Cumhuriyetçi Parti kongresi, Trump yönetiminin lağım seviyesindeki standartlarına göre bile mide bulandırıcı bir performanstı. Yüce lidere bir kültmüşçesine hürmet göstermeleri, bana belirli aralıklarla Saddam Hüseyin'i ulusal kurtarıcı olarak onaylayan Irak Baas Partisi'nin toplantılarını hatırlatıyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Her iki durumda da elle tutulur yegane sözler, yalakalık yapan övgü yığınlarından ibaretti. Konuşmacılar, karmakarışık başarısızlıklar muzaffer başarılarmış gibi davranırken dalkavuklukta birbirlerine fark atıyordu. Trump'ın 180 bin Amerikalının ölümüne yol açan koronavirüs salgınıyla baş ederken gösterdiği vahim acizlik göz ardı edildi. Keza, 30 yıl önce Saddam Hüseyin de onu çılgınlar gibi alkışlayan Baasçılara, Kuveyt'teki "Savaşların Anası'nın" Irak için görkemli bir zafer olduğu haberini vermişti.
Karşılaştırma bir hayal ürünü değil: Irak Baas Partisi, Arap milliyetçisi bir partiydi ve Cumhuriyetçi Parti de pekala Amerikan Milliyetçi Partisi diye yeniden adlandırılabilir. Her iki durumda da lidere sadakati şüpheli olan herkes ekseriya tasfiye edildi, yerleri de piyonlarla ve liderin aile üyeleriyle dolduruldu.
Saddam kendisini halkının milli çıkarlarını hem içerideki hem de dışarıdaki düşmanlara karşı korurken her zaman tetikte olan çelikten bir adam olarak sundu. Aynı zamanda daha yumuşak, daha anlayışlı tarafını sergilemekten de hoşlanırdı ve rejiminin şiddet kullanarak baskı altına aldığı Şii ya da Kürt toplulukların neşeli üyelerini kabul ederdi. Ara sıra babacan endişesinin tüyler ürperten bu jestleri ters giderdi, tıpkı Kuveyt'te savaş yaklaşırken 5 yaşındaki bir İngiliz rehinenin kucağına oturmayı reddetmesinde olduğu gibi.
Şimdi Trump da merhum Irak liderinin yaşadığı bazı sorunların aynısıyla karşılaşıyor ve bazen aynı çözümleri buluyor. Örneğin, kendinize yaşattığınız yenilgiyi görkemli bir zafer olarak tanımlayıp da nasıl paçayı kurtarırsınız? Her iki durumda da diktatörün el kitabı benzer: Yüce lider, yanlış giden her şey için yabancıları ve yerli düşmanları suçlarken basit bir şekilde yalan söyler ve dünyaya karşı elde edilmiş bir başarı öne sürer. Kongre devam ederken Trump, "Çin virüsü ülkemizi işgal edince Amerikan toplumunun II. Dünya Savaşı'ndan bu yana gördüğü en büyük seferberliği başlattık" dedi.
Gel gör ki Trump azınlıklara, kadınlara ve göçmenlere olan saygısına yardımcılarının da tanıklık etmesini sağlayarak daha yumuşak biriymiş gibi görünme ihtiyacını açıkça hissetti ki bu halkın farkında olmadığı bir empati olabilirdi. Yüzyıllardır otoriter yöneticiler de aynı şekilde tutsakları serbest bırakarak ne kadar cana yakın, merhametli kişiler olduklarını göstermeye çalışmıştır (Pontius Pilatus bunun klasik bir örneğidir). Bu geleneğe uygun olarak, her zamanki gibi televizyonda canlı yayında, Bay Trump hapishane mahkumları için çalışan hükümlü bir banka soyguncusunu affetti.
Naklen televizyonda yayınlanan mide bulandırıcı bir diğer kısa sahneyse Trump'ın, düzenli olarak (ve haksız yere) suçlu ve uyuşturucu kaçakçısı diye şeytanlaştırdığı kişilerin ta kendisi olan 5 göçmenin yurttaşlığa kabul törenini izlemesiydi.
İktidardaki otokratların savaş ya da pandemi gibi gerçek bir kriz esnasında onları felakete bu kadar yatkın kılan zayıflığı, liderin isteğinden farklı kritik tavsiyelerin dikkate alınmaması veya reddedilmesidir. Irak liderinin yakın çevresini iyi tanıyan bir Rus diplomat bir keresinde bana, Saddam Hüseyin'in üst düzey yardımcılarının benimseyebileceği tek güvenli pozisyonun, içlerinden geçen ne olursa olsun "patrondan yüzde 10 daha sert davranmak" olduğunu söylemişti.
Trump'ın üst düzey yetkilileri sıkça görevden alması, aykırılık karşısındaki iştahının tek adam yönetimini savunan diğer kişilerden bile daha az olduğunu gösteriyor ki bu da ABD'nin süper güç konumunu çoktan sarsan art arda hataların teminatı oluyor.
Trump'ın Cumhuriyetçi Parti adaylığını kabul ederken yaptığı konuşmadaki birçok absürtlük ve gerçeklik reddinden biri, aslında kendi nüfuzunun çöküşünü yönetirken tekrar tekrar ortaya attığı "Amerika'yı yeniden harika yaptığı" iddiasıydı.
Bununla birlikte, Trump ve Cumhuriyetçi ukalalar başkanlık kampanyasının ana stratejisi üzerinde canıgönülden birleşmiş durumda. Bu, özellikle Amerika'yla ilgili bir mesele değil. Manilla'dan Sao Paulo'ya, Bükreş'ten Delhi'ye nativist (yerli halkı yabancılardan üstün tutma yaklaşımını benimseyen -çn.) demagogların hepsi, kaos karşısındaki son kale olduklarını iddia ediyor.
Cumhuriyetçiler, Jacob Blake'in vurulmasının ardından nedenlerinden ya da yaralı kişinin isminden bahsetmeden protestolardan faydalanmaya çalışıyor. Geleneksel Amerikan değerlerinin savunucusu pozunu takınan Trump, kabul konuşmasında seçmenlere "Yasalara saygılı Amerikalıları mı koruyacağımıza yoksa yurttaşları tehdit eden şiddet yanlısı anarşistleri, provokatörleri ve suçluları başıboş mu bırakacağımıza sizin oyunuz karar verecek" dedi.
ABD'de ve diğer yerlerde milliyetçilik her daim kendini birleştirici bir güç olarak gösterir ve bu doğru da olabilir, ama milliyetçilik daha çok kapsadığı gibi dışlar ve nüfusun bir kısmının diğeri üzerinde hegemonya kurma aracıdır. Bu, dünyadaki toplumsal kimliğin ve sadakatin ana kaynağı olan ulus devletin meşruiyetini reddetmek demek değil ama milliyetçiliğin her zaman bir Jekyll ve Hyde niteliği vardır ki bu nitelik hiçbir yerde Amerika'dakinden fazla değildir.
Amerikalılar kendilerini milliyetçiden çok vatansever görme eğiliminde olsa da bu çoğu zaman neredeyse aynı anlama geliyor. Birleşik Devletler tarihi, yoğun bir şekilde hissedilen ama birbiriyle çatışan ve Amerikan siyasetinin merkezinde yer alan milliyetçilik inancının çok farklı biçimleriyle, diğer birçok ülkeden daha fazla mimlenmiştir. Trump, uzun bir tahammülsüzlük ve şiddet sicili olan Amerikan milliyetçiliğinin toksik tarzlarından sadece birini temsil ediyor.
Yabancılar, Amerikanların vatanseverliği ya da milliyetçiliği tutkulu ve dinsel bir coşkuyla savunduğunu uzun zamandır belirtiyor. Rudyard Kipling, Birleşik Devletler'de yaşarken bu inancın gücüne dikkat çekmişti: "Her birey gibi her ulus da beyhude bir gösterişle yürür, aksi takdirdeyse kendisiyle yaşayamaz; fakat kıtalarındaki yerlileri herhangi bir modern ırkın hiç yapmadığı kadar eksiksiz şekilde ortadan kaldıran bir halkın kutsal bir küçük Yeni İngiltere topluluğu olduğuna, vahşi insanlığa örnek teşkil ettiğine gerçekten inanmasının yarattığı şaşkınlığı hiçbir zaman aşamadım."
Anatol Lieven, 2012'de yayımlanan ve dört yıl sonra Trump'ı Beyaz Saray'a gönderen Amerikan milliyetçiliğini her açıdan fazlasıyla doğru bir şekilde analiz eden America Right or Wrong: An Anatomy of American Nationalism (Doğru veya Yanlış Amerika: Amerikan Milliyetçiliğinin Anatomisi) adlı gelecekten haber veren kitabında, bu ateşli türün gerçeklikten kopmaya kadar varan tehlikelerinden bahsediyordu. Bu hafta yapılan Cumhuriyetçi Parti kongresi esnasında tüm açıklığıyla sergilenen Amerikan siyasi kültürünün bu yönü, uzun bir ırkçılık, militarizm, şiddet ve kadın düşmanlığı geçmişine sahip.
Bu tür inançlar demokrasiyi, hukuka olan inancı, eşit medeni hakları ve ifade özgürlüğünü içeren, Lieven'in "sivil milliyetçilik" diye adlandırdığı şeyle yarışıyor.
Irksal ve kültürel üstünlük mitlerini besleyen fazlaca ısıtılmış vatanseverlik, her zaman ulusal liderleri ülkelerini yanlış yönetmeye ve felakete sürüklemeye teşvik eden bir iksir olmuştur. Düşmanlarının zayıflığı ve ikiyüzlülüğünün yanı sıra kendi güçlerini ve doğruluklarını da abartmışlardır.
Trump'ın Beyaz Saray'ın önünde Cumhuriyetçilerin adaylığını kabul ederkenki görkemli performansı, çok sayıda Amerikan bayrağının önünde gerçekleşti ama bu tüm dünyadaki otokratların ucuz bir geleneğiydi.
* Patrick Cockburn'un tasarımdan kaynaklanan nedenlerle kısalttığımız başlığının tamamı şöyledir: Trump'ın Cumhuriyetçi Parti kongresindeki performansı bana Saddam Hüseyin'i hatırlatıyor: En kötü haliyle milliyetçilik
Independent Türkçe için çeviren: Ata Türkoğlu
© The Independent