Şakir Epözdemir, ilkokuldan sonra okula devam edemez, lakin hayat okulunda okumaya devam eder.
Zaten babası birkaç köyün muhtarıdır ve evleri bir gün dahi misafirden hali olmaz.
Babasının divanı sürekli dolu olunca, oradaki sohbetler de yeni siyasetler ve onların etrafındaki yandaşlık ile muhalefeti üzerine büyük bir coşkuyla yapılır.
O artık misafirlerinin bir hizmetçisi, oradaki konuşmaların sadık ve mütecessis bir dinleyicisidir.
Bu da genç Şakir'in dimağında yeni ufukların açılmasına vesile olur.
Daha fazla oku
Babası Fethullah Bey, Muşlu Hacı Veli ile birlikte bir otel işletmeciliği de yapmaktadır. Otelleri Diyarbakır'dadır.
Her ay ortaklardan biri otel idaresine bakmakta, temizlikçilerin dışında otel katipleri de vardır.
Oteline her gün bir sürü gazete gelir. O gazeteleri okur.
Türkiye'de artık çift başlı bir siyaset olduğundan, muhalefet ve iktidarın atışmalarından çok şey öğrenir.
O da özellikle yeni Sabah, Dünya, Cumhuriyet ve Ulus gibi Menderes iktidarına muhalif gazeteler okur.
İçten içe Menderes muhalifi, İsmet Paşa taraftarıdır. Çünkü İnönü muhalefet, Menderes iktidardır. O iktidara karşı muhalifin yanındadır kendince.
Esasen bu da Kürtlerin kaderi midir, kadersizliği midir, nasıl adlandıracağımı bilemiyorum; ama Kürtler her zaman Türkiye'de iktidara muhaliftirler.
Çünkü iktidarda kim varsa, Kürtleri ezenin, baskılayanın iktidar olduğu düşünülür.
Şimdi bile öyle değil midir?
Kürt hassasiyeti olan insanlar AKP'ye muhalif değil midir?
Oysa hakikatte AKP'nin bizatihi Kürtleri göz önünde bulundurarak yaptığı iyileştirmeler Cumhuriyet tarihi boyunca yapılanların toplamından daha fazladır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
TRT Kurdî yayınından üniversitelerdeki Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerine, seçmeli derslerden yerel TV yayınlarına kadar birçok meselede öncü bir rolü vardır.
Ama gelin görün ki Kürtlerin önemli bir kısmı AKP'ye muhaliftir.
Yarın AKP muhalefete düşse bu sefer iktidardakilere karşı onu destekleyeceklerdir.
Oysa Kürtlerin, kendi haklarını elde edebilmesi için iktidar odaklı bir siyaset gütmeleri icap eder.
İşte 1950'li yılların başından itibaren çok az dahi olsa Kürtlerin üzerindeki jandarma baskısını azaltan, ahıra çevrilen camileri temizleten, daha önce kapatılan medreseleri kısmen dahi olsa açan; buna benzer birçok rahatlamaya sebep olduğu halde Kürt aydınları o zaman sağcı diye Menderes ve devamcılarını aşağıladılar.
O zamana kadar ki bütün katliamların müsebbibi ve uygulayıcısı olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) yandaşlığını yaptılar.
Bunun sebebi de Menderes'in Demokrat Parti'si (DP) iktidar, İnönü'nün CHP'si ise muhalefette idi. Laik ve seküler aydınların savunusu bundan idi.
Daha radikal olanları ise, Türkiye İşçi Partisi'ni (TİP) desteklediler.
TİP ise kapatılma korkusundan hiçbir zaman Kürt sorununu çözmeyi programına almadı.
Lakin şimdi olduğu gibi aşırı Türk solunun milletvekili seçilmesi için Kürtler oy deposu olarak kullanıldı.
Belki de tam bundan dolayıdır ki, Kürtlerin iktidar ile uzlaşmasına fırsat verilmiyor ve her zaman muhalefette kalmaları isteniyor.
Kendi insani ve milli haklarından habersiz olan Kürtler de buna teşne oluyor.
Son yıllardaki çözüm süreci de böyle bozdurulmadı mı?
Şakir Epözdemir de daha sonra okuyacağı Nuri Dêrsimî'nin Dersim Tarihi kitabını okuduğu güne kadar CHP taraftarıdır.
Lakin söz konusu kitabı okuduktan sonra bir daha CHP'yi iyilikle anmaz.
1957 yılında bir gün Diyarbakır'dan dönerken yanında birkaç tane gazete götürür. Bu gazeteler vasıtasıyla askerlik şubesi başkanı ile tanışır.
Bu da onun yaşamında çok önemli bir dönemeç olur. Zira bu sayede askere tayyareci yani havacı olarak gider. Acemi birliğine Kütahya’da katılır.
İlk defa Diyarbakır'dan daha uzak bir şehre gider ve orada Türkiye'nin diğer bölgelerinden gelen insanlarla tanışır ve onlarda örf, adet, kültür ve dil olarak çok farklı olduğunu fark eder.
Askerde Bursalı Abdullah Çavuş'un menfi ve hatta hakaretamiz tavrı onu Kürtlüğüne yönlendirir.
Zaten Kürtlerin önemli bir kısmı muhakkak bir travma sonucu Kürtlükleri ile tanışmışlardır.
Ya okulda Kürtçe konuşurken öğretmeni tarafından dövülür ya da askerde "Kürt’ün vahşiliğine, eşkıyalığına, kuyruklu oluşuna" dair bir şey yapılır ya da söylenir ve bu da onun bilincine vurur; farklı olduğunu fark eder.
Bu farkındalığın üzerine giden, deşen, araştıran ve neticesinde gidişatın normal olmadığını fark eden birey de doğal olarak muhalefete meylediyor.
Şakir Epözdemir'de de benzer bir sürecin geliştiğini "Beşek Ji Serpêhatî û Bîranînên Min/ Başıma Gelenler ve Hatırlarımdan Bir Bölüm" adlı kitabından öğreniyoruz...
Kütahya'dan Gaziemir muhaberat kursuna gönderilir. İzmir Gaziemir muhaberat okulunda son sıradadır, yani katılan 24 kişiden 23'üncüdür ve öğretmeni bu sıranın bozulmayacağını tahmin etmesine rağmen o birinci olur ve askerlik görevine Diyarbakır'da telgrafçı olarak devam eder.
Orada, daha önce ismini Melayê Meşhur yani Meşhur Molla olarak duyduğu Bediüzzaman Said-i Nursi'nin kitapları ile tanışır.
Gaziemir'deki askeri okulda çok yaygın olarak okunan risalelerden etkilenir ve kendini manevi olarak da olsa bir Risale-i Nur talebesi olarak görür.
Ayrıca 11 Temmuz 1958 yılında, onların karargahında olan sakeri teyakkuz onun çok fazla dikkatini çekmesine rağmen bir anlam veremez.
Lakin birkaç gün sonraki bir gazetede tam sayfa olarak General Molla Mustafa Barzanî'nin resmini ve 11 Temmuz'daki Irak devrimi ile ilgili haberleri okuyunca içten içe sevinir ve içindeki Kürtlük kurtçuğu uyanır.
O, artık kalbinin derinliklerinde dahi olsa sadece Bediuzzaman Said-i Nursî'nin bir talebesi değil General Molla Mustafa Barzanî'nin de bir peşmergesidir.
Askerdeki komutanı, onun birinci olmasını istemez. Zira birinci olan her kimse kura çekmeden istediği yerde askerliğini yapacaktır.
Lakin rakipleri ondan daha çok eğitim almışlar ise de, onun kadar çalışkan ve gayretli değildirler.
Ayrıca onlar fırsat buldukça eğlence peşinde koşarken, asker Şakir kışlasında derslerini çalışmakta, gazete ve kitaplar okumaktadır. Özellikle de Risaleleri.
Gün gelir ve muhaberat kursunda birinci olur ve askerliğini Diyarbakır'a naklettirir. Artık birçok şeyden haberdardır ve oteli vasıtasıyla kendine evci kağıdı da yapar ve haftanın 4 günü asker, 3 günü de otelinde çalışarak, okuyarak ve yeni tanımaya çalıştığı siyasi ortamın tartışmaları ile geçirir.
Bu arada otelinde kalan iki genç vasıtasıyla bir "Kürt toplantısı"na katılır.
O toplantıda Canip Yıldırım, Musa Anter gibi zamanın önemli Kürt aydınları ile karşılaşır. İlk defa onlarla tanışır.
Ama özellikle belirtmek gerekir ki Apê Şakir'in, Apê Musa ile suyunun aynı arktan akmayacağı daha o ilk tanışmadan bellidir. Yıldızları pek barışmaz deyip geçeyim.
Daha sonra TKDP'inde beraber çalışacağı Derviş Akgül namı diğer Derwêşê Sado ile askerde tanışır. O da muhaberat bölüğündedir.
Derwêşê Sado, liseyi Suriye'de okumuş ve Klasik Kürt Edebiyatı ile modern edebiyatın köprülerinden biri olan Cegerxwîn'in rahleyi tedrisinden geçmiş, Şakir'e göre Kürtlük ve Kürtçülük fikriyatı açısından çok şey bilmektedir.
Zaten o zaman Kürtlerin lehine, onların tarihinden, edebiyatından bahseden bir kitap veya dergi hak getire.
Şakir Epözdemir Mart 1960'da askerliğini bitirdiği günün ertesinde Diyarbakır PTT Başmüdürlüğünde muhabere memuru olarak göreve başlar.
Bu görevini 19 Ocak 1968 tarihinde başlayacak olan TKDP operasyonuna kadar devam eder.
O zaman bu süreci de kısaca anlatalım.
11 Temmuz 1965 tarihinde 4 arkadaşı ile beraber Diyarbakır’daki Gazi Köşkü'nde TKDP'yî kurar.
Kurucuları 5 kişidir. Daha önce 49'lar diye bilinen insanlardan biri olan -ki 49'lar olayını müstakil olarak yazacağım- Said Elçi, daha sonra Türkiye'de en önemli Kürt siyasetçilerinden biri olan ve en üst perdeden "Ben Kürdüm ve bu ülkede Kürtler vardır" demiş ve gerçekten bir siyaset duayeni ve asilzade olan Şerafettin Elçi, Şakir Epözdemir ve askerlik arkadaşı Derwêşê Sado ile Ömer Turhan bey bu partinin kurucularıdır.
Parti başkanı Said Elçi, Sekreteri Şerafettin Elçi, muhasibi Şakir Epözdemir, üyeleri de Derwêşê Sado ve Ömer Turhan'dır.
Amaçları kısaca şudur;
Türkiye'de Kürtlerin kimliğinin tanınması, Kürtlerin anadilde eğitim hakkının verilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve nihai olarak bir otonomi oluşturulması.
Daha kısa bir ifade ile Molla Mustafa Barzanî'nin Irak'ta istediğinin bir benzerini Türkiye için talep ediyorlardı.
Bu amaçla mümkün olan her Kürt il ve ilçesinde örgütlenmeye çalıştılar ve hayli başarılı da oldular.
1967 yılında Türkiye İşçi Partisi'nin organizatörlüğünde başlayan Doğu Mitingleri'ne güçlü bir destek verirler ve de güçlü bir katılım gösterirler.
Bu mitingler 1938 Dersim Katliamı'ndan sonra susturulan Kürt muhalefetinin gösterebildiği en kitlesel ve yüksek düzeyde şikayetlerin dile getirildiği bir platformdu.
Bu kadar yoğun bir kitlenin bu mitinglere katılması ve konuşmacıların açık taleplerde bulunması devleti derin bir endişeye sevk eder.
Önce partilerinin başkanı olan Sait Elçi sürgün edilir. Yapılan araştırma ve soruşturma bir neticeye varır ve 19 Ocak 1968 yılında TKDP'ne yönelik bir operasyon yapılır.
Bu operasyonda Şakir Epözdemir'le beraber 10 kişi daha gözaltına alınır ve tutuklanır.
Şakir Epözdemir, yakalandığı dakikadan itibaren açık ve net bir şekilde güttüğü davasını savunmak taraftarıdır.
Onu gözaltında daha sonra çok meşhur biri olacak olan Mahir Kaynak sorguya alır.
O da partisinin programını ve Kürtlerin demokratik haklarını savunur.
İfadesini savcıya vereceğini, siyasi savunma yapacağını söyleyerek soruşturmadaki işkencelerden kurtularak mahkemeye çıkarılır.
Kendisi bazı arkadaşlarının rızası muhalifine siyasi bir savunma yapar ve bunu sonuna kadar da sürdürür.
Bu da Türkiye tarihinde önemli bir safha olur. Zira daha sonra kitap haline de getirilecek olan "Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi 1968/235 Antalya Davası Savunması"ında, "parti programını, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarını Türkiye'nin birliği ama Kürdistan adının da zikredilmesini, Türkiye'de yaşayan Kürtlerin Kürt Milleti olarak tanınmasını, Doğu ve Güneydoğu Anadolu denilen bölgenin Kürdistan adıyla anılmasını" mahkemeden talep eder.
Kürtler için siyasi haklar babından "parlamento ve bakanlar kurulunda Kürtlerin nüfusu oranında bir temsiliyetin sağlanmasını; kültürel olarak, anadilde eğitim, Kürdistan'da yeterli derecede okulları açmak, eğitimde fırsat eşitliğini ve asimilasyoncu eğitim düzenine son verilmesi" gerektiğini savunur.
İktisadi olarak da; "bölgeler arası dengesizliğin ortadan kaldırılmasını, bölgenin geri kalmışlıktan ve Kürt halkının sefaletten kurtarılmasını" talep eder.
Bütün bunları isterken de, bölücü bir tavırla değil, hakkın teslimi ve birliğin sağlanması gerektiğini vurgulayarak savunmasının bir yerinde şöyle der;
Hiçbir Kürt aydını kalkınmış Batı Anadolu yörelerini bırakıp, geri bırakılmış ve hala medeniyetin en basit hizmetlerine kavuşmamış Kürdistan'ın bağımsızlığını savunamaz.
Hiçbir Kürt şu Antalya'nın yabancısı olmak istemez.
Birlik, beraberlik, kardeşlik ve hak eşitliği olduğu ve özgürlük içinde yaşama umudu devam ettiği sürece ve umudumuz kesilmediği müddetçe hiçbir Kürt aydını bölünmeyi ve parçalanmayı düşünemeyecektir.(TKDP Antalya savunması,
Peri yayınları 2005, s. 25)
Şakir abinin bu savunması ve bu dilekleri tam 52 yıldır geçerliliğini korumakta ve o günden bu güne kurulan onlarca Kürt örgütü, derneği ve siyasi partisi bu talepleri aşmadı ve ne yazık ki halen gerçekleşmedi.
Gerçi son yıllarda kısmi de olsa bir iyileşmenin olduğu inkar edilemez bir hakikattir.
Şakir Epözdemir ve arkadaşları bu savunmaya rağmen hapiste çok uzun süre kalmadılar ve 1969 yılında tahliye edildiler. Daha sonra aldıkları cezada affa uğradı.
Mart 1971 muhtırasından sonra güneye gitti. Kısa bir zaman sonra meydana gelen İki Sait'ler olayında o, Sait Elçi'nin taraftarı ve davacısı idi.
Bu mevzu çok uzun olduğundan girmeyeceğim. (Ancak son zamanlarda yaptığım okumalar çerçevesinde, öğrendiklerimin ışığında bu konudaki kanaatimi yazmak istiyorum.)
Şakir Epözdemir, Saitler olayından sonra ülkeye geri döner ve siyaseti bırakır.
Önce Tatvan'da bir akrabası ile beraber kurduğu dükkanda yaklaşık olarak 14 yıl çalışarak ticaret yapar.
Daha sonra Ankara'ya taşınır ve orada müteahhitliğe başlar. Uzun yıllar o işleri de yaptıktan sonra kendi kendisini emekliye ayırır.
Siyaseti fiili olarak bıraktıktan sonra kendisini kültürel çalışmalara verir ve bölgenin siyasi ve sosyal tarihinden halk edebiyatına hemen her konuda araştırmalar yaparak kitaplar yazar.
Yazdığı kitaplar kendi deyimi ile 60 cilde varmış, ama ne yazık ki büyük çoğunluğu henüz yayımlanmamıştır.
Yayımladıkları arasında İdris-i Bitlisi ve onun 1514'te Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim ile yaptığı anlaşmaya dair olan kitabına büyük bir değer atfettiği ve 500 yıl önce olanın şimdide olabileceği kanaatini korumaktadır.
Şakir abinin renkli ve bereketli yaşamı öyle bir iki makaleye sığmaz.
Lakin ben burada keseceğim ve umarım en yakın zamanda onu eserleri peyderpey yayımlanır da bu yazıların devamını yazmamıza bir bahane olur.
Zira o 83 yaşının baharında ihtiyar bir delikanlı olarak her gün çalışmalarını devam ettirmektedir.
Ben de ona sağlık ve sıhhat ile uzun bir yaşam diliyorum.
Dilerim kitaplarının tamamının yayınlandığını görür...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish