Büyük Türk şairi Nâzım Hikmet’in “Ben içeri düştüğümden beri/güneşin etrafında on kere döndü dünya” diye anlattığı zaman-alan hattı (halatı?), “Sevdalınız komünisttir/on yıldan beri hapistir/yatar Bursa kalesinde…” diye tarif ettiği mapusanedir.
'Romantik devrimci'nin -neredeyse her Türk aydını gibi- hapishanede ömür geçirmesinin tarihi 1928’de Sovyetler’den Türkiye’ye girdiğinde başlar.
Komünizm propagandası yaptığına dair hakkında açılan davalardan dolayı cezasının 1,5 yılını dört duvar arasında geçirir.
Şair, 1933’te örgüt faaliyetlerinden ötürü yeniden hapse girer ki bu fotoğraf, Bursa’yla göz göze geldiği andır.
Hatta o meşhur Karıma Mektup şiirini buradan yazar, Piraye’ye “Yaşarsın karıcım/Yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı/En fazla bir yıl sürer/Yirminci asırlılarda ölüm acısı…” diye fısıldar.
Aynı sene, Cumhuriyet’in 10'uncu yılına denk düşen aftan yararlanıp, özgürlüğüne kavuşur.
1936’da on üç arkadaşıyla yine komünistliğinden mütevellit gözaltına alınır; fakat tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılır.
1938’deyse ‘orduyu ihtilale teşvik’ iddiasıyla hakkında iki ayrı dava açılır ve toplam 28 yıla mahkûm edilir. Cezasını, İstanbul (Sultanahmet), Ankara, Çankırı ve Bursa hapishanelerinde çeker.
1950’de, Demokrat Parti iktidara geldikten sonra çıkardığı genel af kanunu sayesinde ceza indirimi alır ve 12 yıl 7 ayın sonunda yeniden hürriyetini elde eder.
1951 yılında askere alınması gündeme gelir. Şair, bunun üzerine Romanya üzerinden gizlice Moskova’ya gider, bu firardan dolayı Türk vatandaşlığından çıkarılır.
1965’te eserleri Türkiye’de tekrar yayımlanmaya başlanır. 2009’daysa Bakanlar Kurulu kararıyla (dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın gayretini not düşelim.) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı iade edilir.
“En güzel şiirlerini Bursa’da yazdı”
Peşrevi uzun tutmamın nedeni, şairin mapusluk merhalelerini hatırlatmaktı.
Çünkü onun bugün hâlâ okunduğunda gönüle dokunan mısralarında ‘hapishane günlükleri’ne kaydettiği hasret, acı, özgürlük ve inatla yaşamak hasleti var.
Nâzım’ın Bursa Yılları’nı kaleme alan Güney Özkılınç, şairin en güzel ve en özel şiirlerini Bursa’da yazdığını söylüyor.
Bu arada yeri gelmişken parantez açayım: İlgilisi Bursa-Nilüfer Belediyesi’nin hazırladığı Nâzım’ın Bursa Rotası çalışmasını temin edip; şairle birlikte şehri yeniden adımlayabilirler.
Şimdi gelelim başlığa… Evet, Nâzım Hikmet’in iki ayrı zamanda hapis yattığı Bursa cezaevi, kişisel tarihinde önemli bir dekor; keza Bursa hapishanesi içinde (bu arada kentin eski diliyle söyleyelim: ‘kodes’ 1990’lı yıllarda yıkıldı, yerine adliye binası yapıldı) bazı mapuslar mühim.
9 Haziran 2019 tarihinde (Nâzım’ın vefatından altı gün sonra) vefat eden ressam İbrahim Balaban’ı hatırlar mısınız?
1921’de Bursa-Osmangazi’nin Seçköy’ünde dünyaya gelen, 16 yaşındayken hint keneviri yetiştirmek suçundan (başka cürümleri de var) cezaevine giren, burada Nâzım’la tanıştıktan sonra hayatı başka bir ‘renk’e bürünen Balaban’ı?
Nâzım, hapishane günlerinde Orhan Kemal’i (72. Koğuş’u okuyunuz lütfen) nasıl öykücü yaptıysa Balaban’ı da ressam yapar.
“Buradaki koğuşlardan birini ‘cami’ye çevirebilir misin?”
Şimdi iktibas edeceğim mazi sayfaları, Balaban’ın Nâzım Hikmet’le Yedi Yıl adlı kitabından.
İbrahim Balaban, Nazım’la oturup dertleştiği bir demde, Savcı İzzet Akçal’ın kapıdan içeri girdiğini ve muhabbete dâhil olduğunu anlatır.
Hatta Savcı Bey, Balaban’ın yaptığı tablolardan ister; ama ressam resimlerinin hiçbirini şahsına hediye vermez.
Bu arada Akçal, Nâzım’a dönerek, “Senin için bütün dünya ayağa kalktı. Basın her gün senden söz ediyor. Serbest bırakılman için Türk hükümetine mektuplar yazılıyor” der.
Şair de “Bense sabırla bekliyorum. Bakalım n’olacak?” cevabını verir.
Biraz daha hasbıhalden sonra Savcı bir ricada bulunur:
Buradaki koğuşlardan birini ‘cami’ye çevirebilir misin?
Nâzım Hikmet de “Neden olmasın” cevabının ardından konuyu ressam arkadaşına danışır.
Balaban da “Tevfikhane kısmında benim gördüğüm orta katta 8. koğuş var. Bence orayı camiye çevirebiliriz” dedikten sonra hep beraber koğuşa girilir.
Savcı İzzet Akçal, Nâzım’a hitaben, “Burası nasıl cami olur?” sorusunu tevcih eder.
Koğuşu bir mimar gözüyle süzen şair, güneye bakan üç pencerenin birine, ortadakini göstererek, şöyle der:
İşte bu pencereyi bu tabana kadar yıkıp indirdikten sonra, kırk santim kadar da dışarıya çıkıntı yapıp, ‘mihrap’ haline getirmeliyiz. Burayı marangoz ve sıvacıyla hallettikten sonra, Balaban da mihrabı güzelce nakşeder.
Savcı Bey, derhal hapishane müdürü ve başgardiyana, “Bu büyük bir şair. Bu da büyük bir ressam. Bu iki usta, burayı ‘cami’ye çevirecek. Sen de müdür bey, hangi malzeme gerekiyorsa temin edeceksin!” der.
"Ben de mihrabı nakışlarla süsledim"
Merhum Balaban, bu güzel anıyı şu sözlerle anıyor:
On beş gün sonra istediğim boyaları, fırçaları ve muşamba için kaput bezini müdür temin etti. Fakat öncelikle cami işine koyulduk. Marangoza yıktırıp yaptırdık; sıvacıya sıvattırdık. Koğuşun tabanını tahtayla döşettik. Ben de mihrabı nakışlarla süsledim. Yani size söylemek istediğim: Nâzım Hikmet ile ben mapusanenin içine cami yaptık.
Netice-i kelam: Nâzım’ı 57'nci vefat yıl dönümünde şehrin kuytularında kalmış hatırayla hatırlamış olalım hem şairi hem de ressamı saygıyla analım ve yazının girişindeki şiirin son mısralarıyla veda edelim:
...
Ben içeri düştüğümden beri, güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine,
Ben içeri düştüğüm sene onlar için yazdığımı
Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar,
Korkak, cesur, cahil, hakîm ve çocukturlar.
Ve kahreden yaratan ki onlardır, şarkılarımda yalnız onların mâceraları vardır.
Ve gayrısı, meselâ benim on sene yatmam, lâfü güzaf.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish