Bir mitolojinin ateş hali: Newroz/Nevruz

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Urfa Newroz kutlamaları, 2013 / Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş

Babil ve Asur Krallığı'na başkentlik yapan antik Ninova’da eski çağlardan kalan bir mitoloji anlatılır.

Binlerce yıllık mitoloji bütün Mezopotamya, İran, Kafkasya, Anadolu ve Asya’nın iç bölgelerinde değişik versiyonlarda asırlardır dile gelir ve her yıl mitolojiye uygun törensel kutlamalar yapılır. 

Bu özel ritüele Kürtler Newroz, Türkler Nevruz, Farslar Nawroz der.

En eski bayramlardan biri olan Newroz; insan, doğa ve ateş üçlüsünün kadim dansı, aynı zamanda bir uyanış ritüelidir.

Gece ile gündüzün eşitlendiği 21 Mart’a denk gelen bu özel günün antik tarihçesi çok fazla aralanmasa da, Newroz’un avcı toplayıcı toplumlardan kalan kadim bir ritüel olduğu, süreç içerisinde giderek toplumsal bir nitelik kazandığı ve Asur döneminde politik bir ruha büründüğü görülüyor.

İlk defa Perslerle tarihi vesikalara geçen bu kadim gün, 2009 yılında BM tarafından Dünya Manevi Kültür Mirası listesine eklendi, 2010 yılında ise 21 Mart, Dünya Newroz Bayramı olarak kabul edildi. 
 

1.jpg
Diyarbakır Surları Newroz kutlamaları, 1994 / Fotoğraf: Şeyhmus Çakırtaş


Halen birçok ülkede resmi bayram olarak kabul edilen Newroz, ne yazık ki ülkemizde 1970’lerden bu yana yasak, gerginlik ve başkaldırı ile anılmış, devletle geniş kitleler arasında sorunlara neden olduğu için siyasal bir çerçeveye oturmuştur.

Siyasal çerçevesi mitolojik yönle birleşerek, Mezopotamya’da farklı, Kafkasya’da farklı yankı bulmuş olsa da, Newroz bütün halklar için bahar bayramı, diriliş ve yeniden doğuş anlamında olup, her ulusun kendi hayal dünyasının katkılarıyla farklılık kazanmış, canlı bir mite dönmüştür.

Bugün hala geniş bir coğrafyada değişik etkinliklerle kutlanan ve binlerce insanı bir araya getiren şenlikler, koranavirüsün dünya genelinde hızlı bir şekilde nedeniyle iptal olsa da, mitoloji en canlı şekilde dile gelmeye devam ediyor.

Özellikle de Mezopotamya’da Newroz miti sözlü olarak binlerce yıldır yaşlı bilgeler, dengbejler tarafından anlatılıyor, bu gelenek vasıtasıyla gelecek kuşaklara aktarılıyor.
 

pinterest.jpg
Görsel: Meriem Seid / Pinterest


Anlatılır ve denilir ki; 

Asur ülkesi Perslerin, Medlerin ve Asurluların birlikte yaşadığı koca bir ülkedir.

Cennetin iki ırmağı Fırat ve Dicle, asi dağlar ve doğanın en güzel köşeleri bu ülkenin sınırlarında bulunuyormuş.

Ancak bütün bu güzelliklerin yanında, hükmettiği topraklara zülüm eden, halkları ezen bir Dehaq adlı bir kral yaşarmış, Asur ülkesinin Ninova kentinde.

Bu zalim hükümdar başta halkına, komşularına ve çevre ülkelere korku salmış, tahtını savaşlar kazanarak, ülkesine ganimetler getirerek korurmuş. 

Az zaman, uz zaman bir gün hastalanmış zalim Dehaq. Her iki omzunda yılanbaşı kadar çıban çıkmış.

Hekimler seferber olmuş, şifa dağıtıcılar ilaç bulmaya çalışmış. Ama nafile, çıban gün geçtikçe büyüyormuş.

Haber salmış bütün ülkeye ve komşu devletlere. Hekimlerin çare bulmasını istemiş. Büyüler yapılmış, çeşitli otlar denenmiş; ama bir türlü iyileşmemiş yılanbaşlı çıban. 

En sonunda şeytan ruhlu birisi, yarasına iyi gelecek bir öneriyle çıkmış ortaya. Her gün genç bir kız ve genç bir erkeğin kurban edilerek, beyninin yaraya sürülmesinin çıbanı iyileştireceğini söylemiş. 

Bunun üzerine Dehaq tez elden emer vermiş;

Her gün iki genç insanın kelesi vurula.


Ferman buyurmuş, uyanlar sırası gelince, uymayanlar hemen göründükleri ilk yerde işkenceden geçirilerek öldürüleceklermiş. 

Dehaq bu, sözü nehirlerin akışını durdurur, dağları eritir. Ferman buyuran Dehaq için bir bir gencecik insanlar kurban edilmeye başlanmış.

Sindirilmiş koca bir coğrafya, korku egemen hale gelmiş bütün Asur halklarına!..

Kimisi kaçmış dağlara, kimisi de göç etmiş gizlice başka diyarlara. Ama ölmekteymiş genç kızlar ve erkekler.

Dehaq, genç insanların beyinlerini yaralarına süre dururken, yoksul bir demirci çıkmış ortaya.

Adına Kawa derlermiş. Demircilikle uğraşıp, kılıç dövermiş. Kaldıramamış yüreği, kabullenememiş gencecik insanların vahşice katledilmesini...

Önce dağlara kaçmak istemiş, sonra vazgeçmiş bu fikrinden. 'Çocuklarıma sıra gelmeden Dehaq'ı öldürmeliyim' demiş kendine. 

Çocuklarını kaçırmış emin yerlere. ve şöyle demiş:

Ateşe vereceğim Ninova sarayını, benden haber ve işaret bekleyin baharın ilk gecelerinde...


Ve Demirci Kawa, demirci elbisesini giyerek, yanına da örsünü ve dövmek için kara sakızını almış.

Çıkmak istemiş Dehaq'ın huzuruna. Nöbetçiler bırakmak istememişler içeriye.

Mitoloji bu ya, demirci olduğunu ve hükümdarın çıbanına bir ilaç bulduğunu söyleyerek saraya girmeyi başarmış.

Cellatları Dehaq'ın yanında, korumaları dört tarafında. Demirci Kawa elindeki sakızı göstermiş hükümdara: 

Hükümdarım yarana çare değil insan beyni. Aylardır omuzlarında yılanbaşlı çıbanlarla yaşarsın. Oysa bende çaresi var. Senin için lokman hekimlerden öğrendim. İlacı getirdim, birkaç gün dövmem ve bazı ilaçlarla karıştırmam lazım.


Demirci Kawa, bu sözlerle hükümdarı ikna etmiş ve işe koyulmuş, başlamış kara sakızı örste dövmeye.

Kısa bir zaman sonra da Dehaq'a şöyle seslenmiş:

İlaç hazır olmak üzere, bizzat ben süreceğim hükümdarım, ben yaşlı bir hekimden sizin için öğrendim. Eğer biraz eğilirseniz yaranızı ilacı sürebilirim.


Ve böylece belki ilk kez eğilmiş zalim Dehaq! 

Eğilir eğilmez de Demirci Kawa'nın çekici boynuna inivermiş. Yıkılmış bedeni bir anda yere!..

Kendini ölümsüz gören, ölümsüzlüğünü halka kabul ettiren Dehaq, debelenmeye bile fırsat bulamadan ölmüş.

Demirci Kawa elindeki çekici ve yanan meşalesi olduğu halde, Ninova sarayının en yüksek burcuna gelerek, gür bir ateş yakmış.

Halk, hükümdarın öldüğünü duyunca sarayı işgal etmiş bir anda. Ninova sarayı yanıp, yıkılırken, dağlarda, ovalarda ateşler yükselmiş gökyüzüne. 

Bir anda Ninova yakılan ateşlerle aydınlanmış, halk ateşin çevresinde dans ederek, yeni dönemi kutlamış. 

Bir başına zalim Dehaq'ı haklayan, sarayını ateşe veren Demirci Kawa hükümdar olmamış hiçbir zaman, demir dövmeye devam etmiş.

Yaktığı ateş ise sadece çocuklarını ve gençleri kurtarmakla kalmamış, karanlık çağların en parlak efsanesi olmuş...
 

wikipedia.jpg
Fotoğraf: Wikipedia


Derler ki bu olay, MÖ 612'de Mart'ın 21'inde yaşanmış. Newroz/Nevruz/Nawroz yani 'yeni gün' dediler bugüne.

Karanlıkla ateşin dansı, baharın ve yeniden dirilişin efsanesi... 

Orta Asya'da, Kafkasya'da, Hindistan'da ve Babil'de Newroz ile ilgili farklı anlatımlar ve inanışlar vardır.

Ancak hepsinin ortaklaştığı baharın başlangıcı, gece ile gündüzün eşitlenmesi ve toprağın uyanması ile ilgilidir.

Babil, Asur ve Perslerin kitabelerinde Newroz izleri görülür. Ve yine Orta Asya ve Kafkasya'da Nevruz olarak kutlanır ve şenlikler düzenlenir.

Anadolu'da ise bu kadim bayram daha çok Sultan Nevruz, yani baharın başlangıç günü olarak anılır. 

Mezopotamya'dan Orta Asya'ya kadar geniş bir coğrafyada coşku ile kutlanan, geçmişi 2 bin 632 yıl öncesine kadar giden Newroz herkes için farklı anlamlar taşısa da baharın başlangıcıdır.

Yani yeniden dirilmenin zamanı, harlanan ateşin sönmeyen dansıdır Newroz…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU