Türkiye sekülerleşiyor mu?

Rıfat Özcan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pinterest

Bugünkü yazıda Volkan Ertit tarafından kaleme alınan Sekülerleşme Teorisi kitabının detaylarını aktarmaya çalışacağım.

Kitap 2019 ocak ayında Liberte Yayınevi tarafından yayımlandı. Sekülerleşme Teorisi, toplamda 12 bölümden oluşmaktadır. Yazar daha önce "Sekülerleşme" ve "Endişeli Muhafazakarlar Çağı" adı altında iki kitap yayımlamıştır.

Elimizdeki son kitabı Sekülerleşme Teorisi ise hem bu iki kitabı bir araya getirirken hem de bu kitapları daha da genişletme amacı taşımaktadır.

Bu kitabın ana teması sekülerleşme teorisini ele almakla beraber Türkiye'nin bu teori çerçevesinde nereye oturduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır.

Kitapta öncelikle sekülerleşme kavramının net olarak anlaşılması için kitabın ilk iki bölümü buna ayrılmıştır. Daha sonrasında kavramın tarihi, sekülerleşme teorisi ve bunu oluşturan üç etken ele alınmıştır.

Sekülerleşme teorisinin ne olmadığına da bir bölüm ayıran yazar diğer teorileri de ele aldıktan sonra Türkiye'nin Sekülerleşme Pratiği adında bir bölümle kitabına devam etmiştir.

En sonda ise ilk iki kitabından sonra gittiği konferanslarda kendisine yöneltilen soruların benzerliğinden yola çıkarak, hem de okuyucunun da aklına takılabilecek soruları cevaplandırmak için bir soru cevap bölümüne de yer vermiştir.


Volkan Ertit kimdir?

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun olan Ertit, iki farklı üniversitede yüksek lisans derecesi almıştır. İlk olarak Belçika Leuven Üniversitesi'nde Avrupa Sekülerleşme Tarihi tezini tamamlamıştır.

İkinci yüksek lisansını ise Fransa'daki Avrupa Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü'nde Türkiye'nin sekülerleşme tarihi üzerine yaptığı tez ile tamamlamıştır.

Doktora derecesini ise Hollanda'da da yer alan Radboud Üniversitesi'nde Alevilerin Sekülerleşmesi üzerine yazdığı tez ile almıştır. Din Sosyolojisi alanında doktor ünvanına sahiptir.

Sekülerleşme, sekülerleşme teorisi, Batı modernleşme tarihi, Aleviler ve Türkiye'nin sekülerleşmesi gibi alanlarda çalışmalar yapmaktadır.
 

volkan ertit.jpg
Dr. Volkan Ertit 


Sekülerleşme adındaki ilk kitabı Dinden Uzaklaşmanın Hikayesi alt başlığı altında 2014 yılında çıktı. Bu kitabının yayımlanmasından 5 ay sonra da Endişeli Muhafazakarlar Çağı kitabını çıkardı.

Bu çalışmasında ilk kitabında ele aldığı sekülerleşme teorisini Türkiye özelinde tartıştı ve kitapta Dinden Uzaklaşan Türkiye alt başlığını kullandı.

Ele alacağımız Sekülerleşme Teorisi kitabı ise iki kitabının bir araya getirilmiş ve daha da genişletilmiş versiyonudur.

Kendi deyimiyle Ertit bu kitabıyla, alan için bir kült kitap olmayı amaçlamaktadır. Bundan dolayı yeni bir kitapla iddasını sürdürmek istemektedir.

Kitap, Türkiye'de muhafazakar bir iktidarın olduğu ve kamusal alanda dinin daha ön planda olduğu bir dönemde kaleme alınmıştır.

Bütün bunların dinin toplumsal alanda daha belirleyici olmasına katkıda bulunması beklenirken Ertit, Türkiye'nin giderek dindarlaşmadığını aksine sekülerleştiği iddasıyla ortaya çıkmaktadır.

Bu sekülerleşmeyi ise herhangi bir toplumsal sınıf ya da gruptan bağımsız olarak ele alarak genel bir durum olarak değerlendirir.

Seküler olanın ultra sekülerleştiği, daha dindar olanın da sekülerleşmeye başladığını ya da bu eğilimde olduğunu söylemektedir. Bunun nedenleri üzerine odaklanan yazar ampirik verilerle de iddiasını geliştirmeye çalışmaktadır.

Entellektüel camiada eleştiriler olmakla beraber, bu alandaki sınırlı çalışmalardan olması sebebiyle çalışmaları önemsenmektedir.
 


Kitabın sunuş yazısında bu alanda yetkin isimlerden olan Besim Dellaloğlu'nun görüşlerini de aktarmak isterim.

"Volkan Ertit Ne Yapmaya Çalışıyor?" başlıklı giriş yazısında Dellaloğlu, öncelikle sosyal bilim için kavramların önemine dikkat çekmektedir.

Sosyal bilimlerin kavramlarla yapılan bir bilim olduğunu söyler. Kendisini her ne kadar hermeneutik geleneğe yakın görse de kavramların keyfilikle kullanılmasının sakıncalarını belirtmiştir.

Keyfi şekilde kavramları kullandığımız sürece sosyal bilimden uzaklaşıldığını ve Türkiye tecrübesinde gidilen alanların en önemlisinin siyaset olduğunu söyler.  

Ona göre, sosyal bilimlerin bizde zayıflığı doğrudan siyasete bu kadar duyarlı olması ve aidiyetlerini gözeterek mesleklerin birçok soruna neden olmakla beraber kavramların keyfi kullanımı da bundan kaynaklanır.

Bu keyfi kullanılan kavramların başında sekülerleşme kavramı gelmektedir. Türkiye'de uzun bir süre seküler sıfatının laik sıfatının gölgesinde kaldığını söyleyen Dellaloğlu, bunun arkasında modernleşme hikayemizin olduğunu söylemektedir.

Ona göre;

Türkiye'nin modernleşme hikayesinde egemen olan, dindarlığın toplumsal süreç içinde sekülerleşmesi değil, daha çok laikliğin bir ideolojiye dönüşerek toplumsallaşmasıdır. Modernleşme projesi, dini kontrol etmek adına toplumu laikleştirmeye çalışır ve bu yüzden sekülerleşme kuramlarının Türkiye'de pek geçerli olmamasının nedeni budur.


Türkiye'deki solcu akademisyenler dini bir veri olarak ele alıp incelemezlerken; İslamcılar ise dini bir sosyolog olarak değil dindar ve Müslüman olarak incelemişlerdir.

Dolayısıyla değer yüklü bir alan olarak bahsetmektedirler. Sonrasında laik ve seküler kavramlarının farkına değinerek Volkan Ertit'in ne yapmaya çalıştığını ele alır.

Dellaoğlu, genelde Türkiye'de olması gereken açısından konuların değerlendirildiğini ve bu yüzden olanın gözden kaçırıldığını söylemektedir.

Ertit'i en baştan beri sekülerleşme kuramları çerçevesinde Türkiye'de yaşanan değişimleri analiz eden ve bunu değer merkezli olarak yapmayan bir akademisyen olarak tanımlar.

Türkiye'de uzun yıllar boyunca çok kimsenin bunu yapamadığını belirtir. Sonuç olarak, ona göre "Volkan Ertit ne bir İslamcı ne de bir Kemalist; ne bir ilahiyatçı ya da laisistir. o sadece bir sosyologtur.''


Sekülerleşme nedir?

Bu bölümde yazar sekülerleşmenin ne olduğunu ve neden doğaüstü merkezli bir kavrama ihtiyaç duyulduğunu açıklamaktadır.

Sekülerleşme tanımını şöyle yapmaktadır:

Belli bir toplumda belli bir zaman dilimi içerisinde doğaüstü alanın, yani dinin, dinimsi yapıların, halk inançlarının ve diğer tüm doğaüstü öğretilerin bireysel ve toplumsal düzeydeki prestijlerinin ve gündelik yaşamı şekillendirme güçlerinin azalması demektir.


Doğaüstünün gündelik yaşamı etkilemesini ise desekülerleşme olarak açıklamaktadır. Genel olarak kitabın sekülerleşme üzerine yaptığı bu tanımın üzerine olduğunu belirtmektedir.

Daha sonrasında ise tanımında yer alan doğa üstü alanın içine soktuğu kavramları açıklamaktadır. Bunlar dinimsi yapılar, din, astroloji, halk inançları ve doğaüstü anlatısı olan tüm oluşumlardır.

Bunlar içinde en önemlisi din tanımıdır. Bu kitabın dini nasıl gördüğünü, ona ne atfettiğini açıklamaktadır.

İbrahimi dinlerle beraber doğaüstü referansları olan ve hitap ettiği kitlenin gündelik pratiklerini, ahlaki değerlerini, estetik algılarını, varoluşssal sorunlarını, toplumsal normları algılayışlarını etkileyen paradigma bütünü olarak dini ele almaktadır.

Bununla bağlantılı olarak dinimsi yapıları ise kutsallık ya da ruhanilik ile ilgisi olmayan, bu yönde bir iddiası bulunmayan bir siyasi liderin, bir şarkıcının, moda ikonunun, futbolcunun hatta bir mekanın doğaüstü özelliklere ya da güçlere sahip olduğuna inanılması ve "şeylerin'' kutsallaştırılmasıyla ortaya çıkan yapılar olarak tanımlamaktadır.

Yazar, sekülerleşme kavramının merkezine dini değil, dini de içine alan doğaüstü alanı koymak gerektiğini söylemektedir.

Bu tanıma neden ihtiyaç duyulduğunu da iki nedenle açıklamaktadır. Birinci neden geniş coğrafya kullanmadır. Avrupa merkezli olan bu kavramı diğer toplumları da kapsayacak şekilde genişletme ve kullanabilme gereksinimine bağlar.

İkinci neden ise bir dini bir coğrafyaya sıkıştırmamak yani İran, Fas, Endonezya gibi ülkelerdeki dini yaşama farklılıklarını göz önünde bulundurmadır.

Din sosyolojisinin de gerçek İslam nedir gibi bir tartışmaya girmeyeceğini; çünkü onun alanı olmadığını belirtir.

Birbirinden farklı din anlayışlarının din dışı ilan edilebilmesinden dolayı bu kitap hepsini doğaüstü olarak ele almaktadır.
 

sekülerleşme.jpg
Görsel: islamekonomisi.org


Sekülerleşme ne değildir?

Bu bölümde ise sekülerleşme kavramına yakın veya onunla karıştırılan, birbirinin yerine kullanılan dinsizleşme, laikleşme ile ilgili kavramlar ele alınmaktadır.

Ardından da çağdaşlaşma ve ahlaksızlaşma gibi kavramlarının da neden sekülerleşme yerine kullanılmaması gerektiğini açıklamaktadır.

'Modern toplumda din yok olacaktır' önermesinin sekülerleşme teorisyenlerinden ziyade, sekülerleşme karşıtları tarafından oluşturulmaya çalışılan bir tez olduğunu söyler.

Bu iddiayı öne süren sosyologların bu tezi daha önce yazanların kim olduğunu da eserlerinde belirtmediğini söylemektedir.

Sekülerleşmenin, dinsizlik olmadığının en büyük kanıtı olarak sekülerleşen ya da hala sekülerleşmeye devam eden Batı Avrupa, Kuzey Amerika, Türkiye, Japonya gibi ülkelerde dini inanca sahip milyonlarca insanın yaşaması olarak göstermektedir.

Ayrıca sekülerleşmenin dinsizlik olmadığı gibi, sekülerleşmenin ölçülmesinde dini inanca sahip olmak ya da olmamanın bir kriter olmadığını söyler.

Sekülerleşme tartışmalarında asıl vurgulanması gerekenin, doğaüstü alanın gündelik yaşam pratiklerini geçmişe kıyasla daha az mı yoksa daha çok mu etkilediğidir demektedir.


Sekülerleşme, laiklik değildir. Laiklik siyasi bir kavramdır ve devletin din ile ilişkisine dair bir konudur, sekülerleşme ise sosyolojik bir kavramdır ve toplumun doğaüstü ile ilişkişine dair bir kavramdır.

Tarihsel olarak Fransız Devrimi ve Cumhuriyet Türkiyesi'nde benzer uygulamalara atıf yapan yazar, yukarıdan devlet tarafından dayatılan bu sürecin sekülerleşme olarak ele alınamayacağını belirtir.

Devletler dine mesafeli bir toplum yaratmak isteyebilirler ama kamusal alan ile özel alanda insanlar farklı davranabilirler.

Ayrıca dinden uzaklaşmanın yukarıdan dayatılarak yapılamayacağı gibi dindar bir toplum yaratmanın da yukarıdan aşağıya dizayn edilebilecek bir şey olmadığını söyler.

Her ikisinin de örneklerinin olduğunu belirtmiştir. 1979 devrimi sonrasında İran'ın tamamen dindarlaşması beklenen olmasına rağmen, gerçeğin bu olmadığı da aşikardır.

Türkiye'de de kurucu iradenin tasavvurundan farklı gelişmeler olduğu da ortatadır.

Çağdaşlaşma ve ahlaksızlaşma kavramlarının değer yüklü olduğu için sekülerleşme kavramının yerine kullanılmasının sakıncalı olduğunu belirtmektedir.

Sosyoloğun sekülerleşmeye bir değer atfetmeden kullandığını ya da kullanması gerektiğini belirtir.


Sekülerleşme kavramının tarihi

Tarihte antik Roma'dan günümüze farklı anlamlarda kullanılmışsa da, 17'nci yüzyılın ilk yarısına kadar uzun bir dönem özellikle çağ anlamında kullanıldığını söyler.

Daha sonra ise yaşadığımız bu dünya şeklinde bir anlam yüklenmiştir. Birkaç kullanım örneği daha da verdikten sonra sekülerleşme kavramının 20'nci yüzyılın ikinci yarısından sonra din sosyolojisinin kavramlarından biri haline geldiğini söylemektedir.

Bu kavramın ortak bir tanımın da olmadığını tartışmaların süregeldiğini dile getirirken farklı tanımları ele alan yazar, akademisyenlerin kendi tanımlarından yola çıkarak pozisyonlarını sağlamlaştırmaya çalıştığı bir ortamda, sekülerleşme kavramının birden çok efendisi olan bir hizmetçiye dönüştüğünü belirtir.

Ortak bir sekülerleşme tanımının olmamasından dolayı şu üç unsurun göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtir:

  1. Kitapta bahsi gecen akademisyenlerin tanımını içermesi
  2. Dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan toplumsal dönüşümlerin anlaşılmasını kolaylaştırması
  3. "Bu bahsettiğiniz gerçek din değil ki" cümlesini geçersiz kılması

Kendi kitabının da bu üç kritere göre ortaya bir tanım koyduğunu söylemektedir.

Ayrıca sekülerleşmeyi tanımlama noktasında Peter Burger gibi yazarların da, dinin yok olması ya da modern insanların dinsizleşmesi olarak ele aldığını belirtir.

Bundan dolayı Burger, ABD gibi ülkelerde dine inanan ya da kiliseye giden insanların var olmasından dolayı sekülerleşmenin yaşanmadığı ya da bu teorinin çöktüğünü belirtmektedir.

Harvey Cox, Jeffrey K. Hadden gibi isimlerin de sekülerleşmeyi bu bağlamda ele aldıklarını söyler.
 

politics-religion.jpg
Görsel: Twitter


Sekülerleşme teorisi

Sekülerlşme teorisinin ele alındığı bu bölümde sekülerleşme teorisinin iddasını, modernleşmenin neden sekülerleştirdiğini ve sekülerleşme teorisinin neyi savunmadığı sorularına cevap arar.

Doğaüstü alanın toplumsal etkisinin azalmasının ya da artmasının birçok sebebi olabileceğini söyleyen yazar Avrupa ya da Avrupa kaynaklı toplumlarda ortaya çıkan üzerinde durulması gereken 7 dinamiği sıralar:

Rönesans, Protestan Reformu, Mutlak monarşilerin ortaya çıkması, Bilimsel Devrim, Aydınlanma Çağı, Sanayi Devrimi ve bununla beraber kentleşme.

Bu tarihsel gelişmelerin Avrupa'da neden olduğu değişime modernleşme dendiğini belirtir.

Modernleşmenin sekülerleşmeye neden olduğunu söyleyen teorinin, bu süreçleri anlama ve açıklama noktasında anahtar görevinde olduğunu belirtmektedir.

Bu yedi olayın farklı coğrafyalarda aynı sırayla aynı şekilde deneyimlenmesinin mümkün olmadığını da belirtmektedir.

Ancak yedi olgudan üçünün her ne kadar ilk defa Avrupa'da ortaya çıkmış ve deneyimlenmişse bile 21'nci yüzyılda Avrupa dışı toplumların da gündelik yaşamına nüfuz edecek kadar yaygınlaştığını söylemektedir.

Bu üç olgu sırasıyla: Bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve kentleşmedir.

Bu üç olgunun ön plana çıkmasını da iki nedene bağlamaktadır. Birincisi tarih ve coğrafyadan bağımsız olarak dünyanın farklı bölgelerinde deneyimlenmesidir.

İkincisi ise her birinin içinde irili ufaklı kendi içinde sekülerleşme sürecini hızlandıracak dinamiği barındırmasıdır.

Kısaca bu kitaptaki sekülerleşme teorisinin iddiasını şu şekilde açıklamaktadır:

Dünyanın herhangi bir coğrafyasında yer alan bir toplumdaki bilimsel gelişmeler gündelik yaşama nüfuz edecek kadar yaygınlık kazanmış, özel teşebbüse dayanan endüstriyel kapitalizm baskın ekonomik model haline gelmiş ve geçmişe nazaran kentleşme oranı artmış ise o toplumun sekülerleşmesi beklenmektedir.


Dolayısıyla sekülerleşme teorisi; bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve kentleşme olguları etrafında ele alınmaktadır.

Yazar, kitapta bu süreçleri sekülerleşme için elzem nedenler olarak kabul edip bunu açıklamaya çalışmaktadır.


Sekülerleşme teorisi ne değildir?

Sekülerleşme teorisi karşıtlarında ortaya çıkan ortak noktalardan birinin teorinin iddia etmediklerini onun iddiasıymış gibi sunmaları olduğunu söyleyen yazar bu teorinin ne olmadığını beş ana başlıkta açıklamaktadır.

İlki sekülerleşme teorisi ileri ya da sekülarist bir ideoloji değildir. Teorinin amacının sekülerleşmenin hangi süreçler ışığında ortaya çıktığını açıklamak olduğunu söyleyen yazar söz konusu dönüşümün iyi ya da kötü olduğu ile teori ilgilenmez demektedir.

İkinci olarak sekülerleşme teorisi, toplumların aynı şekilde sekülerleşeceğini iddia etmez demektedir. Teori modernleşen bölgelerin aynı şekilde sekülerleşeceğini söylemez.

Ayrıca bir toplum sekülerleşirken toplum içinde farklı kişi ya da grupların desekülerleşmeyeceğini, sosyolojinin kabul edebileceği bir durum olmadığını da belirtir.

Lineer bir durumun söz konusu olmadığını farklı sekülerleşme süreçlerinin yaşandığını söylemektedir.

Üçüncü olarak sekülerleşme teorisi modernleşmenin ateistleştireceğini iddia etmez der. Teori, sekülerleşmenin olduğu yerin inançsızlaşacağını ya da inançsızlaştığını söylemez.

Sadece modernleşme ile birlilkte doğaüstü alanın gücünün azalacağını savunmakta ve bunun ötesinde bir iddiada bulunmamaktadır demektedir.

Yazar dördüncü olarak sekülerleşme teorisinin başat unsuru ibadet etme oranı değildir demektedir. Burada Hristyanlık ve İslam için ölçümlerin farklılaştığını, özellikle İslam için farklılaştığını söylemektedir.

Beşinci ve son olarak da sekülerleşme teorisinin lokal olmadığını söylemektedir. Klasik sekülerleşme tezinin Batı merkezci yaklaşımının aksine bu kitap Batı dışının da sekülerleşeceğini iddia etmektedir.

Yani bilimsel gelişmeler, kentleşme, endüstriyel kapitalizmin bir aradalığı baskın doğaüstü güçten ve mekandan bağımsız olarak sekülerleşmeye sebep olmaktadır demektedir.


Türkiye'nin sekülerleşme pratiği

Bu bölümde yazar bilinenin ya da algılanın aksine Türkiye'nin giderek dindarlaşmadığını sekülerleştiğini iddia etmektedir.

Modernleşme sürecinin Türkiye'de nasıl gerçekleştiğini istatistiki verilerle ortaya koymaya çalışmaktadır.

Sekülerleşmenin üç temel unsuru olan bilimsel gelişmeler, kentleşme ve kapitalizmin izlediği süreçler yansıtılmaya çalışılır. Madde madde sekülerleşen Türkiye'yi verilerle ortaya koymaktadır.


Azalan ibadet etme oranları

Yazar, Açık Toplum Vakfı tarafından Türkiye'de Muhafazakarlık, Aile, Cinsellik ve Din adıyla 2006 ve 2012'de yayımlanan iki araştırmayı baz alarak verileri paylaşmaktadır.

Örneğin, 2006 yılında ramazan boyunca oruç tutanların oranı yüzde 60,4'ten iken 2012'de yüzde 53,1'e düşmüştür. Hiç oruç tutmayanların oranı 2006 yılında yüzde 6,4 iken 2012 yılında yüzde 12,3'e yükselmiştir.

Her gün beş vakit namaz kılanların oranı ise yüzde 33,5'ten yüzde 28,2'ye düşmüştür.

MAK Danışmanlık ve Gezici Araştırma Şirketinin de yaptığı araştırmalar ibadet etme sıklığında bir düşüşe işaret etmektedir.


Evlilik dışı ilişkilerin ve boşanmaların artması

1996 ve 2004'te yapılmış iki araştırmayı yazar veri olarak ele alır. Eskiden nişanlılık sırasında bile cinsellik ya da bir arada yalnız kalmanın mümkün olmadığını ve flörtün bazı Anadolu kentlerinde ölüme kadar giden bir süreç olduğunu bahsettikten sonra bu araştırmaların bulgusunu paylaşır.

Bu çalışmalar liseli gençlerin cinsel davranışlarında artış olduğunu göstermektedir. 1996 yılında erkeklerin yüzde 19,9'u cinsel ilişki yaşamış iken 2004 yılında yüzde 34,4'e yükselmiştir.

Yine 1996 yılında flört etme oranı yüzde 29,7 iken 2004 yılında yüzde 42,3'e ulaşmıştır. Başka araştırmalarla da yazar bu verileri desteklemektedir.

Boşanmaların da 90'lardan günümüze doğru artışını verilerle ortaya koymaktadır. 1993 yılında boşanma sayısı 27 bin 725 iken 2017 yılında ise TÜİK verilerine göre 128 bin 411'e yükselmiştir.

Bu süre zarfında nüfus 1,4 kat artarken boşanmalar ise 4,5 kat artmıştır.


Türkiye'nin yeni gerçekliği: Eşcinseller

İslam'ın açıkça yasakladığı eşcinselliğin Türkiye'de yıllar içinde görünürlüğü artmıştır. İlk defa 2003 yılında 10 kişi ile yapılan onur yürüyüşü 2013 ve 2014 yıllarında 100 bine yakın insanın katılımıyla gerçekleşmiştir.

İstanbul dışında bazı büyük şehirlerde de bu yürüyüşler yapılmıştır. Daha önce kurulmasına izin verilmeyen öğrenci toplulukları da 19 üniversitede örgütlenebilmişlerdir.

Resmi olmasa da eşcinseller kendi aralarında evlilik törenleri düzenlemekte ve bunu sosyal medyada paylaşmaktadırlar.

Azalan Halk İnançları, Daha Erkeksi ve Kadınsı Kıyafet Kodları genel olarak İslam'ın etkisinin azalması gibi başlıklarda da sekülerleşme sürecini yazar değerlendirmektedir.

Bu bölümde sonuç olarak Türkiye'de iktidarların toplumun din anlayışlarına müdahale etmesinin bir sır olmadığını ama toplumun onların istediği yöne gittiğini söylemenin de mümkün olmadığını belirtmektedir.

Ne dinden uzak toplum hayallerinin ne de dindar nesil hayallerinin ortaya çıktığını söylemek mümkün değildir demektedir. En son bölümde de yazar kendisine gelen ortak sorulara soru cevap şeklinde kitabında yer vermiştir.


Değerlendirme

Kitap kuramsal olarak Klasik sekülerleşme tezinin sınırları içinde yazılmıştır. Bu teorinin savunucularından olan Steve Bruce'un öğrencisi olan yazar bu tezi Türkiye'ye uyarlamaya çalışmıştır.

Din Sosyolojisi alanı bilindiği üzere ilahiyatçı ve sosyologların ortak çalışma alanıdır. Yazar dini bakış açısından ziyade sosyolojik bir bakış açısıyla sekülerleşmeyi ve Türkiye'nin sekülerleşme sürecini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmaktadır.

Din sosyolojisinin en tartışmalı kavramlarından olan sekülerleşmeyi birçok açıdan ele alan, yerine kullanılan kavramların neden kullanılmaması gerektiğini ortaya koyan, sekülerleşme teorisini ve farklı teorileri bir arada kitabında yer veren yazar son bölümlerinde de Türkiye örneğini sekülerleşme çerçevesinde değerlendirmektedir.


Eleştiriler

Ali Köse1, klasik sekülerleşme tezinin Avrupa için bile ciddi tartışmalara sebep olurken, Türkiye için geçerli olmayacağı tespitini yapar.

Türkiye'de sekülerleşmenin dindarların zaten modern süreçlere adapte olmasıyla gösterdikleri davranış değişikliği ile ilgili olduğunu söyler.

Halil Aydınalp2, Ertit'in Steve Bruce'nun Avrupa toplumları için geliştirdiği sekülerleşme modelinden hareket ederek kapitalizmi, bilimsel gelişmeleri ve kentleşmeyi merkeze alarak bu modelin evrenselliği iddiasında bulunduğunu söyler.

Sonrasında ise Ertit'in çalışmalarını önemsemekle çeşitli eleştiriler getirir. İlk olarak Bruce'un dile getirdiklerinin reddi mümkün olmayan Batı'ya özgü tarihsel ve toplumsal süreçleri içerdiğini söyler.

İkinci olarak sekülerleşme için verilen kanıtların tümü bir eğilimin göstergesi olabilir demektedir. Bir grup analizinden çok grup içi bir kesitin analizinin yapıldığı izlenimi uyandırdığını söylemektedir.

Üçünçü olarak da seküler görüntülerin artması ile sekülerleşme arasında düz bir korelasyonun her zaman geçerli olmadığını belirtir.

 

 

Kaynakça

1. Köse, A. (2006). Sekülerleşme teorileri bağlamında Türkiye'de din ve modernleşme. Laik Ama Kutsaliçinde (ss. 11–19). Đstanbul: Etkileşim Yayınları.
2. Ertit.V & Kirman M. (2019). Sekülerleşme Tartışmaları. Kadim. Ankara


*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU