Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) gerçekleştirilecek cumhurbaşkanlığı seçimine bugün itibarıyla 10 günden az bir süre kaldı.
KKTC cumhurbaşkanı adayları yoğun bir şekilde seçim kampanyalarını sürdürüyor.
11 adayın yarıştığı cumhurbaşkanlığı seçiminde sahada çalışmalarını sürdüremeyen tek bir aday var. O da Yeniden Doğuş Partisi (YDP) Genel Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Erhan Arıklı.
13 Eylül'de koronavirüse yakalanan Arıklı, bugün itibarıyla 25 gündür karantina altında.
Hiçbir semptom göstermediği halde, yapılan testlerin sürekli olarak "düşük pozitif" çıktığını ve de karantina sebebiyle seçim yarışında sahadan geri kaldığını söyledi.
Kendisiyle online video konferans şeklinde gerçekleştirdiğimiz söyleşinin ardından sonucunu aldığı son Kovid-19 testinin "negatif" çıktığını, fakat yapılan test özel bir üniversitenin hastanesinde yapılmasından dolayı KKTC Sağlık Bakanlığı'nın karantina halinin devamlığına yeni bir test sonucu ile karar vereceğini belirtti.
KKTC seçim özel röportajları kapsamında görüştüğümüz Arıklı, Kıbrıs müzakere sürecinden Türkiye'nin KKTC cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale iddialarına değin sorduğumuz soruları yanıtladı.
- Koronavirüs karantinasındasınız. Bu soruyla başlayayım: Sağlık durumunuz nedir, son testlerde bir gelişme oldu mu?
Yapılan bütün testler "düşük pozitif" çıkıyor. Ama bende hiçbir semptom yok. 25 gündür karantinadayım, hatta bugün 26. gün, bende en ufak bir semptom yok. "düşük pozitif"in ne olduğunu zaten buradaki doktorlar da pek anlamıyorlar, "virüs değerleri düştü" falan diyorlar ama bazı arkadaşlar komplo teorileri de kuruyor. Beni sırf yarıştan uzak tutabilmek için komplo düzenlendiğini iddia eden kişiler de var. Çünkü en iddialı adaylardan bir tanesi bendim. 25 gündür sahalardan uzak kalınca ister istemez yarışta birazcık geri kalmış oluyoruz. Ama ben böyle bir komplonun doğru olabileceğine inanmak istemiyorum.
"Federasyonu reddeden tek adayım; seçimin kaderini biz belirleyeceğiz"
- Sizi destekleyenler bu karantina sürecine nasıl bakıyorlar? Sizinle iletişime geçiyor, mesaj gönderiyorlar mı?
Teknolojinin gelişmiş olması sebebiyle insanlarla sürekli yayınla, telefon ile bir şekilde temas kurabiliyorum. Bana bağlanmak isteyen televizyonlara, programlara katılıp sesimi duyurmaya çalışıyorum. Ama hiçbir alternatif, seçmenimle yüz yüze gelip sıcak temas kurmanın yerini tutmuyor maalesef. Bu açıdan üzgünüm.
Diğer adaylardan birçok konuda farklılığım var, ben sıradan bir aday değilim. İlk defa federasyonu reddeden, "Ben seçilirsem federasyon konuşmayacağım" diyen bir adayım ben. Ve bu seçimlerin kaderini de benim partim, Yeniden Doğuş Partisi'nin (YDP) yüzde 20-25 civarındaki seçmeni belirleyecek. Seçimin kaderini biz belirleyeceğiz. Ya YDP'nin adayı olarak cumhurbaşkanı ben olacağım ya da ikinci turda benim tabanım kimin cumhurbaşkanı olacağına karar verecek.
Kıbrıs'taki adaylar iki zihniyete sahip. İki zihniyet çarpışıyor. Birinci zihniyet, federasyon isteyen, Rumlarla tekrar bir arada yaşamak isteyenler. Diğer tarafta ise, ortada olan bir grup var, benim dışımdaki diğer üç adaydan bahsediyorum; sağda görünüp ama normalde "Federasyon da dahil her şeyi konuşabiliriz" diyen bir zihniyet. Masada federasyon varsa size başka bir şey konuşturmazlar.
"Federasyon konuşmayacağım" diyen ve bu konuda Türkiye ile birlikte hareket eden tek aday benim. Biliyorsunuz 17 Eylül tarihinde Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü bu konuda açık ve net mesaj verdi ve "Bizim için federasyon bitmiştir, artık bunu konuşacak hiçbir şey kalmamıştır" dedi.
Dolayısıyla buradaki adaylar içerinde federasyonu reddeden tek aday benim. Bu sebepten dolayı seçmenlerimizin içerisindeki bir kısım arkadaşlar benim içinde bulunduğum bu durumu "komplo" ile açıklamayı uygun görüyorlar.
"Ambargoları kaldırmaya ahdetmiş birisiyim; KKTC'nin tanıtılabileceğine inanıyorum"
- Cumhurbaşkanlığı seçiminde yarışan 11 aday arasında sanıyorum ki tek Türkiye kökenli aday sizsiniz. Bu durum, sizce lehinize mi aleyhinize mi?
Bu açıdan hiç düşünmedik. Ben Yeniden Doğuş Partisi'nin adayıyım. YDP üye sayısı açısından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin en büyük ikinci partisi. Bizim önümüzde Ulusal Birlik Partisi (UBP) var, onun 10 bin civarında üyesi var, bizim 8 bin küsur üyemiz var. Bizden sonra gelen ana muhalefet partisinin üye sayısı 5 bin civarı. Çok kısa bir süre içerisinde de yılbaşına kadar birinci partiyi yakalayabileceğimizi düşünüyoruz. Böylece üye sayısı açısından en büyük siyasi parti olacağız.
Ben şimdiye kadar merak edip de 8 bin küsur üyemizin doğum yerleri ile ilgilenmedim. Ne kadarı Türkiye kökenlidir, ne kadarı yerli Kıbrıslıdır hiç bakmadım. Çünkü benim gözümde Türk, Türk'tür; Kıbrıs Türk'ü de Türkiye Türk'ü de Azerbaycan Türk'ü de Kırgız Türk'ü de hepsi aynıdır. Doğum yerlerine bakarak insanları, hele hele Türkleri kategorize etmek benim dünya görüşüme aykırı.
Bu sebepten dolayı birileri kalkıp 'KKTC'de şu anda yüzde 30-35 civarında Türkiye kökenli var, yani 74'ten göçen insanlar var. Bunların bir araya gelmesi halinde bu kadar adayın içerisinde tek Türkiye göçmeni Erhan Arıklı'dır, dolayısıyla oylar ona yönelebilir' gibi bir düşünceyi ben paylaşmıyorum.
Ben diğer adaylardan etnik kökenimle ya da doğum yerimle değil fikirlerimle ayrılıyorum. Ben KKTC'nin tanıtılması gerektiğini söyleyen, KKTC'ye uygulanan ambargoları kaldırmaya ahdetmiş birisiyim. Geçmişte ben dış temsilcilik yapmıştım. Ülkemi hem Azerbaycan'da hem Kırgızistan'da temsil ettim. Bu süreçte yapılamayan, "yapılamaz" denilen birçok ilki gerçekleştirdim.
"Anastasiadis sigaya çekilebilir; yumuşama göstermiyorsa başka şeyler konuşulabilir"
- Federasyona kesin olarak karşı olduğunuzu söylüyorsunuz. Cumhurbaşkanı seçilmeniz durumunda tavrınız ne olacak? Federasyon konuşulduğu masada yer alacak mısınız?
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan da son yaptığı açıklamada gayri resmi olarak böyle bir 5'li zirve önerdi. Ama bu 5'li zirvede federasyon şartları görüşülecek demedi Cumhurbaşkanı Erdoğan. O 5'li zirvede federasyon dışındaki alternatifler de konuşulabilir.
Yani gayri resmidir bu. Orada Rum Devlet Başkanı Anastasiadis'in gözünün içine bakarak, "Kardeşim sen federasyon istiyor musun, istemiyor musun? Federasyonun parametreleri bellidir, siyasi eşitliktir, Türklerin eşit temsiliyetidir, egemenliğidir vs. bunlar konusunda ne düşünüyorsun" diye orada Anastasiadis pekala sigaya çekilebilir. Ve bu konulardaki düşüncesi alınabilir.
Ondan sonra şayet Anastasiadis bu konuda Crans-Montana'da 2017'de olduğu gibi bu konularda herhangi bir yumuşama göstermiyorsa, bir zihniyet değişikliği göstermiyorsa o zaman başka şeyler konuşulabilir.
Ben Erhan Arıklı olarak asla bu tip müzakerelere katılmayacağımı söyledim, cumhurbaşkanı olsam da. Öyle bir 5'li zirvenin içerisinde de yer almam. Oraya ülkemi ve beni temsilen dışişleri bakanını gönderim. Çünkü yasalarımıza göre bu tip uluslararası görüşmeleri yürütme görevi dışişleri bakanımıza bağlıdır.
"Akıncı, hiç kimseye bilgi verme tenezzülünde bulunmadan Anastasiadis'e harita verdi"
Cumhurbaşkanı görev ve yetkileri arasında müzakere yapmak, uluslararası toplantılara katılıp Kıbrıs meselesini tartışmak yetkisi yoktur. Bu yetkiyi ancak meclis, cumhurbaşkanına verebilir. Şu ana kadar cumhurbaşkanlarının müzakere etme görevi teamülen verilmiş yetkidir. Yani yıllardan beri Rauf Denktaş toplum lideri olarak kabul ediliyordu, Denktaş bu müzakereleri yürüttü; daha sonra Talat, daha sonra Akıncı… Ama hiçbirinin yasal zemini yoktur.
Yani mesela 2017 yılında Crans-Montana'da şimdiki cumhurbaşkanımız Sayın Akıncı, Anastasiadis'e bir harita verdi, taviz haritası. Bu, topraklarımızın yüzde 20'sini iade etmeyi kabul eden bir harita. Ve ben sordum; "Sayın Cumhurbaşkanı, siz hiç kimseye sormadan ne meclise, ne hükümete, ne dışişleri bakanına ne de Türkiye'ye sormadan hangi yetkiye dayanarak böyle bir harita verdiniz, böyle bir yetkiyi size kim verdi, anayasada yazıyor mu, yasalarda var mı böyle bir şey?" Cevap yok.
Şimdi ben gerçekten merak ediyorum. Bu Birleşmiş Milletlere verilen harita, istediğiniz kadar geri aldık deyin, o artık verilmiştir. O harita toprakların yüzde 20'sine tekabül ediyor; Güzelyurt'un da içinde olduğu bölgedir bu. Ve Sayın Akıcı hiç kimseye bilgi verme tenezzülünde bulunmadan böyle bir harita verdi.
"Binlerce şehit ve gazinin emaneti KKTC'nin ortadan kaldırılmasına asla müsaade etmem"
Ben diyorum ki biz bir hukuk devletiyiz, bu hukuk devletinde her şey yasal zeminde cereyan etmelidir. Benim görev ve yetkilerim arasında federasyon müzakere etmek gibi bir görev yoktur. Bunu kabul etmiyorum. İlla da birileri masayı kuracaksa ve KKTC'nin de bu masada temsil edilmesini istiyorsa bu ben olmayacağım. Meclisim bir başka arkadaşı mesela dışişleri bakanını görevlendirir, o gider orada biz temsil eder. Ama bu ben olmayacağım. Çünkü ben cumhurbaşkanı seçildiğimde bir yemin edeceğim. Diğer cumhurbaşkanlarının yaptığı gibi, anayasada yer alan o yemini edeceğim.
O yemin "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni yaşatacağıma, Kıbrıs Türk halkının egemenliğini koruyacağıma namusum ve şerefim üzerine söz veriyorum" diyor. Ondan sonra gidiyor KKTC'yi ortadan kaldıracak federasyon görüşmelerini sürdürüyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu… Olamaz. Ben buna karşı çıkıyorum ve bunu reddediyorum.
Ben Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı olursam, ancak KKTC'nin tanındığı bir ortamda iki devletli bir çözümü konuşurum, konfederasyon konuşurum, federasyon konuşmam. Çünkü iki devletli çözümde de konfederasyonda da KKTC varlığını devam ettirir, ama federasyonda KKTC ortadan kalkar, federe iki tane parça devlet bir federasyon kurar. Ben binlerce şehit ve gazinin emaneti olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ortadan kaldırılmasına asla müsaade etmem.
Afrika'nın en geri kalmış ülkeleri bile bağımsızlıklarını kazanırken, bağımsız devletler olarak hayatlarına devam ederken, dünyanın en şerefli halklarından biri olan Kıbrıs Türk halkının kendi devletine sahip çıkamayarak, onu ortadan kaldırmasını kabul edebileceğini düşünmüyorum. Ben çocuklarıma, torunlarıma bunu izah edemem.
"Kıbrıs'ta Türkiye'nin olmadığı bir yönetim arzuluyorlar. Federal Kıbrıs'ı bunun için istiyorlar"
- Kıbrıs meselesinin Doğu Akdeniz enerji denklemine evrildiğini görüyoruz. Zira Kıbrıs Türk halkının bu enerji denkleminde hakları söz konusu. Enerji paylaşımı konusunda Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Kıbrıs Türkleri ile adanın zenginliklerini paylaşmaya hazır mı? Bir ortaklık iradesi ortaya koyulabilecek mi?
Kıbrıs Rumlarının, Türklerle hiçbir şeyi paylaşmaya niyeti yok, bunu anlamamız lazım. Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı, Rum tarafına teklif etti; "Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon yataklarından birlikte faydalanmak için, bu konuda herhangi bir sorun yaşanmaması için bir ortak komite kuralım" dedi.
Rum tarafı bunu elinin tersiyle itti, "Türklerin de elbette bu hidrokarbon yataklarından, doğalgazdan payları vardır ama ne kadar olacağını ve ne zaman vereceğimi ben belirleyeceğim. Sizinle bu konuyu müzakere etmem. Ben resmi devletim, ben kararımı kendim veririm" dedi.
Şimdi konu şu; Doğu Akdeniz'deki zenginlik, dünyanın emperyal devletlerinin iştahını kabartan zenginlik. Amerikan kaynaklarına göre Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon yataklarının zenginliğinin total değeri 30 trilyon dolar. Müthiş bir rakamdır bu, herkes şu anda bu zenginlikten pay kapmanın peşinde. Avrupa Birliği, ABD, Rusya, Çin, İsrail, Mısır vs. bölge ülkeleri buradan bir pay kapma peşinde, tam merkezinde Kıbrıs var. Resmi devlet olarak Kıbrıs Rum Kesimi ile ittifaklar yapıp, anlaşmalar imzalıyorlar, Rum Yönetimi'ne nağmeler yakıyorlar, onunla savunma işbirliği yapıyorlar vs.
Bunların ortak amacı da Türkiye'yi Doğu Akdeniz zenginliklerinden uzak tutmak, Türkiye'ye pay vermemek. Bunun için Kıbrıs'ta Türkiye'nin olmadığı, Türkiye'nin güvenlik ve garantilerinin olmadığı bir yönetim arzuluyorlar. Federal Kıbrıs'ı bunun için istiyorlar. Federasyonu kuracak olan kişinin bu dönemde cumhurbaşkanı olmasını istiyorlar.
Onun için federasyonu savunan şu andaki cumhurbaşkanına çok ciddi destekler veriyorlar. Türkiye'de eli kolu bağlı değil elbette. O da burada kendisiyle uyum içerisinde çalışacak bir cumhurbaşkanının olmasını arzuluyor.
"Annan Planı döneminde Türkiye'nin irademize müdahalesini alkışlıyorlardı"
- Türkiye'nin kendi desteklediği adaya yöneldiğini söylüyorsunuz. Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı ve Serdar Denktaş, Türkiye'nin seçimlere müdahalede bulunduğunu söyledi. Sizce Türkiye'nin KKTC cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahalesi söz konusu mu?
Sayın Akıncı 1999 yılında o zamanki Hürriyet gazetesine bir demeç vermişti ve "Şunu açıkça itiraf etmeliyiz ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde Türkiyesiz bir politika devam ettirebilmek mümkün değil. Nasıl ki Güney Kıbrıs Yunanistansız bir politika yürütemezse biz de burada Türkiyesiz bir politika yürütemeyiz" demişti. 5 adayın katılımıyla gerçekleştirilen TV yayınında da bunu kendisine hatırlattım.
Ne Güney Kıbrıs Yunanistansız bir politika yürütebilir, ne de Kuzey Kıbrıs Türkiyesiz bir politika güdebilir. Herkes Türkiye'yi yanına almak ister. Adaylar seçimlere girdiğinde Türkiye'nin açık veya gizli desteğini arkasında hissetmek ister. Şimdi bu tip müdahaleler yapılıyorsa bana göre yanlıştır. Kim seçilirse seçilsin Türkiye ile ortak hareket etmek zorundadır. Veya seçmenler, seçilecek olan cumhurbaşkanının Türkiye'yle uyum içerisinde çalışan birisinin olmasına dikkat etmesi gerekir. Buna seçmenin karar vermesi lazım.
Şayet Kıbrıs Türk halkı aklını peynir ekmekle yememişse, Türkiye ile sürekli cebelleşen, Türkiye'nin politikalarını adeta törpüleyen, ABD ve Avrupa Birliği ile ortak hareket eden bir cumhurbaşkanının işbaşında olmasını istemez. Bunu halkın istememesi lazım. Ama Türkiye'nin kalkıp da böyle hoyratça bir müdahalesi var mı bilmiyorum. Ben 25 gündür karantinadayım, sahaya indiğimde göreceğim.
Ama asıl problem şu (bunu adaylarla ortak katıldığımız canlı yayında dile getirdim); şimdi bu arkadaşlar, yani Türkiye'nin müdahalesine karşı çıkan arkadaşlar, Sayın Akıncı 2004'te Annan Planı referandumuna gidileceği dönemde Türkiye Cumhuriyeti'nin burada irademize müdahalemizi alkışlıyorlardı.
Türkiye o dönemde Annan Planı'nın kabulü için çok yoğun bir kampanya yürüttü burada. Milletvekilleri, gazeteciler, televizyonlar buradaydı, "Yeter ki Annan Planı kabul edilsin" diye çok ciddi paralar aktarıldı. O dönemde Annan Planı'nı savunanlardan biri de Akıncı idi. Hem Türkiye'nin müdahalesini hem Avrupa Birliği'nin hem Amerika'nın müdahalesini alkışlıyordu.
Şimdi müdahale kendi lehinize yapılıyorsa "bravo", ama karşınızdaki birilerinin lehine yapılıyorsa "olmaz, çok ayıp" diyorsanız, bu sizin çifte standardınızı gösterir. Ciddiye bile almam. Ben o dönemde de dış müdahaleye karşıydım, şu anda da dış müdahaleye karşıyım, düz çizgideyim.
Sayın Serdar Denktaş'a da aynı şeyi söylüyorum. Ben o partiden çıkan bir siyasetçiyim, mesela o dönemlerde çok ciddi şekilde Türkiye'deki başka partilerden, şunlardan bunlardan Demokrat Parti fayda görüyor, destek görüyordu. Şu anda sizi desteklemiyorlarsa biraz kendinizi sorgulayın.
Ben hiçbir şekilde Türkiye'den destek istemiyorum, gerek görmüyorum, çünkü ben halkıma güveniyorum, tabanıma güveniyorum. Netice itibarıyla diyorum ki nasılsa burada cumhurbaşkanı seçilecek olan kişi Türkiye ile birlikte uygun ortamda çalışması gereken kişidir, öyle olmalıdır. Buna da karar vermesi gereken kesim Kıbrıs Türk halkıdır.
"Nasıl Anadolu insanı ordunun iradesine müdahalesini istemezse, Kıbrıslı Türkler de Türkiye'nin müdahalesini hoş karşılamaz"
- Son yıllarda şahit olduğumuz Kıbrıslı siyasetçiler ile Türkiyeli politikacıların karşı karşıya gelen açıklamalarına dair yorumunuz nedir? Bunun Kıbrıs kamuoyunda yansıması nedir?
Kıbrıs Türk halkı enteresan bir halk, Türkiye'yi canından çok sever, Türkiye için çok ciddi samimi duygular besler. Bu sadece son dönemde değil, Kıbrıs 1871'de Osmanlı tarafından İngilizlere verildiği dönemden itibaren süregelen bir birlikteliktir, gönül bağıdır bu. Kıbrıs Türkleri Anadolu'dan hiç kopmadı. Atatürk ilke ve inkılaplarını, devrimlerini hiç kimseye sormadan alıp da otomatik olarak kendi hayatına geçiren bir halktır bu. Türkiye Cumhuriyeti2nin bayrağını da yine aynı şekilde sembol olarak kullanmaya başlamıştı. Dolayısıyla Kıbrıs Türk halkının milliyetçiliğini, anavatana bağlılığını hiç kimse sorgulayamaz, sorgulamaması gerekir.
Ama bu halkın bir özelliği daha var, Türkiye'yi canından çok sever ama Türkiye'nin burada kendi iradesine müdahale etmesini de hoş karşılamaz. Enteresan bir şekilde ben bunu Türkiye'nin, Anadolu insanın orduya bağlılığıyla benzeştiriyorum. Anadolu insanı Türk Ordusu'nu, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni canından çok sever, çocuğunu askere gönderirken düğün dernekle gönderir, ordusuna "Peygamber Ocağı" der, ama ordu komutanlarının siyasi iradeye müdahalesini asla kabullenmez.
Kıbrıs Türk halkı da böyledir. Anavatanı canından çok sever, ama kalkıp anavatandan birilerinin buradaki müdahale etmesini hoş karşılamaz, ne zaman böyle bir müdahale olmuşsa ters tepmiştir. Yani Annan Planı'nın dışında da daha sonra Mehmet Ali Talat seçilmesi için Türkiye'den buraya ciddi bir müdahale oldu. O müdahalenin inadına Talat seçimi kaybetti.
Yine aynı şekilde Özgürlük ve Reform Partisi (ÖRP) kuruldu 2009 yılında, o partiye çok ciddi destekler verildi ama o parti barajı bile aşamadı. 2013 yılında İrsen Küçük'e çok ciddi destekler verilmişti, İrsen Küçük seçimi kaybetti. Buna benzer daha birçok örnek verebilirim. Türkiye Cumhuriyeti'nin buradaki iradeye müdahalesini ben doğru bulmuyorum, ama bunu söylerken de Türkiye'nin buradaki hayati çıkarlarının mutlak surette korunması gerektiğini düşünüyorum.
"Ankara ziyaretinde Türkiye'nin Kıbrıs'la ilgili B planı konuşuldu"
- Türkiye ile ilişkilere dair bir de şunu soralım: Geçen ağustos ayında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay'ın daveti üzerine üç parti genel başkanı olarak Ankara'ya bir ziyarette bulundunuz, siz de davetlilerden biriydiniz. Bu ziyaret seçim sürecine yakın olması sebebiyle eleştirildi. Bu ziyarette neler konuşuldu, seçimler mi konuşuldu? Eleştirilere dair yorumunuz nedir?..
O ziyarette Türkiye Cumhuriyeti'nin seçimlerden sonraki önümüzdeki süreçte hayata geçirmeyi planladığı B planı bize anlattılar. B planı nedir, şu ana kadar A planı devredeydi, federasyon görüşülecekti, federasyonun parametreleri belliydi. 50 yıldır süregelen bir müzakere süreci… Türkiye Cumhuriyet artık federasyon temelli müzakerelerin bittiğini düşünüyor ve bundan sonra yeni bir safhaya geçilecek. Biz oraya 3 değil, 4 siyasi partinin genel başkanı davet edilmişti, bir tanesi de şimdiki Başbakan Yardımcısı Sayın Kudret Özersay gitmedi. Sahadaki 4 partinin lideri davet edilmişti oraya.
Peki, niye davet edildi, orada ne konuştuk; bir, seçimlerden sonra Türkiye Cumhuriyeti, KKTC'nin tanıtılması için Kuzey Kıbrıs'a uygulanan ambargoların nasıl kaldırılacağı konusundaki düşüncelerini bize anlattı ve federasyon tezinin masadan kalktığını söyledi.
İkincisi ise, 50 yıldır çürümeye terkedilen Maraş bölgesi konusu. Maraş'ın artık bir şekilde iskana açılması gündemde. Bunu da nasıl yapacaklarını, ne düşündüklerini kendileri bize ifade ettiler ve bizim düşüncelerimizi aldılar.
Ama bu iki konu çok değişik şekilde aktarıldı kamuoyuna, sanki Türkiye Cumhuriyeti bizi oraya çağırdı ve bize yapmamız gereken şeylerle ilgili telkinde bulunuldu gibi lanse edildi. Ben o toplantıdan hemen çıkar çıkmaz sosyal medya hesabımdan olduğu gibi orada neler yaşandı, neler konuşuldu anlattım. "Bize ne 'Üçlü koalisyon kurun', ne 'Çatı aday çıkarın' konusunda hiçbir telkinde bulunulmadı" dedim. Buna rağmen birileri halen daha bu konularda Türkiye'nin müdahil olduğunu anlatmaya çalışarak bizi suçlamaya çalışıyorlar. Çok da ciddiye almıyorum.
- Kapalı Maraş'ın açılması mevzusundan bahsettiniz. Maraş bölgesinin açılmasına dair görüşlerinizi alabilir miyiz?
Maraş önemli bir bölge. Maraş'ın şu anda takribi 100 milyar dolar civarında bir değeri var. 1974'ten önce Beyrut'la birlikte Doğu Akdeniz'in en önemli turizm kenti olarak kabul ediliyordu. İçerisinde binlerce konut var, binlerce konut var. Orada birçok ülkenin vatandaşlarının mülkleri var. Sophia Loren'den tutun İngiliz Kraliyet ailesine ait devasa otele kadar… Yani birçok ülkenin orada çıkarları söz konusu. Dolayısıyla Maraş'ı sıradan bir şehir olarak değerlendirmek mümkün değil. Maraş, bu sebepten dolayı BM Güvenlik Konseyi 550 sayılı kararıyla iskana açılmaması konusunda karar altına alınmıştı.
Biz Yeniden Doğuş Partisi olarak değişik bir formül ortaya attık. Maraş'ı 50 yıldır neden kapalı tutuyoruz; günün sonunda bir anlaşma olursa Rumlara iade etmek için… Peki, şöyle bir formül geliştirsek, "Maraş'ı müktesep haklarımıza halel gelmeksizin açacağız" desek. Niye "müktesep haklarımıza halel gelmeksizin" diyoruz; çünkü Maraş'ta devasa iki tane Türk vakıf arazisi var, Abdullah Paşa vakfı ile Lala Mustafa Paşa Vakfı. O binaların, otellerin çoğu bu vakıfların üzerine kurulmuş. Ama o vakıfların hakkını ancak uluslararası mahkemelerde savunup, tescil edebiliriz. Tescilden sonra oturup konuşuruz. Bu sebepten dolayı hukuki bir terim olarak diyoruz ki "Maraş'ı müktesep haklarımıza halel gelmeksizin…"
Sonra diyoruz ki Maraş'ı Türk Yönetimi'nde Birleşmiş Milletler gözetiminde, eski kullanıcılarının veya mal sahiplerinin iskanına açacağız. Bunu yaptığımız anda birçok açıdan faydamız olacak. Siyasi açıdan faydamız olacak; bir kere dünyada sempati göreceğiz. İkincisi Rum tarafı karışacak, orada mülk sahibi olan binlerce Rum Maraş'ın müzakereyle geri alınacağına artık inanmıyorlar. Bunlar bir an önce gelip mallarına sahip çıkmak istiyorlar "Gerekirse Türk Yönetimi'nde" diyorlar.
Şu ana kadar da zaten 400-500 kişi Taşınmaz Mal Komisyonu'na, Maraş'a dönmek için müracaatını yapmış durumda. Eminim ki biz böyle bir karar aldığımızda Maraş'ta mülkü olan tüm Rumlar gelecek ya oradaki mallarına sahip çıkacaklar ya da biz Türklere satacaklar.
Maraş'ın sadece tamiratı için gerekecek para 2 buçuk 3 milyar dolar paradır. Bu para KKTC ekonomisine girecek. Orada binlerce, on binlerce insanım iş bulacak, istihdam sorununu çözeceğim. Hem siyasi açıdan hem de ekonomik açıdan çok büyük bir avantaj elde edeceğim. Biz bunu dile getirdiğimizde herkes bıyık altından güldü, "Yapamazsınız" denildi, biz de "Yaparız" dedik.
Maraş'taki tüm AİHM'in kararı uyarınca mallar iade edilebilir. Yani bir tarafta Maraş'ın açılmamasını isteyen BM Güvenlik Konseyi var, diğer tarafta da mal sahibi olan mümkünse gayrimenkullerinin iade sini isteyen AİHM var. Biz AİHM kararı doğrultusunda Maraş'ı eski sahiplerinin iskanına açacağız.
"Cumhurbaşkanı olursak başkanlık sistemine geçiş için gerekli adımları atacağız"
- Kısa ya da uzun vadede yansımalarını birlikte düşünecek olursak sizce Kuzey Kıbrıs'ın nasıl bir cumhurbaşkanına ihtiyacı var?
Şu anda Kıbrıs'taki sistem gerek cumhurbaşkanlığı gerekse demokratik parlamenter sistem artık miadını doldurmuş durumda. Sistem tıkanmış durumda. Bu statüko, demokratik parlamenter sistem halkı canından bezdirmiş durumda. O kadar ki halk sisteme duyduğu tepkiden dolayı adeta devletle küsmüş bir durumda. Biz bunun için bir an evvel başkanlık sistemine geçilmesini arzu ediyoruz. Onun için cumhurbaşkanı seçildiğimizde başkanlık seçimine geçiş için bir altyapı oluşturmak, bir kamuoyu oluşturmak ve bunla ilgili hükümetlere baskı yapmak.
Başkanlık sistemi 1960 Cumhuriyeti'nde olan bir sistem. Güney Kıbrıs bunu şu anda gayet güzel uyguluyor, bizde ise demokratik parlamenter sistem istikrarsızlığın sembolü haline geldi. Yani 41 yılda 41 tane hükümet kuruldu, bu hükümetlerin ortalama ömürleri 11 aylık. Bu hükümetlerin bu kadar sürede ciddi kalıcı bir icraat, reform yapmaları mümkün değil. Hükümet olanlar seçilebilmek için partizanlık yapmak zorunda, bakan olanlar kendi çevrelerine rant dağıtmak zorunda.
Seçim kaygısı, ülke kaygısından önce geliyor. Bu da Kıbrıs Türk halkını devletine küser hale getirmiş durumda. Onun için bu sistem yürütülebilir bir sistem değildir, bu sistem, statüko, düzen değişmelidir. Bunu açıkça savunan tek parti bizim partimiz YDP'dir. Bunu manifestosuna alan tek aday da benim.
Cumhurbaşkanı olursam yapacağım ilk işlerden bir tanesi bu sistem değişikliği için gerekli adımları atmak olacak. Yoksa cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor ama hiçbir işlevi yok, sembolik bir makam. Tek işlevi anayasal zemini olmayan müzakereleri yürütmek. Onun dışında sarayda oturuyor ve hiçbir iş yapmıyor. Bunun doğru bir sistem olmadığını düşünüyorum.
"Zengin kaynakların fakir bekçisi durumundayız; ambargoların kalkması lazım"
- Başkanlık sisteminin haricinde değerlendirecek olursak cumhurbaşkanı seçilmeniz durumunda Kuzey Kıbrıs'ın en acil sorunu nedir?
En acil sorunumuz uygulanan ambargolardır. Ambargoları delmemiz lazım. İnsanımız, gençliğimiz geleceğine güvenle bakmıyor, yarın ne olacağını bilmiyorlar. 50 yıldır devam edegelen bir müzakere silsilesi var, bu müzakerelerde yarın ne olacağını hiç kimse bilemiyor. Yarın ne olacak, federasyon mu gelecek, KKTC devam mı edecek, KKTC iptal edilip Türkiye'ye mi bağlanacak?.. Formül nedir kimse bilmiyor.
Burada zengin kaynakların fakir bekçileri durumundayız. Çok ciddi kaynaklarımız var değerlendiremiyoruz. Sürekli Türkiye'den para isteyen, para dilenen bir ülke konumundayız, bağımlı hale gelmişiz adeta. Onun için ambargoların kalkması lazım. Bu ülkenin dışa açılması, tanınması gerekiyor. Ve ben bu konularda da inisiyatif üstlenmeye hazırım, bunları gerçekleştirebileceğimi düşünüyorum.
Tabi kendi içimizde de birtakım problemlerimiz var. İstihdam meselesi, sağlık sistemimiz çökmüş durumda. Eğitim sistemimiz Şırnak'ın bile gerisine düştü, üniversite sınavında başarı oranımız çok gerilerde. Öğretmenler, sendikalar siyasetin tam göbeğinde, eğitimin dışında her şeyi yapıyorlar. Dolayısıyla bu sistem her açıdan bitmiş durumda. Ben size en önemli sorun şudur dediğimde, öbür sorunlar küser adeta. KKTC'nin kronikleşmiş dağ gibi sorunları var. Bunların hepsini de çözmek bizim boynumuzun borcu.
- Eklemek istediğiniz başka bir şey var mıydı?
Azerbaycan'da devam edegelen savaşla ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum. Biz 'bir millet, üç devlet' ilkesinden hareket eden bir siyasi partiyiz. Azerbaycan'daki zaferi alkışlıyoruz, göğsümüz kabararak izliyoruz. Oradaki Türk SİHA'larının ne kadar başarılı olduğunu görüyor ve bundan büyük bir memnuniyet duyuyoruz. Azerbaycan topraklarının yüzde 20'sinin işgal edildiği bir ortamda orada devam eden savaşa bizim lakayt kalmamız mümkün değil.
Parti gençlik kollarımız sembolik manada Azerbaycan'a 25 civarında gencimizi oradaki seferberliğe katılabilmeleri için organize ettik. Bununla ilgili Azerbaycan'ın Ankara Büyükelçiliği'ne başvurduk. Büyükelçilik teşekkürlerini iletti ve şu anda ihtiyaçlarının olmadığını söyledi. Ama bu bizim için önemli, çünkü Azerbaycan'a mutlak surette manevi anlamda destek vermemiz gerekiyor. Azerbaycan yalnız, arkasında bir tek Türkiye var. Bir de Pakistan destek verdi. Onun dışında hiçbir ülke yanlarında değil. KKTC'nin sembolik manada böyle bir desteğinin çok büyük anlamlar ifade ettiğini düşünüyoruz.
© The Independentturkish