Göynük: Cumhuriyet’te yaşayan bir Osmanlı kasabası

Samet Altıntaş Independent Türkçe için yazdı

İstanbul’a yakın olması hasebiyle (ölçü İstanbul’a yakınlık değil mi?) Taraklı-Göynük-Mudurnu-Nallıhan-Beypazarı destinasyonu son zamanların popüler güzergahı.

Bu kentleri (kentet?) yazıda tek tek anlatamayacağım, hayır hayır Taraklı’dan da başlamayacağım, baştan haber edeyim.

Yazımın konuğu sanırım biraz da kişisel sebeplerden ötürü Bolu’nun eskimeyen ilçesi Göynük. 

Evliya Çelebi için bir şehre gitmenin başlıca amili orada metfun evliyayı ziyaret etmektir.

Biz de pirimizin geleneğini sürdürelim ve önce bu küçük kasabanın manevî sultanlarına ‘hu…’ diyelim, beraber gezelim…

Bıçakçı Ömer Dede ne söylüyor?

Ahali, haliyle Fatih Sultan Mehmed’in ordusundan bulunduğu ve İstanbul’un fethinin manevî komutanı olarak gördüğü için, Hacı Bayram-ı Veli’nin talebesi Akşemseddin’in türbesine uğruyor ilkin.

Ancak bencileyinler reyini Hacı Bayram’ın diğer müridi Bıçakçı Ömer Dede’den yana kullanılırlar her daim.

Öyle de yapalım; ama önce kısa bir izah: Bir 15'nci yüzyıl neşvesi olan Bayramîlik; Anadolu topraklarında doğup büyüyen bir mutasavvıf tarafından kurulmuş ilk tarikat addedilir.

Dolayısıyla bu yolu sistemleştiren Hacı Bayram’ın özerk ve özel tarafı vardır. 

“Dervişlik hırka ve taçta değildir” 

İşte, bu büyük kutbun iki mühim talebesi onun nefesini kendisinden sonra/lara taşırlar. Fakat…

Bağlacın arkasına gidelim: Hazret, 1430’da ahrete doğduğunda posta Akşemseddin mi Ömer mi geçecektir bilinmez.

Bu flu pencereyi yeni mürşitlerine gönlü kayan ihvan, kendine göre açar.
 

ömer dede (1).jpg
Ömer Dede Türbesi / Fotoğraf: Independnet Türkçe


Ömer Dede yanlıları, Hacı Bayram’ın vefat etmezden evvel, “Emir, su getir!” diye seslenmesini delil göstererek; bunun yeni şeyhe bir taltif olduğunu ilan ederler; ancak posta görece daha nüfuzlu Akşemseddin oturur.

Ömer Dede de “Dervişlik hırka ve taçta değildir” diyerek başkaldırır.

Ve Göynük’ün merkezindeki Gazi Süleyman Paşa Cami önünde, bir cuma namazı sonrası ateş yaktırır.

Taç ve hırka, yani mürşitlik alametleri yanar; fakat Ömer’e bir şey olmaz.

İşte bu an, Bayramî-Melamîliğin başlangıcı, Bıçakçı Emir de pir kabul edilir ki bu yol, renkler boyansa da Hızır Dede üzerinden Üftâde’ye ondan Aziz Mahmud Hüdâyî’ye oradan Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi’ye Üsküdarlı Haşim Baba’ya, Bursalı Mehmet Tahir’e kadar birçok isimle geniş bir yelpazede varlığını sürdürecektir.

Eyüp Sultan’ı buldu, Ayasofya’da ilk Cuma hutbesini okudu

Hacı Bayram’ın iki müridi (mürşidi?) Göynük’te uyuyorlar.

Şimdi Akşemseddin’in türbesine bakalım: İstanbul’un fethi için “II. Mehmed’in tek başına direnmesiyle Fatih olduğu zafer”dir desek abartmayız sanırım.
 

akşemseddin.jpg
Akşemseddin Türbesi / Fotoğraf: Independnet Türkçe


Çünkü Çandarlıların başını çektiği devlet ricalinin aklı, böylesi bir seferden yana değildir.

Günler uzadıkça morali düşen askeri yeniden motive eden kişi ise Akşemseddin’den başkası değildir.

Onun bu sıkıntılı demlerde, Fatih’e zaferin yakın olduğunu muştulaması, sabredip gayret gösterilmesi gerektiğine dair yazdığı mektuplar, en az şahi toplar kadar etkili olur.

Akşemseddin, fetihten sonra Ayasofya’da kılınan ilk cuma namazında hutbeyi okur.

Emevi ordusuyla İstanbul’a gelip burada şehit düşen Ebû Eyyûb el Ensârî’nin kabrini de keşfeder.

İstanbullular, bu şeyhe epey bir teşekkür borçlu sanırım.  

İlk mikrobu Akşemseddin mi buldu?

Fatih tarafından kiliseden çevrildikten sonra medrese olarak da kullanılan Zeyrek Camii’nin güney duvarının pencere üstündeki kitabede; Akşemseddin’in İstanbul’da bulunduğu yıllarda burada oturduğu ve ders verdiğini söyler bize.

Kaynaklarda aynı zamanda tabîb-i ebdân, yani devrinin iyi hekimi sıfatıyla da şöhret kazandığı ve tıbba dair eserleri bulunduğu belirtilir.

Tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesini ortaya attığı ve hastalıkların bu yolla bulaştığı fikrini öne sürdüğü iddia edilir.

Dr. Osman Şevki Uludağ’a göre Akşemseddin, Fracastor adlı İtalyan hekimden en az 100 yıl önce bu konuyu tetkik eden ilk hekimdir. 

Göynük’ün Osmanlı olduğu cami!

Akşemseddin türbesinin hemen yanında, az önceki menkıbeye ev sahipliği yapan cami yer alıyor.

Burası, İmparatorluğun ikinci padişahı Orhan Gazi’nin biricik oğlu Gazi Süleyman Paşa’nın adına 1331-1335 yılları arasında yaptırdığı Allah evi.

Cami, Göynük’ün en güzel tarihî eserlerinden kuşkusuz.

1948-1960 yılları arasında onarıma tabi tutulan eser, mihraptaki Ayet-el Kürsî’nin tarihlediğine göre en son 1999’da restoreden geçmiş.

Rumeli’ne geçen yiğitlerin başı olan Süleyman Paşa, Osmanlı modernleşmesinin, devamında Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadronun her daim saygıyla andığı bir isim.

Caminin karşında bir başka 14'üncü yüzyıl yapısı hamamı ve bugün otel olarak kullanılan Müderrisoğlu Konağı’nı da kadraja alın, geziniz günübirlik değilse şayet burada konaklayın.     

Çarşıda bir cevelan…

Göynük çarşısı, esnaf lokantaları ve yöreye has ürünlerin satıldığı dükkanlarla çevrili.

İpek Yolu hattı olan Taraklı-Mudurnu-Nallıhan-Beypazarı güzergahında yer alan Göynük de saydığım kasabaların mutfağında aşağı yukarı yer alan aynı lezzetleri sunuyor ziyaretine gelenlere:

Güveçte etli yaprak sarma, cevizli mantı, keşli erişte, gözleme, baklava…

Arnavut kaldırımlı sokaklarında, sanki kurulduğu ilk günden beri oradaymış hissi veren evleriyle konuşun.

Çünkü İstanbul’a, yani kaosa dönerken; Sezai Karakoç’un Balkon şiirini virt gibi tekrar edeceksiniz:

Çocuk düşerse ölür/Çünkü balkon ölümün cesur körfezidir evlerde…


Zafer Kulesi’nden maziye bakmak!

Göynük’ün Cumhuriyet devri, Kaymakam Hurşit Bey’in 1923’te burada göreve gelmesiyle başlar.

İşte onun eliyle bugün şehrin simgesi haline gelen Zafer Kulesi inşa edilir.
 

Goynuk-Zafer-Kulesi.jpg
Zafer Kulesi, Göynük / Fotoğraf: Independent Türkçe


Neyin zaferi mi?

Mustafa Kemal Paşa’nın “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır!” emrini verdiği ve nihayetinde Yunan’a (aslında İngiltere’ye) karşı kazanılan 1921 Sakarya Meydan Savaşı’nın verdiği sevincin eseridir bu anıt.
 

zafer kulesi.jpg
Fotoğraf: Independent Türkçe


İsmail Habip Sevük’ün saptamasını ahşap, altıgen külahlı kuleden maziye bakarken hatırlayın:

13 Eylül 1683 günü Viyana’dan başlayan çekilme 238 sene sonra Sakarya’da durdurulmuştur.


Bu arada Duatepe’deki komuta kademesini, yani Mustafa Kemal, Fevzi, İsmet, Kazım ve Hayrullah Paşaları anmış olalım.

Not: Muharebe, Sakarya’da değil, Sakarya Nehri'nin doğusunda kalan Ankara’da gerçekleşmiştir. 


Çubuk Gölü versus Sünnet Gölü

Instagram için epey malzeme topladınız sanırım.
 

sünnet.jpg
Sünnet Gölü / Fotoğraf: Independent Türkçe​​​​​​​


Şimdi yorgunluğunuzu bir su kenarında atmak isterseniz önünüzde iki seçenek var:

Kasabaya 11 kilometre uzaklıktaki Çubuk Gölü ile 22 kilometre mesafe yer alan Sünnet Gölü.

Her iki yerde de piknik, yürüyüş ve bisiklet sürüş alanları mevcut.
 

çubuk.jpg
Çubuk Gölü / Fotoğraf: Independent Türkçe


Çubuk, film platosu olarak kullanıldığından ve buraya set için yel değirmenleri inşa edildiğinden sosyal medyada daha havalı duruyor.

İçinizdeki Don Kişot sizi buraya çağırabilir; ama Kuzey Avrupa’ya kapı açan Sünnet gölü ise ayrı bir tavır sanki.

Tercih sizin…

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU