Kişi sevince sevgi galip olur. Sevgi galip olunca kişi "hay huy"dan keşmekeşten, çekişmeden azad olur.
"Ben gelmedim dâvâ için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim"
Yûnus, dinin aslının gönül kırmamak üzere bina edildiğine inanır. Böylece, "inanıyorum; abdest alıp namaz kılıyorum" diyen kişi evvel emirde gönül kırmamayı şiar edinmelidir.
Bu tıpkı Mevlânâ’nın:
"Kâbe bünyâd-ı ibn-i Azerest
Dil bünyad-ı Hüdâ-yı ekberest"
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
(Ka’be Azer oğlu Hz. İbrahim’in, gönül ise Yüce Allah’ın yapısıdır" sözü ile aynıdır. )
Bir kez gönül yıkdunısa bu kıldugun namâz degül
Yitmiş iki millet dahı elin yüzin yumaz degül
Erenler gelüp geçdiler dünyâyı koyup göçdiler
Havâya agup uçdılar bular hümâdur kaz degül
Cân odur kim Hakk’a ire ayak odur yola gire
Er oldur alçakda tura yüksekden bakan göz degül
Münkir ile müdde’îyi sayma buçuga koyanı
Git ahûra tak buları her kim (ki) ‘âşık-bâz degül
Togrı yola gitdünise er etegin tutdunısa
Bir hayır da itdünise birine bindür az degül
Yûnus bu sözleri çatar sanki balı yaga katar
Halka metâ‘ların satar yüki güherdür tuz degül.
Yunûs Emre için söylenenler; yani onun hümanist olduğuna dair vurgular çoğu zaman Mevlânâ için de yapılmaktadır. İyi niyetli olduğunu düşündüğüm bu tür yakıştırmaların bilgi eksikliğinden kaynaklandığını bir daha vurgulayarak, birkaç konuya dikkat çekmek isterim. Bir kere Mevlânâ, dinin hüküm ve emirlerine bağlı bir pîrdir. Mesela Mevlânâ’ya izafe edilen:
Bâz â bâz â her ân çi hestî bâz â
Ger kâfir u gebr u but-perestî bâz â
În dergeh-i mâ dergeh-i nevmîdî
Sad bâr eger tevbe şikestî bâz â
Yine gel, yine gel! Kim olursan ol, yine gel!
Kâfir, mecûsî, putperest olsan da yine gel!
Bu bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değil
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel
şeklindeki rubaî de Mevlânâ’nın hiçbir eserinde yoktur. Bununla birlikte adı geçen rübaîde kullanılan fiil "bâzâ"dır. Bunun anlamı da (gel) değil (geri dön, dön, tekrâr gel) gibi karşılanabilir. Eğer "gel" emri olsaydı "biyâ"denmesi gerekirdi. Geri gelden, ya da yeniden gelden kasıt ise tövbe kapısının açık olduğu Allah’ın rahmetinden ümidi kesmenin yanlış olacağıdır. Yani aslına,fıtratındaki temizlik ve saflığına geri dön olmalı kanaatini taşımaktayız. Mevlânâ’nın Kur’ân ve sünnete bağlı bir mürşid olduğunu söylemiştik. Bu bağlılığı onun şu rübaîsinde bulmak mümkündür:
Men bende-i Kur’ânem eger-cân dârem
Men hâk-i reh-i Muhammed Muhtarem
Ger naklî koned cuz in kez ez goftârem
Bizarem ez u v’ez an suhan bizârem
Cânım tende durdukça Kur’ânın bendesiyim
Muhammed Mustafa’nın ayağının tozuyum
Benim sözlerimden kim başka söz naklederse
Ben o aktarıcıdan da o sözden de da’vâcıyım!
diyen Hz. Mevlânâ’nın birçok hikaye ve izahatta Hz. Muhammed’e (s.a.v) dikkat çektiği getirdiği cümlenin malumudur. Bununla beraber o, peygamberleri insanların seçkinleri olarak görmektedir. Peygamberler her ne kadar insan olsalar da ilâhi mesaj olan vahyi taşımak ve yaymakla görevlendirildiklerinden diğer insanlardan üstün özellikleri de barındırmaktadırlar. Mevlânâ sıradan insanlarla peygamberlerin farkını şöyle dile getirir.
Kendi adlarını peygamberlerle bir andılar
Hak ermişlerini de kendileri gibi sandılar.
Bazıları derler; onlar da insan biz de insanız
Onlar da biz de uykuya ve yemeğe muhtacız.
Körlüklerinden farkı anlamadı onlar
Oysa aralarında sonsuzca farklar var.
Aynı çiçeği emen iki cins arı var
Biri zehir yapar, diğeri bal yapar.
İki cins ceylan aynı suyu içip aynı otu otlar
Birinin içinde misk var diğerinde tezek var.
Baksana bunlara benzer yüz bin örnek var
Benzerler arası fark, yetmiş yıllık yol kadar.
Birinin yediğinden sadece çıkar bulaşık
Birinin yediği nur olur, hem de ilahî ışık.
Mevlânâ özelde Hz. Muhammed’i; genel de bütün peygamberleri insanların seçkinleri olarak görse de diğer din mensuplarına da karşı olumsuz bir tavır gösterip onları eleştirdiği görülmez. Bununla beraber onun her dinden, dini istismar eden kötü niyetli din önderlerini de eleştirdiği de bilinir.O ibadetlerde ihlası, davranışlarda doğruluğu önemser. Doğruluk da her iyi hasiyet gibi sevginin çocuğudur. İnsanın dönüşü madem Allah’adır; o halde insan geldiği ve döneceği yer açısından değerli ve kainatın göz bebeğidir. İnsan Allah’ın eseri olduğundan insanı sevmek, insanı yaratana saygı duymakla eş anlamlıdır. Mevlânâ şöyle der:
Sevgiden acılar tatllaşır, sevgiyle bakır altın olur
Sevgiden bulanıklar durulur, sevgiyle dertler şifa bulur
Sevgiden ölü bile dirilir, sevgiyle pâdişah köle olur
Sevgiden zindan gülistan olur, karanlık evler nurlanır
Sevgiden nâr nûr olur, sevgiyle demir mum gibi erir
Sevgiden hastalk şifa bulur, sevgiyle kahır rahmet olur.
Bu bahse Mevlânâ’nın oğluna verdiği ve bugün de diriliğini, doğruluğunu koruyan bir öğüdüyle son verelim. Zaten bu öğüt de onun insan sevgisinin dayanağını tam tespit edecek niteliktedir. Şöyle ki:
"Bahâeddin! Eğer dâima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!Merhem ve mum gibi ol, iğne gibi olma, Eğer hiç kimseden sanafenâlık gelmesini istemezsen fena söyleyici,fena öğretici, fena düşünceli olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, dâima sevinç içinde olursun, iste o sevinç cennetin tâ kendisidir.."
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish