Âdem odur ki adını âlemde andıra
Âlemde ad kalır âdem gelir gider(Âdem Dede)
Bazılarına göre koleradan, bazılarına göre nefesini tutarak kendi kendini boğduğu rivayet edilen ve nasıl öldüğü konusunda tam bir bilgiye sahip olmadığımız Diyojen’e bir arkadaşı sorar:
Öldüğün zaman seni nasıl gömelim?
Diyojen dedi ki: Yüzükoyun gömün; çünkü yakında nasıl olsa her şey alt üst olacak.
DAHA FAZLA OKU
-
Ve insan…Node ID: 197681
“Ve insan…” dediğimiz yazımızın birinci bölümünde insan kavramının etimolojik tanımından başlayarak bir değerlendirme yapmıştık.
İnsanın serüveni devam ediyor. Diyojen, her ne kadar her şeyin yakında alt üst olacağının haberini milattan önce vermişse de bu serüven devam ediyor.
Daha önce de söylemiştik, her yüzyılın sonunda “insanlık tarihinin sonu geldi” savı söylenegeliyor.
İnsanın serüveni dünya, yani yeryüzü ile başlar. İnsan kendini arama ve kanıtlama mücadelesini ilişkide bulunduğu çevre ile yapar.
Bu mücadele insanın kendiyle, insanın insanla ve insanın doğayla olan mücadelesidir.
Birincisinde insan kendisiyle savaşır. Bu, nefs mücadelesidir. Tıpkı yüce Peygamberimizin dediği gibi küçük savaştan büyük savaşa gitmek dediği nefs mücadelesi… Kendini bilme ve hatırlama.
Khilon’un “Kendini bil!” sözü de Apollon Tapınağı’nın medhaline yazılmıştı. Platon, Khilon’un “Kendini bil!” sözünü, “Sadece bir insan olduğunu bil!” diye anlamlandırır. Bu da nefs mücadelesi...
İnsanın nefsiyle, insanın insanla ve doğayla olan mücadelesi/savaşı ayrıştırılamaz. Bunlar birbirini besleyen durumlardır.
İyiliğin ve kötülüğün, hayrın ve şerrin nüvesi insanda başlar, insana geçer ve doğayla devam eder.
Yaşam mücadelesi veren insan, hakim olma duygusuyla hareket eder. İnsanın insana hakimiyeti ve insanın doğaya hakimiyeti.
Bu tahakküm etme arzusu, insanı kendisiyle ve doğayla uyumlu yaşama yerine ona hakim olma duygusuna sürüklemiştir.
“İnsan merkezci” anlayış, akla ve insanî değerlere dayalı felsefeden uzaklaşarak tamamıyla doğayı kendi çıkarı için kullanan pragmatist bir ilişkiye dönüşür.
Doğa, insanın emrine sunulmuş bir armağandır. Ancak insan hiçbir konuda ölçüsüz davranma hakkına sahip değildir.
Başta insana ve onun değerlerine (can, mal, namus, inanç…) hiç kimse müdahale edemez. Doğaya ve bütün insanlara ait kaynaklara hiçbir toplum el uzatamaz, kimse onları talan edemez.
İlk insan topluluklarından bugünün modern toplumlarına kadarki temel sorunlar aslında aynıdır.
Kitle savaşları, işgaller, soykırımlar, talanlar hep aynı hırsın sonucudur. Batı’dan Doğu’ya, Doğu’dan Batı’ya uzatılan eller hep aynı amacın ürünü.
Medeniyet kurma amacındaki her toplum, diğer bir toplumu ezerek yükselmiştir. Kendi krallığını ilan eden insan yine kendi kanında boğulmuştur.
Kılıcını çeken, kılıç altında öldü. Tanrı’yı yok eden kendini tek güç kabul etti. Ölçüyü kaçıran insan, ulaştığı en yüksek noktadan düştü.
Protagoras, “İnsan, her şeyin ölçüsüdür demişti” Bu düşünce Tanrı’dan uzaklaşmanın ya da insanı Tanrılaştırmanın kabulüdür.
Sanayi Devrimi’yle taçlandırılan insan hakimiyeti, sömürü anlayışıyla kendi yaşamını tehdit eder olmuştur.
Sokrates ise “Tanrı, her şeyin ölçüsüdür” dedi. Açıkçası bütün mesele Protagoras ile Sokrates düşüncelerinin arasındaki mücadeledir.
Fernand Schvarz, Türkçeye de tercüme edilen “Kadim Bilgeliğin Yeniden Keşfi” kitabında şöyle diyor:
İnsan, kendine, kendisinin Tanrı olduğu sunî bir alem oluşturmak zorunda kalmıştır. İnsan, her şeyin ölçüsü olmuş ve bu da kendi isteği dışında içinde bulunduğu ekosistemin gerekliliklerine aldırmadan tabiatı küçük görme ve ona egemen olma gibi insanı en korkunç çılgınlıklara sürükleyen Antroposantrizm’in (insanmerkezcilik) başlangıcı haline gelmiştir.
İnsanlığın rüzgarı kimi zaman Batı’ya doğru, kimi zaman Doğu’ya doğru esti. Bu rüzgarlar kasırga olup her tarafı yaktı, yıktı.
Zulmeden her zaman insan oldu. Bu serüvende kazanan da kaybeden de aynı. Dünya denilen sahnede başrolde hep insan oldu.
Kaçıncı perde bilinmez. Senaryo hep aynı. Değişen sadece konu ve roller. İzleyiciler de aynı. Ayrıca hepimiz izlemek zorundayız. Çünkü hepimiz oyunun içindeyiz.
Daha sonraki yazılarımızda bu sahnelerden söz edeceğim.
Sophokles’in sözüyle bitirelim:
Bozulduğu zaman insandan daha korkunç yaratık yoktur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish