Önce rakamlarla başlayalım... Malumunuz, "2023 hedefleri" diye bir şey vardı...
Milli gelirimiz kişi başına 25 bin dolar, ihracatımız ise 500 milyar dolar olacaktı.
Ne var ki, Damat Bey, resim paylaşılan sosyal medya duyurusunu müteakiben sırra kadem basmadan evvel 2023 hedeflerinin önemli bir kısmı da buhar olup uçtu.
2023'te kişi başına milli gelir 8 bin dolar olacaktı!..
Söz konusu 8 bin dolar hedefi bile hayal olarak görülüyor.
Dünyanın 16'ncı büyük ekonomisi olan Türkiye, 2019'da 19, 2020'de ise 20'nci sıraya geriledi. Gerileme eğilimi sürüyor.
Bakın, kişi başına milli gelir rakamlarındaki "kişi başı" bizim resmi nüfusumuz; mülteciler, kayıt dışı göçmen işçiler falan hiç dahil edilmiyor.
Yani, son derece güvenilir kurumlarımızdan TÜİK kişi başı milli gelir diye ne rakam veriyorsa, o kadar "kişi başı"na en az bir 6 milyon nüfus daha ekleyip hesap yapmamız lazım.
Gerçekliğimiz ise rakamlardan çok daha berbat.
Temel gıda fiyatlarına gelen zamlar, asgari ücrette, emekli ve memur maaşlarında yapılan artışları yılın ilk ayı itibarıyla eritti bile.
Malum, enflasyonu hesaplarken kullanılan davlumbaz, çocuk taytı, stor perde, ampul, halı temizleme, güzellik sabunu fiyatları gibi ölçütler pek çok kişiyi ilgilendirmiyor.
Ama yumurta, yağ, nohut, bulgur bu halkın çoğunluğunu besliyor ve fiyatlarında inanılmaz bir artış var.
Millet pazara, markete gidemez oldu.
Biraz daha ucuz ekmeğe ulaşmak için insanlar en değerli şeylerini, zamanlarını tüketiyor.
Faturalar ödenemiyor. Elektrik, gaz, su kesiliyor.
"Deprem Vergisi" diye toplanmaya başlayan ve sonradan adı "Özel İletişim Vergisi" yapılan o "gizemli" vergiyi yüzde 7,5'ten yüzde 10'a çıkardılar.
Artık "özel" bir hayatımız da kalmadı, devlet komple "özelimiz"e girdi!..
Hem sonra, "özel" vergi mi olur? Neyin "özel"i bu? Açıklayamayacakları kadar "özel" mi?
Halkı haraca kesmenin ve elde edilen tüm kaynağı faizlere, tefecilere ve "çok özel" müteahhitlere aktarmanın başka adı mı oluyor vatandaşla kurulan bu "özel" ilişki?
Çok uzun zaman önceden beri uyarıda bulunuyorum, "Açlık kapıda" diye. Artık açlık kapıdan girdi.
Aç kalmayan da kötü besleniyor.
Ne olduğu belli olmayan yağlar, sözde et ürünleri, zehirli mısır şurubu doldurdu ortalığı.
Tarım alanlarının, yaylaların yağmasıyla gıda ürünlerinde ve ette ithalata bağımlı hale geldik.
Şimdi daha fazla nakde çevrilecek yayla lazım olmuş ki, yaylaların statüsünü belirleme işi de doğrudan Cumhurbaşkanı'nın vazife salahiyetlerine dahil edildi.
Sonra ne oldu?
Amasya, Bolu ve Trabzon'da 15 yayla imara açıldı!
Besici hayvanlarını nerede yayacak? Toplu konutların havuz kenarlarında mı?
Bu ülke son 20 senede pek çok şeyini kaybetti; ama en çok akıl ve izan kaybı yaşandı.
Televizyon ekranlarında "kamu spotu" niyetine sabah akşam "Tarım alanlarına bina yapmayın" diye film döndürenler, o tarım alanlarını bizzat yok ediyor.
İmarı kendileri veriyor; yetmiyor "imar barışı" diye doğa talanını kendileri meşrulaştırıyor; nihayet yine kendileri yaylaları, ormanları, dağları, bayırları artık kimlerse onlar, ayrıcalıklı şahıslara dağıtıyor...
Hiçbir şeyi denetleyemiyoruz.
Vatandaş olarak söz hakkımız kalmadı. Sesimizi çıkarsak, özel özel toplanan vergilerle maaşlarını verdiğimiz Emniyet mensupları kapımızda bitiyor.
"Adalete güven" yerlerde sürünüyor.
Yoksulluk, açlık, sağlıksızlık, eğitimsizlik, yaşam kalitesinde mutlak düşüş... Hepsi at başı gidiyor...
Türkiye dünyada sürekli küme düşüyor.
Bakın, bu gidişatın sonunda ne olacağını size söyleyeyim. Bugünkü manzaranın daha beterini düşünün:
Biçimsiz, hareket edilmesi mümkün olmayan, sefalet içindeki kentlere üst üste yığılmış bir nüfus...
Hırsızlık, arsızlık, cinayet ve fuhuşla ancak ölmeyecek kadar beslenebilen devasa bir kütle...
Anayasal hakların tamamen kağıt üstünde kaldığı, ne kadar varsa o kadar sendikanın kan emici bürokratları tarafından patronlara pazarlanan bir işçi sınıfı...
Kayıtsız, güvencesiz, insani ölçülere sığmayacak tarzda çalıştırılan milyonlar...
Doğal tahribat nedeniyle kuraklığa sürüklenmiş bir ülke ve o ülkede gıda sıkıntısına eklenmiş büyük bir su sıkıntısı...
Tam bir çürüme...
Ne yazık ki gittiğimiz istikamet budur.
Ve biz bu ülkede her gün "yerli ve milli" sürreal gündemlerle oyalanıyoruz. Misal, son olarak "sürücüsüz, yapay zekalı, elektrikli otobüs" yapmışız.
Bir de Mars'a dört şeritli yol yapılsın da, bari bir kısmımız "yapay zekalı otobüs"le oralara kaçabilelim!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish