasıl bir ortamda geçti? Aileniz Türkiye Yahudi Toplumu'nda nasıl bir konuma sahipti?
Çocukluk Dönemi
1960'ta İstanbul'da ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldim.
Ortaokul dönemine kadar yaşadığım ev Şişhane Refik Saydam Caddesindeydi.
Babamın (Rafael), toptan ıtriyat (kadın kozmetik malzemeleri) sattığı bir dükkânı vardı. Annem (Edit) ev kadını idi.
Doğduğum evde, annem, babam ve benden 5 yaş büyük ağabeyimin yanında (Robert), annemin annesi (Belina) ve babası (Baruh) ve de annemin teyzesi (büyük annemin kardeşi) ile yaşıyorduk.
Ben 4-6 yaşlarında iken büyük teyzem evlenip kendi evine ayrıldı.
Büyük babamın toptan tuhafiye (iç çamaşır, havlu vs.) sattığı küçük bir dükkânı vardı. Büyük annem ev kadını idi.
Küçük bir çocuk olarak hatırladığım kadarı ile evi içten idare eden annem ve büyük annemdi. Mesela büyük annem yemek pişirirken annem temizlik ve çamaşıra bakardı.
Evin gelirleri babam ve büyük babamın elindeydi. Yemek ve benzeri alışverişleri bilhassa büyük babam yapardı.
Evde iki lisan konuşulurdu. Yahudilerin İspanyolcası (Ladino) ve Türkçe. Büyük annem ve büyük babam için anadil İspanyolcaydı. Ancak bilhassa büyük babam ve büyük annem Türkçe'yi zorlanmadan konuşurlardı.
Anne ve babam için her iki lisan da anadil seviyesindeydi. Benim için Türkçe anadildir. İspanyolcam fena değildir.
Kuzguncuk'ta doğup büyüyen babam, çocukken orta okulun ortasında okulu bırakıp, Varlık Vergisi ve Aşkale Olayları'ndan sonra hayatını kazanamayan babasına ve ailesine yardım etmek için çalışmaya başlamış.
Annemle tanışıp evlendiğinde, sonraki yıllarda bana anlatıldığı üzere, ekonomik açıdan kendini geliştirebilmesi için, karısının (annemin) anne ve babası ile aynı evde oturmayı uygun görmüş.
Balat'ta doğup büyüyen annem Saint Benoit'tan orta okul mezunudur. Dolayısı ile, aynen büyük annem gibi, Fransızcayı çok iyi bilirmiş.
Annem, her vesilede orta okuldan sonra, Galatasaray Lisesi'nde olgunluk imtihanını yüksek derece ile bitirdiğini belirtirdi. Ardından, annesi ve babası onu dikiş kursuna ve de bir nevi hemşirelik kursuna yollamışlar.
Annemin babası da Varlık Vergisi ve Aşkale Olayları'ndan etkilenmiş ve evden uzaklaştırılmışlardı.
Ancak döndükten sonra kendini toparlayabilmişti.
Büyük babam, aynı zamanda Karaköy'deki Zülfaris Sinagogu'nda Hazan idi.
İlkokul öncesi yıllarından hatırladığım, bilhassa Roş Aşana ve Kipur Bayramları'nda beni götürdükleri Zülfaris Sinagogu'ndaki dualardır. Belirtmekte yarar vardır, her Şabat sinagoga gitmek gayet doğaldı evin erkekleri için.
Büyük babam bütün günlük duaları sinagogda yapmaya çalışırken, babam hafta arası evde dua ederdi. Çok iyi hatırladığım bir anı şöyle. Bir Kipur günü, annem sinagoga gitmeden evvel bana öğle yemeği veriyordu.
Tabii ki bu saatte, annem ve benim dışımda, evin bütün sakinleri sinagogdadır. Anneme neden benim de oruç tutmadığımı sordum.
Annem bana "sen ağzının tek bir tarafı ile oruç tutuyorsun" dedi. Ben de gerçekten ağzıma aldığım her lokmayı sadece sağ tarafta çiğneyerek yutardım.
O yıllardan hatırladığım Yahudilik ile ilgili bazı anılarım şöyle. Annem, her gece yatağa girdiğim zaman bana "Şema Yisrael" (Dinle İsrail! -Yahudilerin dininin Amentüsü) in ilk birkaç cümlesini söyletirdi.
Evde her yemekten sonra yemek sonu duası yüksek sesle söylenirdi. Dolayısı ile ben bu duayı o zamandan beri ezbere bilirim.
Her hafta cuma akşamları, yani Şabat Gecesi yemeğinden evvel Kiduş (haftalık dinlenme günü Şabat'ın şarapla kutsanması) söylenir ve ardından büyüklerimizin ellerini öper onlar da bizlere iyi dualarını verirlerdi. (Büyüyünce ve halen ben bunu kendi çocuklarıma yaparım.)
İlkokulu Musevi Birinci Karma İlkokulu'nda okudum.
Oturduğumuz evin hemen karşısında bir devlet ilkokulu olmasına rağmen, benim bir Musevi ilkokuluna gitmem sorun olmadı.
Daha ileri yıllarda anladığım gibi, yaşıtlarımın sadece küçük bir kısmı, o zaman sayısı sadece iki olan, Musevi ilkokuluna yollanmıştı. Okuduğum ilkokul ile diğer özel veya devlet okulları arasında ne fark vardı ki?
Müfredat açısından Musevi okulları ile diğer okullar arasında bir fark yoktu. Ancak, o dönemde sadece Musevi okulları Şabat (Cumartesi) günü kapalı idi. Musevi bayramları da öyle.
Yahudi geleneklerine bağlı bir aile için çocuğunu yollayabileceği böyle bir Musevi okulu olması uygun ve tek seçenekti.
Aynı dönemde, Yahudilik ile ilgili bilgileri kuvvetlendirmem için beni bir nevi "Sunday School" olan ve Mahazike Tora diye bilinen bir sinagoga götürdüler.
Burada, İbranice yazılı olan duaları okuyabilmek için, İbranice harflerle okumayı ve ardından duaları basitten daha zor olanlara doğru öğretirlerdi.
Toplu dualarda yüksek ses ve nağmeli okuma metodu olan Hazanlık hünerlerini öğretmek de bu çerçevenin amaçlarından biri idi.
O dönemde İbranice anlama bilgim çok kısıtlı olduğundan okuduğum duaları pek anlamazdım. Duaların yanında, Yahudi dini kuralları (Kaşer yemek kuralları, Şabat kuralları vs.), Tevrat (Tora) ve de Eski Ahit (Tanah) kitaplarında yazılı olanların Türkçe anlatımı da öğretilirdi.
Yaz aylarında ailece yaklaşık 3-4 aylığına Heybeliada'da yaşardık. (Bu ben İsrail'e göç ettiğim yılın 2 sene evveline kadar devam etti.) Orada yaz ayları için bir ev kiralanırdı. Erkekler her gün vapurla işe gidip gelirlerdi. Bizler adanın sağladığı keyiflerden gün boyunca yararlanırdık.
Belki de belirtmekte fayda vardır. İstatistik olarak, Yahudilerin en zengin tabakası yaz aylarında Burgaz Adasına, onların altındaki ekonomik sınıf Büyükada'ya ve esnaf olanlar da Heybeliada'ya giderlerdi yaz aylarında.
Heybeliada sinagogu bu yaz aylarında Yahudi dini servislerini (güncel sabah ve akşam duaları, Şabat duaları, bayramlarda özel dualar) sağlardı.
Birçok sene, babam bu sinagogun yönetim kurulu başkanlığını yapmıştı. Büyük babam da arada sırada Hazanlık yapardı.
Yukarıda bahsettiğim Mahazike Tora da yaz aylarında, sinagog çerçevesi içinde, yukarıda belirtiğim konuları öğretmeye devam ederdi.
Büyük babamın da desteği ile, mesela Şabat dualarında çocukların okuduğu duaları bazen bana verirlerdi. Ben de bilhassa melodilere uygun olarak okurdum.
Bu dönemde sesimin ve müzikal kabiliyetimin normalden daha iyi olduğunun farkında olmaya başladım.
Gençlik Dönemi
Ortaokul ve liseyi Musevi Lisesi'nde okudum.
Bu dönemde yine Şişhane'de daha büyük bir apartmana taşındık. Bu herhalde babamın ekonomik durumunun daha iyiye gittiğinin bir işaretiydi.
Ancak o dönemde Yahudilerin büyük bir kısmı, daha yeni ve modern sayılan, Şişli'ye taşınırken bizim aile Şişhane'de kalmayı tercih etti.
Musevi okullarının Şişhane'de olmasının ve büyük babamın Zülfaris'te Hazan olmasının her halde buna bir etkisi olmuştur.
İlkokulu bitirdiğimde hangi ortaokula devam edeceğim konusu ortaya çıktı. O sene, ağabeyim Musevi Lisesi'nde son sınıfa geçmişti.
Annem yabancı bir lisanı çok iyi konuşabilmem için benim yabancı dilde öğretim veren bir okula devam etmemi isterdi. (O Saint Benoit mezunu olarak çok iyi Fransızca konuşuyordu).
Fransızca öğretim yapan Galatasaray Lisesi ve Almanca öğretim yapan Alman Lisesinin giriş sınavlarını kazanmama rağmen (sadece bu okulların sınavlarına katıldım) anneme Ağabeyimin okumakta olduğu okula gitmek istediğimi söyledim.
(Daha derin olarak o zaman hafta sonu tatili olmayan cumartesi günleri de okula gitmem gerekiyordu ki bunu pek istemiyordum.)
Annem bunu tek bir şartla kabul etti. Musevi Lisesi'nde yabancı dil olarak İngilizce öğrenecektim. Bunun yanında bana Fransızca özel ders alınacaktı.
Bu anlaşma üç sene kadar devam etti. Özel öğretmenim Fransa'ya göç edince Fransızca dersleri bitti.
Toplumdaki intibaların aksine Musevi Lisesinde öğretim çok iyi ve çok zordu. Derslerin yoğunluğuna ayak uyduramayanlar, ya sınıfta kalırlar, bu da yardım etmezse öğretimlerini keserlerdi.
Altıncı sınıfa 80 öğrenci olarak başlamıştık. On birinci sınıfı 20 kişi bitirdik. Tabii ki okula, giriş sınavı olmadan girebilmenin bu azalmadaki payı önemli.
Okuduğum yıllarda Matematik ve Fizik öğretmenleri (Harut Tokatlıyan ve David Habip) normal ders saatlerinin dışında (akşam 4'ten sonra) takviye ve bilgi zenginleştirme kursları verirlerdi.
Hatta bu faaliyetin en doruk noktasında en başarılı öğrenciler bir matematik semineri vermiştik. Benim konum "soyut grup teorisi" idi.
Diğer arkadaşlarımın sundukları konular "lineer operatörler uzayında grup teorisi", "sanal sayılar", "matrisler ve determinantlar" birkaç örnek.
Anlaşılacağı üzere öğrenme yeteneğim ortalamanın epeyce üzerinde idi. Bu kendini Mahazike Tora çerçevesinde de gösterdi.
Örneğin bar-mitsva olduğum ilk Purim Bayramı'nda Megilat Ester'i hazan olarak okudum. Aşağı yukarı iki ayda bir Şabat sabahı duası sırasında okunan haftalık Tevrat bölümünü (peraşa) okurdum.
Sinagogdaki rahmetli hocam Ribi Eliyau Kohen beni Mişna öğrenen çok küçük bir gruba dahil etti. Ek olarak dönemin hazanlarından dualarda uygulanan makam dersleri almaya başladım.
Sesim henüz çocuk sesi iken koroda solist olarak görevim vardı. Daha ilerdeki yıllarda, bilhassa Caddebostan'da sinagog çerçevesi içinde benim yönettiğim bir çocuk korosu vardı.
Tabii ki lise yıllarındaki hayatım sadece okul ve sinagog civarında değildi. Arkadaşlarla (ve bazen anne babamla) tiyatro, sinema ve konserlere giderdik.
Musevi lise gençlerinin kulüplerinde toplanır, konferanslar işitir ve satranç gibi oyunlar oynardık. Hatta lise son sınıfında özel ders vererek birkaç kuruş kazanırdım.
Bu noktada bir anımdan bahsetmek isterim. Sanırım lise son sınıfında idim. ABD'den bir TV şirketi Yahudi Cemaati hakkında bir program yapmak için İstanbul'a gelmişti.
Bu vesile ile Kuzguncuk sinagogunda pazar sabahı bir dua düzenlendi. Normalde bu sinagog sadece Cumartesi açılırdı ki, Şabat günü vasıtaya binmeyen benim için, babamın büyüdüğü bu sinagogu ziyaret edebilmek için ender bir fırsattı.
İhtişamlı geçen sabah duasından sonra TV heyeti Kuzguncuk Yahudi mezarlığını ziyaret etmek istedi. Ben de mezar taşlarının üzerinde yazılı İbranice kelimeleri okumaya yardım etmek için onlara katıldım.
Bu olaydan kısa bir süre sonra şunun farkına vardım. Yaşadığın cemaat hakkında dokümanter bir TV programı yapıyorlarsa her halde bu cemaat artık bir müze olma yolunda.
Aynı anda "sen bir müze gösteri eşyası olarak mı yaşamak istiyorsun?" dedim kendime.
Bana destek olan anne ve babamın (ve bizimle yaşayan büyü anne ve büyük babamın) ekonomik durumu, benim gözümde, gayet iyi sayılırdı.
Seneler ilerledikçe ve büyük babam emekliliğe yaklaştıkça evin gelirleri sadece babamın sorumluluğuna girdi.
Her ne kadar zengin Yahudi tabakasından sayılmasalar da normal ekonomik durumlarının yanı sıra sosyal durumları çok saygın idi.
Kendimi bildim bileli (ben liseyi bitirene kadar) babam Musevi Lisesi Okul Aile Birliği başkanı idi. Yukarıda belirtiğim gibi uzun seneler Heybeliada Sinagogu'nun yönetim kurulu başkanlığını yapmıştı.
İstanbul'da (Yahudi) fakir öğrencilere yardım eden bir örgütte gönüllü olarak çalışırdı ve örgütün başkan yardımcılığına kadar gelmişti. Aynı örgütte annem gönüllü olarak haftada birkaç defa yemek dağıtma faaliyetine katılırdı.
Bütün bunlara rağmen annem ve babam, İstanbul Yahudi Cemaati yönetimini de yürüten yüksek kademeden/sosyeteden sayılmadılar.
Anladığım kadarı ile bu yüzden babam başkan yardımcılığından başkanlığa geçeceğini tahmin ederken, örgütte pek faal olmayan ancak yüksek kademeye ait bir kişi başkanlığa getirildi.
Üniversite yılları
Ağabeyim İstanbul Üniversitesinde Diş Hekimliğinden mezun oldu. Benim lise ve üniversitede okuduğum yıllarda, o, Musevi Lisesi'nin az talebe yüzünden kapanmaması için çok etkin faaliyetlerde bulundu.
Bu sayede İstanbul Yahudi Cemaati idarecileri onu genç yöneticiler çerçevesine dahil ettiler. Halen İsrail'de Diş Hekimi olarak çalışmaktadır.
Bu benim İstanbul Yahudi Cemaati'nin ne şekilde organize ve idare edildiğinin daha iyi anlamama yardım etti.
Lise bitiminde katıldığım üniversite giriş sınavı sunucu Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesine girmeyi başardım. 1977'de ki genel üniversite giriş sınavında yaklaşık 350 bin kişi arasında 93. olmuştum.
Teknik ve bilimsel konulara yatkınlığım yanı sıra o dönemde Boğaziçi Üniversitesi anarşik olayların henüz vuku bulmadığı tek üniversite idi.
Üniversitedeki ilk yıllarda Yahudi cemaati yönetimini daha yakından tanıma fırsatım oldu. Gönüllü olarak çalışan bu kişiler kendi anlayışları çerçevesi içinde cemaatin iyiliği ve gelişmesi için hiçbir gayretten kaçınmadılar.
Ancak nesiller ilerledikçe bu yönetimin Yahudi kuralları pratiğine bağlılığı gevşemeye başladı. Tabii ki bunu bilerek yapmazlar. Öğrenmediğin ve uygulamadığın geleneklerden uzaklaşmak çok doğaldır.
Üniversiteye başlayan birçok Yahudi genç gibi onları bir araya getiren Yahudi kulübüne gitmeye başladım. Yukarıda da belki ima edilmiş olduğu gibi Yahudilik esaslarını yakından uygulayan birinin laik hayatta da başarılı olması çok nadirdi, o dönemin İstanbul Yahudi gençliğinde.
Gittiğim kulüpte (örnek olarak) "reklamcılıkta kullanılan psikolojik oyunlar" hakkında bir konferans vermede hiçbir problem yokken, Pesah'ta okuduğumuz agada'nın tercümesini kulüp üyelerine sunmak için, konferans içeriğinin, denetleme kurulundan geçmesi gerekiyordu.
Ne yazık ki izin çıkmadı bu faaliyet için. Buna rağmen İstanbul'da yaşadığım sürede bu kulüpte tanıdığım arkadaşların hayatımdaki değeri gayet yüksektir.
Lise bitişi ve üniversite yıllarında Galata/Şişhane civarında yaşayan Yahudi çocukların Yahudi eğitimi ile ilgilendim. Bu bilhassa Mahazike Tora çerçevesi içinde idi. Bana öğretilenleri çocuklara aktarmak benim için çok önemli idi.
İsrail'le tanışma
Bir yandan yukarıda belirtiğim bir müze gösteri eşyası olmamak isteği, diğer yandan ülkede çok küçük bir azınlık olan grubun (Yahudiler) içinde de pek alışılagelmemiş daha da küçük bir azınlık (Yahudilik geleneklerine bağlı) olmamak isteği ve de en önemlisi içinde büyüdüğüm (anne ve babamdan gördüğüm) varlığımı (her zaman olmasa bile) gizlemek zorunda kalmamak için İsrail'e göç etmeye karar verdim.
İsrail'i 1979'da bir turist olarak tanımaya başladım. Yaşadığım evden İsrail'e seyahat eden ilk bendim. Döndüğümde, o zaman hayatta olan rahmetli büyük babam, benimle beraber bir koltuğa oturdu ve (İspanyolca) sordu: "Kutsal topraklarda neler gördün, anlat bana".
1980'de ve 1981'de yaz aylarında Hayfa'daki Elsint fabrikasında stajyer elektrik mühendisi olarak çalıştım. Orada öğrendiğim bir konudan esinlenerek Boğaziçi Üniversitesinde Elektrik Mühendisliği bitiş projesini yaptım.
Bu arada 1980 kış aylarında ağabeyim bazı trajik sebepler sonucu İsrail'e göç etti. Aynı dönemde ailece İstanbul'un Anadolu yakasında yer alan Caddebostan'a taşındık. Tabii ki yeni evimizin bir sinagoga yakın olması önemli bir parametreydi.
1982'de Boğaziçi Üniversitesi'nden "double major"/çift-anadal programı çerçevesinde elektrik mühendisliği ve fizik lisans dalında iki farklı derece aldım.
1982 Sukot bayramında İsrail'e vardım. Doğrudan Technion'da yüksek lisans öğrenimine başladım.
1984'te annem ve babam bana ve ağabeyime katıldılar.
1989'a kadar Technion'da öğrenimime devam ettim. Bu dönemde Elektrik Mühendisliğinde yüksek lisans programını bitirdim (1986) ve doktoraya devam ettim. Bu senede, doktora danışmanımın sabbaticala çıkması nedeni ile bir müddet ara vermek zorunda kaldım. Technion'da bulunduğum yıllarda değişik kurslarda asistanlık yaptım. Doktora öğrenimimin sonuna doğru "lecturer"/öğretim görevlisi olarak da çalıştım.
1989 Şubat ayında İsrail doğumlu Yael ile evlendim. Mart ayında askere başladım.
1991'de Doktora yükümlülüklerini tamamladım ve ünvanı (D.Sc on Electrical Engineering/ Elektik Mühendisliğinde Bilim Doktoru) aldım.
1993'te askerden terhis oldum.
Yael ve benim 3 kızımız ve 1 oğlumuz var. Tel-Aviv'de yaşıyoruz. Büyük kızım evli ve ondan bir kız torunum var. Oğlum da evli.
Kariyer: Hi-Tech (ileri teknoloji) sektöründeki yıllar
1993'ten 2018'e kadar Motorola şirketinin İsrail'deki bilim ve geliştirme bölümünde çalıştım. Uzmanlık konularım: dijital iletişim, dijital sinyal işleme, imaj işleme, video compression (görüntü sıkıştırma), communication protocols (iletişim Protokolleri), kablosuz iletişim, 3GPP Cellular Systems (Üçüncü Nesil Ortaklık Projesi Hücre Sistemleri), Cellular Communication (Hücresel İletişim).
2013'ten 2018'e kadar 3GPP standardizasyon komitesinde Motorola'yı temsil ettim. Bilhassa Mission Critical Communication Over Cellular (Hücre Sistemleri Üzerinden Kritik İletişim) konusunda standartların yazılmasında aktif rol aldım.
Aynı dönemde, işime paralel olarak İsrail'deki iki Elektrik Mühendisliği Fakültelerinde (Holon Institute of Technology, Ariel University) öğretim görevlisi olarak da çalıştım (Introductory and advanced DSP - Giriş ve ileri seviyede dijital sinyal işleme, Introductory and advanced Communication Protocols - Giriş ve İleri Seviyede İletişim Protokolleri).
Değişik vesilelerde bana "ben senin talebendim" diye bana selam verenleri işitmek gayet hoş geliyor.
2018'den 2020'ye kadar Corning şirketinin Wireless Communication (Kablosuz İletişim) konularında İsrail'deki bilim ve geliştirme bölümünde çalıştım.
Son sene zarfında bir start-up şirketinde CTO (Teknolojisi Ofisi Başkanı) olarak çalışıyorum.
Mesleki hayatımda kayıtlı 26 patentim var.
İsrail'deki Türk çıkışlıların örgütlerinde (İtahdut Yotse Turkiya, Bene Berit Yosef Niego Locası) gönüllü faaliyetim var. Bene Berit'de değişik konularda kültürel konferanslar verdim ve bazı dönemlerde idare heyetinde görev aldım. İtahdut Yotse Turkiya'da haftanın peraşası ile ilgili yazılar yazmaktayım (2018-2019 döneminde her hafta, şimdi 2 haftada bir).
1990'dan itibaren yaklaşık 10 yıl boyunca İsrail'de düzenlenen Yahudi Gençleri Dünya Tanah yarışmasında Türkiye'den gelen temsilci için soruları ve yarışmacının cevaplarını tercüme ettim.
Hazanlık ile ilgili olan hayat hikâyelerimi daha sonraki sorularınıza bırakıyorum.
- Hazanlık da nereden çıktı?
Bu konuya bu denli yakın olmam, çocukluk yıllarında değişik yönlerden gelen etkilerden olsa gerek. Büyük babam Baruh Nahum'un Hazan olduğunu belirtmiştim. Dolayısı ile çok küçük yaşlardan itibaren sinagoglarda işitilen ibadet melodileri benim için çok doğaldı.
Diğer yandan Mahazike Tora'da müzik ve ses kabiliyetimin sonucu beni Hazanlık potansiyeli olan çocukların programına dahil ettiler.
Büyük babamın yanı sıra, ibadet temelleri öğretmenim Rav Eliyau Kohen idi. Müzikal açıdan öğretmenlerim Avramiko El Gurci (ne yazık ki soyadını bilmiyorum) ve Neve Şalom'un hazanı Şemuel Behar idiler.
Biraz Türk makamları, biraz ibadetlerde alışılagelmiş melodiler derken kendimi ilk önce Mezamer daha sonra Hazan vazifelerinde buldum.
Mezamer vazifesini büyük babamın yanında da çok kereler yaptım. Bütün bunları amatör olarak yaptığımı belirtmek isterim.
Benimle hazanlığı öğrenen arkadaşlar Roş Aşana (Yahudi Yeni Yılı) ve Kipur'da uzak şehirlerdeki küçük Yahudi cemaatlerine (Adana, Mersin, İzmir, Gaziantep gibi) Hazanlık yapmak için yollanırken, ben genelde eve yakın sinagoglarda vazife yaptım.
Keneset Yisrael (Mahazike Tora), Zülfaris (Karaköy'de), Neve Şalom, Heybeli Ada ve Caddebostan sinagoglarında vazifelerim oldu.
1981 Kipuru'nda o dönemin Hahambaşısı Rav David Aseo'nun emri ile Edirne'de vazife yaptım. Bütün ibadetleri (yaklaşık 7-8 saat) istinasız tek başıma okuduktan sonra gece sesim tek bir kelime bile konuşmaya yetmedi.
İsrail'e geldikten sonra gerek Bat-Yam'daki Mahazike Tora sinagogunda gerekse Haifa'daki Technion sinagogunda amatör olarak hazanlık yaptım.
O dönemde Technion'un Ravı olan Rav Eliyau Zini, Technion sinagogunda alışılagelmiş değişik ülkelerden gelen ve bilhassa Aşkenaz eğilimli hazanlık adetlerinin yanında, beni Türk adet ve melodileri ile hazanlık yapmama teşvik etti.
Evlendikten sonra İstanbul'u ilk ziyaretimde Türk makamları teorisi ile ilgili kitaplar satın aldım. Bu sayede Türk Hazanlığının musiki temellerini teorik olarak öğrenmeye başladım.
O dönemde Maftirim uzmanı Kanuni David Behar'ı İsrail'de tanıma imkânım oldu. Toplam birkaç saatlik ortaklaşa sohbetlerin benim bilgilerime katkısı çok değerlidir. İstanbul çıkışlı Hazan Yaakov Kohen de hazanlık ve makamlar hakkında soru sorabileceğim kişilere eklendi.
1994'te Roş Aşana ve Kipur dualarında Hazanlık yapmak için Mexico City'deki Türkiye çıkışlıların cemaatine davet edildim. Bu seneden itibaren bazı aralarla ve bazen sadece Kipur için beş altı defa Hazanlık yaptım Mexico City'de.
Türkiye usulü hazanlığın bendeki yeri bu kadar derin olmasına rağmen, sene içinde bir Aşkenaz sinagogunda cemaat üyesiyim.
Kısa zamanda onların melodilerini öğrendim ve bu sinagogda da Şabat dualarında, arada sırada, Aşkenaz adetleri ile hazanlık yapmaya başladım.
İbadetleri sürekli bu cemaat ile yaparken, melodi ve metindeki çok büyük farklılıklar nedeni ile Roş Aşana ve Kipur'da Sefarad sinagoglarına giderdim.
Ancak, cemaat yöneticileri beni Kipur ve Roş Aşana için Aşkenaz usulü hazanlık kursu almama ikna ettiler ve Hazan Naftali Herştik yönetimindeki hazanlık okulunda (iki ay gibi kısa bir dönemde) Aşkenaz usulü Roş Aşana ve Kipur ibadetlerini öğrendim.
Bu öğrenim sürecinde, Türk müziği teorisi ile ilgili kendi kendime yaptığım gayretlerin çok büyük faydası oldu. Yanlış anlaşılmasın. Türk hazanlığı ve Aşkenaz hazanlığı gerçekten doğunun batıdan farklı olduğu kadar değişik. Ancak bu kontrastın içindeki musiki benzerlikler bana çok yardımcı oldu.
Aynı dönemde, İsrail'de Sefarad müziği ile ilgilenen müzisyenler ve araştırmacılarla tanışma fırsatım oldu. Onlara ve onlarla Türkiye'den getirdiğim hazanlık ve müzikleri icra ederken Türk melodi ve hazanlığnın diğer doğu müziği çıkışlı adetlerden farklarını algılama imkânım oldu.
Bu tanışıklıklar sayesinde son birkaç yıldır bildiklerimin sesli kaydı için çaba sarf ediyorum. İbrani Üniversitesi Milli Kütüphanesinde toplam 5 saate yakın bir kayıt ile bildiğim birçok makamda (Rast, Nihavent, Hicaz, Uşak, Hüseyini, Saba, Segâh, Hüzzam vs.) Şabat duaları ile ilgili melodileri kaydettim.
Bu kayıtlar ibadet melodilerinin yanı sıra Teilim (mezmurlar) ile ilgili basit melodileri de içerir. Bu kayıtları kütüphanenin internet sitesinde bulmak mümkündür.
Geçtiğimiz yaz Türkiye çıkışlı iki hazanla birlikte (Moşe Farsi, Marsel Krespi) tam ve aralıksız Şabat ibadetlerini (Arvit, Şahrit, Musaf, Minha) kaydettik. Bu kayıtları da internette bulmak mümkün.
Bu konuda değinmek istediğim diğer bir nokta, mesleğim nedeni ile yaptığım seyahatlerde dünyanın birçok şehrinde, orada bulunduğum Şabat günlerinde, hazanlık yapabilme fırsatlarıdır.
Bu şehirler arasında Los Angeles, Chicago, New Jersey, San Jose, Reno, Seattle, Vankuver, Cape Town, Guangzu, Osaka, Bombay, Puşkar, Prag, Budapeşte, Krakow, Paris, Nice, Larnaka, İzmir, İstanbul vardır. Beni evvelden tanımayan (İstanbul ve İzmir dışında) bu sinagoglarda tanışıklık aşağı yukarı şöyle:
Cuma akşamı Şabat Arvit duası başlangıcında topluca söylenen dualara yüksek sesle katılırım. Bu dikkati çeker ve beni ya akşam ya da ertesi sabah dualarından birini hazan olarak okumam için davet ederler. Ben de o sinagogda algıladığım usule yakın olarak hazanlığımı yaparım; Sefarad ise Türk usulü, Aşkenaz ise Aşkenaz usulü.
Bunların arasında en ilginci Seattle'dır. Orada 20'nci yüzyılın başlarında Türkiye'den göç etmiş bir cemaat var. Bugün cemaat üyeleri dördüncü beşinci nesil.
Cuma akşamı Şabat duası için sinagoga girdiğimde, dua metodu ve melodiler açısından kendimi bir İstanbul sinagogunda hissettim. Dolayısı ile melodilere yüksek sesle katılmakta hiçbir zorluk çekmedim.
Onlar da beni işitince benim nereli olduğumu hemen anladılar. Bu andan itibaren bir duada (Musaf) hazan olmamı istemenin yanı sıra, beni uzun müddettir görmedikleri bir yakın akraba gibi ağırladılar.
Son olarak, Türk usulü dini dualar ve melodiler konusunda İsrail'de yapmaya çalıştığım diğer faaliyetlerden kısaca bahsetmek istiyorum.
Her sene Roş Aşana'dan evvelki Selihot (Tövbe Duası) döneminde İsrail'deki Türk çıkışlıların bir veya iki derneği tarafından düzenlenen, Selihot gecelerinde hazanlık yaparım.
On sene kadar evvel Bat-Yam'daki Mahazike Tora sinagogunda düzenlenen Maftirim ve ayrıca Selihot gecelerine faal olarak katıldım (Youtube'da bulunabilir).
Şabat duasında bir Sefarad sinagogunda bana hazanlık yapmamı teklif ederlerse bunu bilhassa Türk usulü yaparım. Ek olarak Türk Müziği bilgimi pekiştirmek için her fırsatta YouTube'da bulunan fasıl heyeti konserlerini dinlemeye ve işittiğim makam hakkında teorik bilgilerimi geliştirmeye çalışıyorum.
- Sizi bulmuşken sormak istediğim birkaç soru var. Okuyucularımız için Yahudi olan birisinin günlük yapması gereken ibadetleri açıklar mısınız?
Bar-Mitsva yapmış (13 yaşını doldurmuş) her erkek günde üç ibadet yapmalıdır. Sabah (Şahrit), akşam üstü (Minha) ve gece (Arvit – Aşkenazlar buna Maariv der).
Biz bu ibadetlere "Tefila" diyoruz. Bunların dışında her öğün yemekten önce ve sonra yemek duasını da sayabiliriz. Bu çeşit dualara biz "Beraha" diyoruz. Bilmem Berahaları ibadet olarak sayabilir miyiz?
- Peki, bu gündelik ibadetlerin hangileri Sinangog'da yapılmalıdır?
İbadetlerin (Tefila), en az 10 ergin erkekten oluşan topluluk halinde yapılması çok tavsiye edilir. Toplu ibadetlerde kısa ama önemli bazı ekler de vardır.
Şabat ve bayramlarda Tevrat'tan bir bölümün (peraşa), doğrudan Tevrat Rulolarından (Sefer Tora) okunduğu ibadetlerde, toplu olarak ve sinagogda ibadet etmek çok tercih edilir.
Toplu yapılan bu ibadetlerin sinagogda olması şart değildir. En azından 10 kişiyi bir araya getirebilmek için yakın çevrede ve kolayca gidilebilen birçok küçük sinagogun varlığından bahsedebiliriz.
İstanbul'da sinagog dışında toplu dua yapmak pek adet değildir. (Bazen, ölüm yıldönümü törenlerinde, toplu ibadet, özel evlerde de yapılmaktadır.)
Toplu ibadete gidemeyenler kendi başlarına da ibadetlerini (toplu dualardaki ekleri atlayarak) zamanında yapabilirler.
- Türkiye'de yaşarken gittiğiniz herhangi bir sinagogda bulunan görevliler kimlerdi? (Hazan, Rav gibi makamlar ve görevleri)
Dini açıdan bir sinagogun mecburi görevlileri yoktur. Toplu ibadette, ibadetin metnini düzgün ve yanlışsız söyleyebilecek herkes "toplumun temsilcisi" (Şaliah Tsibur – שליח ציבור) olabilir.
Buna rağmen, İbadet metninin halk tarafından az tanınması yüzünden "toplumun temsilcisi" görevi ortaya çıkmıştır. Usta olanına "Hazan", ikincil veya öğrenen niteliğinde olanına "Mezammer" denir (iki 'm' Türkiye'de kullanılan tabirde mevcuttur, Mezamer İbranice'de şarkı söyleyen demektir).
Daha büyük ve merkezi sinagoglarda Rav (din bilgini) de olabilir. Türkiye'de bu sıfat yerine, daha çok "Haham" kelimesi kullanılır. Haham'ın hiyerarşik yeri Hazan'dan daha yüksektir.
Her faal sinagogun Gabay diye bilinen bir yöneticisi (veya kurulu) ve de bazen Şamaş diye bilinen bir servis görevlisi de olabilir.
(Bazen Hazan, Gabay ve Şamaş vazifelerini yürüten aynı kişi olabilir. Bu kişi Haham ise toplum onun Şamaş vazifesini de yapmamasına çok gayret gösterir.)
- Türkiye Yahudi Toplumunda azınlığın azınlığı olma durumundan bahsettiniz. Bunu biraz ayrıntılandırabilir misiniz? (Yahudi olmak sonra dindar Yahudi olmak)
Bunu örneklerle anlatmaya çalışayım.
Ben Yahudi Şabat kurallarını muhafaza ettiğimden, nadir de olsa, üniversitede iken cumartesi günü bir laboratuvar, sınav veya tamamlama dersi koyulduğu zaman özel muaflık izni alabilmek hiç de kolay değildi.
Bütün gün boyunca evden uzak olacaksanız öğle yemeğinizi planlamanız lazım. Sadece Kaşer yemek yediğimden uygun yemeği çevredeki lokantalarda veya büfelerde bulmak pek kolay değil. Bunlar, yerel halk içinde azınlık olmanın örnekleri.
Benim liseden veya gençlik kulüplerinden arkadaşlarımın hepsi Yahudi olmasına rağmen onları Kaşer yemek problemi olmayan bir lokantaya gitmeye razı etmek pek kolay olmazdı. Veya Şabat nedeni ile çok kereler arkadaş toplantılarına katılamamıştım. Bunlar da Yahudi arkadaşlar arasında dindar olmanın örnekleridir.
- Türkiye'de geleneklerini sürdüren bir Yahudi olarak Judaic kitapları nereden temin ediyordunuz? Derinleşmek için Türkçe kaynaklar sınırlıydı sanırım.
Türkiye'de yaşadığım yıllarda (İbadet ve dua kitapları ve de Yahudi gazeteleri dışında) Yahudilikle ilgili yayınların hemen hepsi ya Ladino (Sefarad Yahudilerinin İspanyolcası) dilinde idi ya da Türkçe idi. Benim tanıdığım kitapların hemen hepsi Nisim Behar tarafından yazılmıştı.
Örnekler vermek gerekirse:
- Tora ve diğer Eski Ahit kitaplarının (Krallar kitabının sonuna kadar) serbest ve özet tercümeleri (ilk başta sadece Ladino ve bu lisanın yeni nesil tarafından unutulmaya başlanması ile Türkçe)
- Günlük Yahudilik kurallarını anlatan Ladino dilinde El Gid para el Pratikante (Uygulayanlar için kılavuz). Bu kitap 10-15 sene kadar evvel Türkçeye de tercüme edildi
- İbranice okumayı öğretmek için bir kitap – More Adereh (Yol Gösterici). Açıklamalar Türkçe idi. İbranice okuma kurallarını öğretmek için kullanılan metnin anlamı ne öğreteni ne de öğreneni ilgilendirmezdi.
Daha derin öğrenim gerektiğinde değişik dönemlerde Türkiye dışından elde edilen İbranice din kitaplar kullanılırdı. İbranice bilgimiz çok sınırlı olduğundan, öğreten bu daha yüksek seviyeli konuları bizlere tercüme ederdi.
Bunların yanında sanırım Ermeniler veya Hristiyanlar tarafından tercüme edilmiş sadece Eski Ahit'i içeren Kitab-ı Mukaddes kitabını da kullanmışlığım olmuştur.
(Normal Kitab-ı Mukaddes Yeni Ahit yani İncil'i de içerir. Ancak bildiğim kadarı ile hahambaşılık sadece Eski Ahit'i içeren bir kitabın yayınlanmasını sağlamış.)
Din dışı Judaic kitap kavramı yok denecek kadar azdı. Varsa bile bunlar Türkçe değildi.
Harf devriminden evvel İbranice veya özel Raşi harfleri ile yazılı kaynaklardan bahsetmedim. Çünkü hem lisan açısından hem de harfler açısından bu kaynaklar benim neslim için pek kullanılabilir sayılamazlardı.
- Türkiye'de dindar Yahudiler arasında da bir gruplaşma mevcut muydu? Türkiye'de dindar olma durumu mesela İsrail'deki dindar Yahudi olma durumu ile eş anlamlı mıydı? Mesela sizler Rav Ovadya Yosef'in kitaplarını, sohbetlerini ve kararlarını takip eder miydiniz?
Türkiye'deki dindarlık kavramı İsrail'dekinden tamamen değişiktir. Yahudiliğin yasak ve yükümlülüklerini kimisi daha fazla kimisi daha az uygular. Az uygulayanlar, bunu ideoloji haline getirmezler.
Temel sayılan yükümlülükleri uygulayanların sayısı az olsa bile Yahudiliğin klasik çerçevesi bir tartışma konusu değildir.
Temel sayılan yükümlülükleri gayri resmi olarak sıralamak gerekirse Şabat'a bakmak, Yemek kurallarına bakmak (Kaşer yemek kuralları), bayramları kurallarına göre kutlamak, evlenmeyi Yahudilik kurallarına göre uygulamak ve bilhassa Şabat ve bayramlarda toplu ibadetlere katılmak diye sayabiliriz.
Bunların yanı sıra çocuklarına bu kuralları aktarmak da önemli bir nokta.
Bu yaklaşımın sonucu İsrail'deki "hiloni" kavramı yoktur Türkiye'de. Benim anladığım kadarı ile Türkiye'de dini yükümlülükleri az miktarda uygulayan bir Yahudi bunu bir "hak" olarak değil de bir "kolaylık/zorluk" durumu olarak görür.
Yukarıda sıraladığım bu konular hakkında ne Türkiye'de yaşadığım döneme ait ne de bugünkü döneme ait istatistik verilerim yok. Ancak benim İstanbul'da yaşadığım dönemden birkaç sübjektif örnek vermek gerekirse:
- Kipur İbadetlerinde, büyük sayılabilecek bir sinagog kapıların dışına kadar dolu olabilirken bir Şabat sabahı ibadetine gelenler belki de yüzde 50'yi doldururdu. Hafta arası ibadetlerinde ise sinagogun yanındaki küçük bir oda kullanılırdı.
- Sinagogdan nispeten uzak oturanlar arasında Şabat dualarına otomobil kullanmadan gelenlerin oranı pek yüksek değildir. (Yahudi kurallarına göre Şabat günü ateş yakma yasağı dolayısı ile otomobil kullanılması yasaktır.) Hatta Yahudilerin artık yaşamadığı yörelerdeki sinagoglara topluca otobüs düzenlemek bu ibadete gidenleri pek rahatsız etmezdi.
- Daha ilginç bir örnek. Birçok sigara müptelası Şabat sigara içmezken (ateş yakma yasağı) aynı kişiler Şabat günü otomobil kullanabilirdi.
- Kaşer yemek kurallarında birçokları evlerinde kurallara uymaya gayret ederken (bu evler çoğunlukta mı yoksa azınlıkta mı bilemeyeceğim), sokakta herhangi bir lokanta veya kebapçıda (bu lokantalar tabi iki Kaşer olmayan et sunarlar) yemek onları pek rahatsız etmezdi.
- Buna benzer bir olguyu (evde başka, dışarda başka), daha düşük oranda da olsa, Hamursuz bayramındaki yiyecekler çerçevesinde de görebilirdik.
- Yahudi olmayanlarla evlenme oranı çok düşüktü (belki de yüzde 5'den az). (Bugün bu oran yüzde 30'u geçmiş.)
- Yeni nesle adet ve ananeleri öğretmek de pek moda değildi. Sunday School, Mahazike-Tora'ya gelen çocukların oranı hakkında resmi bir istatistiğim yok. Ancak bunun azınlık hatta küçük bir azınlık olduğu çok belirgindi. (Buna benzer olarak, Musevi okullarına yollanan çocukların oranı da pek yüksek değildi.)
Bugün İstanbul Yahudilerinin Yahudilik yükümlülüklerine yaklaşımının ne olduğu hakkında bir şey söyleyemeyeceğim.
Ben Türkiye'de iken dini bir soru olduğunda genellikle bu evdeki bilgi sayesinde çözülürdü. Konu daha karmaşıksa yukarıda bahsettiğim El Gid para el Pratikante kitabına bakılırdı.
Haham'a başvurmak yok denecek kadar azdı. Sinagoglarda bir dini soru ortaya çıkarsa orada bulunan Haham'ın veya Hazan'ın söylediği yapılırdı.
Bütün bu durumlarda Hahamların Rav Ovadya Yosef'ten bahsettiklerini hatırlamıyorum. Bugünkü Türkiye Hahambaşılığının bu konudaki yaklaşımı nedir bilmiyorum.
Ben şahsen Türkiye'de öğrendiğim din kural ve adetlerini Rav Ovadya'nın kitaplarında yazılı olanlara tercih ederim. (Bu tercihlerimden her birinin klasik dini kaynaklarda desteğini bulmak hiç de zor değil.)
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish