Kovid-19 musibeti yüzünden insanoğlu, yerkürenin kapısını kapatıp kendini eve hapsediverdi.
Öyle ki, İngiliz Daily Telegraph gazetesi, “İçeri kapanmaya ikna olduk bir kere, normal hayata dönmemiz hayli zor olabilir” diye yorum yaptı 14 Nisan tarihli nüshasında.
Kim derdi ki dünyanın uçakları havalanmayacak; küresel metropoller (New York, Tokyo, Şanghay, Paris, Londra, İstanbul) hayalet şehirlere dönüşecekler.
Geçmişteki salgınlar, sonuçta yüz binlerce veya on milyonlarca insanı kırıp geçiriyordu ama hayatı, tümüyle durma noktasına getirmemişti.
Kovid-19 afetinin en önemli farkı burada.
Tabii, bu pandemik/küresel fenomeni, salt Kovid-19 salgınına bağlamak ve olayın sadece medikal (tıbbi) yanıyla ele almak yetersiz kalır.
Koronavirüsün saldığı korku ve dehşetin arka planında yer alan vahşi küresel kapitalizmin yol açtığı derin ekonomik, sosyal ve kültürel tahribatı gözden kaçırmamakta yarar var.
Pek çok bilim insanı ile Amerikalı düşünür Noam Chomsky de bu kanıdadır.
Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Utku Perktaş, salgının ana sebebini şöyle belirliyor:
İnsanoğlunun bio-çeşitliliği yok eden etkinlikleri nedeniyle Kovid-19 benzeri hastalıklar ve yeni virüsler ortaya çıkıyor. Tropikal ormanları istila ettik, hayvanları öldürdük, yaşadıkları ağaçları kestik. Virüsleri doğal alanlarından çıkardık, yeni yaşam alanları haline geldik…
Dünya tarihinde beş büyük kitlesel yok oluş var. İlki, 2 milyar 450 milyon yıl önce yaşandı ve o dönem var olan canlıların neredeyse yüzde 70’i ortadan kalktı. Sonuncusu ise 66 milyon yıl önce yaşandı. Bu sefer de dev cüsseli dinozorlar ortadan kalktı. Her şey doğal seyri içinde gerçekleşiyordu…
Dünyadaki biyolojik çeşitlilik bir darboğaza girdi, iklim normal seyrinden saptı. Mikroplar, hastalıklar, salgınlar kendini göstermeye başladı. Yani, beş büyük yok oluşu deneyimleyen dünya, bugün altıncı yok oluşun içinde. Yakın tarihimizde yaşadığımız salgınlar bu konuda en somut örnekleri oluşturuyor.(Gazete Duvar, 23 Mart 2020)
Arap yazar İsa Nahari’nin ilginç bir gözlemi var:
Salgın günlerinde restoran sahipleri, ‘Artık hazırız, her tarafı temizledik, virüsten arındırıp steril hale getirdik, buyurun restoranımıza!’ diye reklam yapsalar da, Amerikalılar buralara karın doyuracak yerler değil, zombi dolaşan viraneler gözüyle bakıyorlar. Restorancılar Birliği verilerine göre, müşteri yokluğundan son iki ayda 3 milyon çalışan işten çıkarıldı…
(Independent Arabia,
كورونا يحول المطاعم الأميركية إلى مصدر للخوف قبل الشبع,
14 Nisan 2020)
Fransa’da aniden bir psikoz estirilmeye başlandı… İnsanlar birbirlerinden kaçıyor, selam vermeye bile çekiniyor... Herkes karşısındakini birer insan değil, öldürücü koronavirüs olarak görmeye başlamıştı sanki… Bence tam bir travma yaşanıyor.
Fransa’da yaşayan bir dostunun bu izlenimini aktaran yazar Mahir Konuk, şu tespiti yapıyor:
…Medikal tabiatlı olan mesafe, sosyal nitelikli mesafeye dönüşünce insan varlığında temelli bir kopuş ve buna bağlı olarak da kalıcı özelliklere sahip olabilecek travmatik bir durum yaratmaktadır…
Oluşan travmanın nedeni, var olan toplumsal ilişkilerin havaya uçurulması ve buna bağlı olarak bireylerin kendi biyolojik varlıklarının üzerine katlanarak ‘sosyal bir varlık’ olmaktan çıkıp, ‘hayvani’ diyebileceğimiz içgüdü ve reflekslerine geri yollanmış olmasıdır.(Kapılar ve Zebanileri, III. Bölüm, “Bir Sapkınlık Örneği”,
kuzgunportal, 16 Nisan 2020)
Salgınlardan korkunun ve gaipten medet ummanın tarihi çok eskiye dayanıyor.
Lancet Psychiatry dergisinde yayımlanan çalışmanın ortak yazarlarından Cambridge Üniversitesi Psikiyatri Bölüm Başkanı Profesör Ed Bullmore bu konuda şu tespiti yapıyor:
Vermek istediğimiz önemli mesaj, Kovid-19’un şimdi ve gelecekte akıl sağlığı üzerinde büyük çaplı etkilerinin olabileceğidir. Bu konuyu vakit kaybetmeden düşünmeye başlamamız gerekiyor.
(Alıntılayan: Independent Türkçe, 16 Nisan 2020)
Konu başlığına uygun olarak meselenin medikal yanına yoğunlaşarak yazıyı sürdürelim ve konuya ilişkin gözüme çarpan Gülüzar Özev’in mısralarıyla açılışı yapalım:
Salgındı!.. O kıtadan bu kıtaya/ Kiminde ateş yaktı papaz, gelmesin veba illeti diye/ Kiminde kinin yaptı şifacılar…
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süleyman Çiğdem, tarihi bir belgeye dayanarak konuşmuş:
Anadolu’daki en eski salgın, Hitit Krallığında yaşanmıştır… Bir müddet sonra krallıkta veba salgını yaygınlaşmıştır. Kral 1. Şuppiluliuma salgından dolayı ölmüştür. Yerine geçen 2. Murşili, ölümlere yol açan salgına karşı tanrıya yakarmıştır:
‘Babamdan yana olan prensler, komutanlar, binbaşılar, subaylar, onlar da o nedenle öldüler. Hatti ülkesi de o konudan dolayı ölmeye başladı… Hatti ülkesi salgından çok baskı altında kaldı. Ben kulunuz Murşili, yüreğimdeki sıkıntıları yenemiyorum. İçimdeki korkuya hâkim olamıyorum. Dualarımı işitin, yardıma gelin!(Cumhuriyet, “Salgın hastalık savaştan yıkıcı”,
28 Nisan 2009)
Hekimler uzun dualar, muskalar, baharatlar ve kan akıtma şeklinde veba reçeteleri dağıttılar, bununla birlikte hastalarını tedavi ederken hayatlarını da kaybettiler. Hastalığın tıbbi tedavisi yoktu; yapılabildiği kadarıyla cesetler kaldırılmaya çalışılıyor ve hastalığın görüldüğü evler, içlerindeki insanlarla birlikte tahtalarla örülüyordu.
Salgınlar karşısında çaresiz kalan halk; büyü, sihir ve efsunların yanı sıra azizlerden de yardım umuyordu. Bu süreçte Aziz Roch (Rocco) ve Sebastian’ın vebaya, Aziz Yunus’un (Job) cüzama şifa getirdiğine inanılıyordu…(Doç. Dr. İnci, Ortaçağ Avrupasında Salgınlar”,
Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültür Platformu sitesi, 4 Temmuz 2012)
Gelelim günümüz örneklerine:
Mısır’da koronavirüs bulaşmasından ölen kadın doktor, doğduğu köye gömülecekken köylüler buna itiraz ettiler; bu kez eşinin köyüne defnedilecekken oranın ahalisi de reddetti.
İki köy halkıyla polis arasında arbede yaşandı. Tabut iki köy arasında ortada kalıverdi. Devreye yerel gazeteler ile dini kurumlar girdi… İş büyüdü. Herkes, cesetteki virüsün köylülere bulaşıp bulaşmayacağı konusunu panik içinde tartışmaya başladı.
Bunun üzerine Dünya Sağlık Örgütü ve Mısır Sağlık Bakanlığı yetkilileri, cesetten virüs bulaşmayacağına dair açıklama yaptılar.
Polis, defin işlemini engellemeye kalkan 23 kişiyi tutukladı, biber gazı kullandı. Cenazeyi getiren ambülânsın önünü kesmeye kalkan protestocu köylülerin dağılmasından sonra tabut alınıp mezara götürüldü…(Independent Arabia,
كورونا يلاحق ضحاياه حتى القبور في مص
13 Nisan 2020)
Öte yandan son haftalarda Mısır’da koronavirüs hastalığına yakalanan insanlara (yaşlı, genç, sağlık personeline) yönelik sosyal medya yoluyla baş gösteren nefret duygusuna karşı çıkan ülkedeki dini yetkililer ve sağlık kurumları, bu nefret söylemini kınayan açıklamalar yaptılar.
Sudan’da korku ve panik, ülkede zaten yaygın olan hurafe, büyü, kocakarı ilaçları gibi bilimdışı yollara yönelme gereğini iyice artırdı. Söylentiler çoğaldı.
Mesela "Yeni doğmuş bir bebek, beşiğinde konuştuktan sonra ölmüş..."
"Sabah güneşi doğmadan önce kılınan iki rekat namazdan sonra şekersiz iki bardak çay içen kimse, virüse yakalanmayacakmış!.."
Bu tür söylentiler, dilden dile aktarılarak neredeyse bütün ülke insanlarına duyurulmuş! Duyanlar, çarşıya koşarak çay paketlerini kapış-dövüş satın almışlar.
Salgının başlamasıyla birlikte bazı Sudan televizyon kanallarında iksir çeşitlerinden birinin içilmesi halinde, bedenin bağışıklık kazanacağına dair reklamlar yer almaya başlamış.
Dahası; Sudan şehirlerinin gözden ırak varoşları ve kırsal alanlarında sayısı giderek artan medyum, büyücü, hurafeciler türemiş; gerçek kurtuluş ilacının kendilerinde bulunduğunu iddia ediyorlarmış.
Uyanık bir tüccar, bebeğin ayaklarına dua eşliğinde kına sürülmesiyle koronavirüs belasının defedileceğine dair bir hurafe uydurmuş.
Bir başkası da uykudaki çocukların başörtülerine iliştirilecek muska, anahtar gibi takılar yoluyla musibetten kurtulmanın mümkün olacağını söylemiş.
Sudanlı bir kadın gördüğünü iddia ettiği rüyasını önüne gelene anlatıyormuş: İddiasına göre, Hz. Muhammed, kendisine şu tavsiyede bulunmuş:
Kur’an’daki Bakara Suresi'nin satır aralarında bulacağın minik bir saç telini su dolu bardağa koyup içersen, bu bela sana bulaşmaz!
Sudanlı Dr. Ahmed Reşid Aşnuq, bu tür hurafe ve söylentilerin, “toplumun salgın karşısındaki çaresizliğinden duyulan derin kaygının bir yansıması olduğunu; insanların afet ve felaketler karşısında ruhani ve gaybî şeylerden medet umduklarını” söylüyor. (Independent Arabia, السحر والشعوذة "دواء كورونا" في السودان)
Londra’da doğum işleriyle uğraşan NCT kurumu verilerine göre; hamile kadınlar arasında doğum öncesinde psikolojik danışma merkezleriyle hastanelere başvuranların sayısında azalma var.
Alınan randevular sürekli erteleniyor veya iptal ediliyor. Doğumevine gebeyi ulaştıracak ambülanslardaki sağlık çalışanlarının üzerlerinde maske-tulum-eldiven, daha baştan anne adayını ürkütüyor; psikolojisini bozuyor.
Muhtemelen bazı anne adayları, çocuk aldırma veya düşük yapma yollarını tercih edecekler.
Doğumdan sonra hem lohusa annenin hem de bebeğin virüs kapma riski tedirginlik yaratıyor.
Doğumun ardından anne ile bebeğinin izole edilmesi, yanına kimsenin alınmaması da ciddi moral bozukluğu yaratıyor.
Aynı nedenle İngiltere, İskoçya ve Galler gibi bölgelerde tıbbi yöntemlerle çocuk aldırmak üzere randevu almış bulunan kadınlara, “posta yoluyla gerekli hapların/ilaçların” gönderilmesine izin verildi.
Gebelik Danışma Hizmetleri yetkilileri, bu iznin, hamileliğin onuncu ayına kadar geçerli olduğunu; ameliyat gerektirecek hallerde farklı bir prosedür uygulanacağını açıkladı. (Independent Arabia, 11Nisan 2020,كورونا أتاح للبريطانيات طلب حبوب الإجهاض بالبريد )
Her salgın hastalıkta olduğu gibi, koronavirüs isimli bulaş da kişiyi çift taraflı vuruyor: Bedenini ve ruhunu adeta teslim alıyor.
Bu fiziksel salgın hızla bulaşıp yayılarak küresel hastalığa dönüşüyor. Toplumlar, ölüm kalım savaşı veriyor.
Virüse yakalananlardaki belirtiler çokça anlatıldı ve yazıldı: Öksürük, nefes darlığı, ateş, boğulma hissi, şiddetli kas ağrıları vb.
Onca veba, kolera, tifo belasına yakalanmış toplumlara egemen olan panik ile on milyonlarca insanın canına ve malına zarar veren yok edici savaşların dehşeti, ruhsal bakımdan koronavirüsün yol açtığı psikolojik rahatsızlık kadar ani, kitlesel ve küresel değildi.
Birey, en yakınındakinin ölümünü çaresizlik içinde izlemek zorunda kalıyor. Kurtarmak için el uzatamıyor. Destek olamıyor.
Cenazesine bile gidemiyor. En küçük girişimiyle birlikte kendisi de ölümcül virüse yakalanıyor.
“Hobbes’cu tuzak” (Hobbesian trap) veya “Schelling ikilemi” diye bilinen görüşe bakılırsa, insanlar arasındaki korkular, endişe ve panik birikiminin sonucudur.
Korkan/panikleyen kişi, sözgelimi silahlanmak suretiyle kendisini korumaya/savunmaya başlar.
Ama bu korumanın sınırı yoktur, çünkü giderek daha fazla silahlanmak zorunda kalır.
Bu kısır döngü, böylece devam eder. Ta ki herkes, herkesin hasmı veya düşmanı olana kadar… (Wikipedia İngilizce, “Hobbesian Trap” maddesi)
Bu teori, korona günlerindeki insan ilişkisine uygulandığında şöyle bir zincirleme davranış devreye giriyor:
Kişi, komşusunun virüse yakalanmasından şüphelendiğinde onunla her türlü teması kesiveriyor. Bu temassızlık hali, aynı aile içinde de meydana gelebiliyor.
Eşler birbirleriyle, çocuklar anne-babalarıyla ve kardeşleriyle irtibatı koparıyorlar.
Sonuçta kendilerini daracık hücrelere kapatmış oluyorlar. Karanlık mağaralarda çile dolduran dervişler veya yeraltı zindanlarında ömür tüketen mahkûmlar misali dış dünyadan el etek çekiyorlar.
Geçmiş yüzyıllardan bu yana salgın hastalıklara maruz kalmış olan eski toplumların var olma ve hayatta kalma mücadeleleri sürecinde derin ve akut psikolojik rahatsızlıklardan muzdarip oldukları, ruhsal hallerini kuşaklar boyunca düzeltemedikleri iyi bilinir.
Bu psikolojik istikrarsızlıklar zamanla düzelse bile, aynı kuşakların hayat tarzlarında birçok değişiklik olmuştur.
Yeni hayat tarzlarına uygun sanatsal, kültürel ve fikirsel ürünler ortaya çıktığı da iyi bilinir.
Örneğin İkinci Dünya Savaşı sonrasında sanatsal düzlemde sürrealizm, fikir ve felsefe alanında da varoluşçuluk ile anarşizm ortaya çıkmıştır. (Fidel Subeyti, Veba Zamanlarında Beşeri Psikoloji, سيكولوجية البشر في أزمنة انتشار الأوبئة, Independent Arabia, 21 Mart 2020)
Salgının yol açtığı ruhsal/psikolojik sorunlara gelince; zihinsel rahatsızlığın bedensel olana denk olduğu söylenebilir.
Bu hastalık kişiyi, zihinsel ve bedensel olarak kemiriyor. psikolojik koronavirüs, tıpkı bedensel virüsün etkileri gibi kişiden kişiye göre değişse bile, tedavisi hem tek tek bireylerin gayretiyle hem de toplumsal grupların ortak uğraşlarıyla (aile, mahalle, semt, belde, kasaba, şehir, metropol) yapılabilir.
Ülkelerin küresel ölçekte dayanışması ve işbirliği sayesinde psikolojik korona ile baş edilebilir.
Çünkü psikolojik virüs, sosyal bir varlık olan insanı adeta topluluktan tecrit eden bir kafese tıkmıştır.
Şu anda bizler, aç kurtların sürüden ayırdıkları koyunu veya irili ufaklı av hayvanlarını kolayca parçalamalarına benzer bir durumla karşı karşıyayız. Çözüm de buna uygun olmalıdır.
Devam edecek...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish