Esnaf lokantaları Anadolu’nun renkli mozaiğini yansıtır. Bir diğer ifadeyle ne Osmanlı saray mutfağı, ne batılı mutfak ne de İstanbul’a özgü kozmopolit mutfak…
Bir tür ‘halk’ mutfağı ama nevi şahsına münhasır. Bir yerde esnaf lokantaları, sanki birçok nedenden ötürü bölünmüş ve kutuplara ayrılmış olan bizlerin ortak paydası gibi.
Bu topraklarda yaşamış, havasını teneffüs etmiş ve suyunu içmiş hiç kimse, zengin-fakir-yaşlı-genç, bir mercimek çorbası, bir kuru fasulye ya da yumurtalı ıspanağa burun kıvırmaz.
Özellikle de ülkemizden uzakken canımız en çok onları çeker. Bizim bu ihtiyacımıza cevap veren esnaf lokantaları bir anlamda da bize özgü ‘fast food’ lokantalarıdır.
Bu sözler, gurme Vedat Milor'a ait.
Milor'un sözünü ettiği lokantalardan birisi de Beyoğlu'undaki Şahin Lokantası.
1967’den beri hizmet veren Şahin Esnaf Lokantası’nın sahibi İsmail Şahin, yıllarca yaptığı yemeklerin lezzetiyle yoksula, yolcuya, öğrenciye, dilenciye ve müşterilerine gösterdiği hem damaklarda tat hem de gönül gönüllerde kurduğu tahtla hafızalara kazındı.
Dostane yaklaşımıyla örnek bir hayat yaşayan ve Beyoğlu'nun en güzel abisi (Bu ifade yazar Ahmet Ümit'in bir kitabının ismi) lakabıyla anılan İsmail Şahin geçtiğimiz günlerde vefat etti.
İsmail Usta’nın öldüğünü duyunca herkes Şahin Esnaf Lokantası’na akın etti.
İsmail Usta'nın oğlu Nazmi ile konuşmak için gittiğimizde miras bıraktığı lokantanın içi hınca hınç doluydu.
Hem yemek almak için hem de hesabı ödemek için kuyruk oldukça uzundu.
Babasının ölümünün üzerinden üç gün geçtiğini ve insanların sürekli olarak taziyeye geldiğini ifade eden Nazmi, gönüllere taht kuran "Beyoğlu'nun en güzel abisini" anlattı.
İsmail Şahin, 1941 yılında Tunceli'nin (Dersim) Pülümür İlçesi’nde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
Dersim gibi devlet tarafından yıllarca mahrum bırakılan bölgede İsmail Şahin bir eğitim ortamı bulamadı.
13 yaşında İstanbul’a geldi. Kendi kendini yetiştirdi. Büyük zahmetlerle hem çalıştı hem de bekar odalarında annesiz babasız büyüdü.
Yaklaşık 5-6 yıl baklavacıda, ardından bir su deposunda çalıştı. 26 yaşına geldiğinde kaldıkları yerin yanındaki bina boşaldı.
İsmail Bey ve amcası bir ticari hamle yaparak binayı kiralayıp lokanta olarak işletmeye başladı.
Bu hamle onu sonradan bütün Türkiye’ye tanıtacak olan Şahin Lokantası’nın hamlesi olacaktı.
Ancak bir sene sonunda amcası lokanta işinden ayrıldı. İsmail Şahin ise devam etti.İki sene sonrasındaysa köyünden bir kadınla evlendi.
Eşiyle akrabalığı da olan İsmail Usta düğünü, derviş ve pirlerin toprağı olan Dersim’de yaptı.
Zazaca türküler, halaylar eşliğinde düğün dernek kuruldu. Düğün sonrası lokanta işine kardeşleriyle devam etti.
Bir ara Almanya’ya işçi olarak gitti. Yaklaşık 6 ay kadar kaldı. Yapamadı; döndü. Çünkü onun ayrılığında lokantada işler biraz sarkmaya başlamıştı.
Yurda döndükten sonra tekrar lokantanın başına geçti.
Lokanta günden güne daha yoğun olmaya başladı.
Yaptıkları yemeklerle ve güzel muamelesiyle herkesin damağında lezzet bıraktı.
Yıl 1980’e geldiğinde darbe oldu. Bu dönemde lokanta az da olsa durgunlaştı.
Çünkü hem catering şirketleri çoğaldı hem de askeri darbe ortamının etkisiyle insanlar çoğunlukla evlerinde kalmayı tercih etti.
Fakat yemeklerin kıvamını bulan İsmail Usta ile lezzetin tadını alan müşteriler arasındaki bağlar gün gittikçe güçlenmeye devam etti.
Şahit Lokantası'ndan bir yiyen bir daha gelmek istiyordu. 30 yıl boyunca yemekleri odunla ve taşlar kullanarak ve dinlendirerek pişirdi.
Tüm bunların yemeğe lezzet kattığını ve lokantaya özgünlük getirdiğini düşündü.
Ağır ağır pişirilen yemeklerde katkı yağı ve benzeri maddeleri kullanmadı.
Bir süre sonra “tuz ve ekmek hakkı” için oturulan bu sofralarda derin sohbetler ve güzel dostlar edinmeye başladı.
Dünyada yolcu, İstanbul’da kiracı olduğunu bilen bir derviş gibi yaşadı.
Dürüstlüğe ve dostluğa önem veren İsmail Usta hiçbir zaman dünya malına tamah etmedi.
O, yemekleriyle insanların damağına güzel bir tat bırakıp sohbetiyle gönüllerini hoş etmeyi yegane amaç edindi.
Maddi olarak zengin olamadı. Kazandığını hep paylaştı. Yoksula, dilenciye, öğrenciye, yolcuya, komşuya ve parasıza her zaman yardım etti.
Lokantaya gelenlere müşteri olarak değil misafir olarak muamele etmeye çalıştı.
Dürüstlük ve yardımlaşma onun için her şeyden önemliydi.
Oğlu Nazmi, babasından dost canlısı sıfatıyla bahsederken “Ben ne kadar uğraşsam da bu kadar güzel dostlar kazanamam. O bize çok dost bıraktı” dedi.
İsmail Usta, kapısına geleni geri çevirmedi. Günde en az 10 -15 kadar kişiden ücret almadı.
Kendisi bu dünyada hiçbir zaman mala değer vermedi. Dost meclisinde sık sık “Tek tapulu yerim, mezar yerim” derdi.
Dünyada yolcu, İstanbul’da kiracı olduğunu bilen bir derviş gibi yaşadı.
Dil, din, ırk ve mezhep ayrımı yapmadı. 72 millete aynı nazarla baktı, aynı sofrayı kurdu. Yerli yabancı, fakir zengin, ünlü ünsüz herkese aynı özeni gösterdi.
Herkes ona "Beyoğlu’nun Abisi" demeyi seçti. İsmail Usta, inançlı bir Aleviydi. Hızır’ın hikmetini iyi bilirdi. “Alevi'nin yemeği yenmez” diyenlere karşı en güzel yanıtı her şeyiyle o verdi.
Kendisinin yaptığı lezzetli yemekleri Sünni, Alevi, Türk, Kürt, yerli, yabancı herkes yedi. O bu tabuyu her şekilde kırarak tuzla buz etti.
Çünkü onun için cami de cemevi de birdi. Mahalledeki caminin yapılması için maddi manevi çok destek verdi.
Belediyenin yol getirmediği mahalleye kendisi yol yaptırdı. Parasını kendi cebinden vererek katran ve asfalt döktürttü.
Mahallede çalışan inşaat işçilerinin suyu olmadığı için kendisi oradaki inşaat süresince her gün gidip o varilleri işçiler için suyla doldurdu.
Hortumla varilleri doldurmak için saatlerce çalıştı.Tüm bunlardan sonra herkes ona "Beyoğlu’nun Abisi" demeyi seçti.
Oğlu Nazmi, “Asmalı Mescit’te eskilerden bir o kaldı. Herkese abi gibi yaklaştığı için de ona en çok o lakabı yakıştırıyorlardı” ifadelerini kullandı.
Memleketi Dersim’i de çok severdi İsmail Usta. Orada oğlu ona yıkılmış bir viraneyi tamir ettirerek bir taş evi yaptı.
Bir ara rahatsızlanınca işi gücü bırakıp hanımıyla köye yerleşti. Yaklaşık 5 ay kadar köyde kaldı.
Hastalığını atlattı. Tekrar İstanbul’a geldi. Dostları, çocukları ve torunlarıyla yaşamayı sürdürdü.
Ancak gittikçe yaşlılığı arttıkça hastalıkları ilerledi. Bir gece fenalaştı. Sabaha doğru vefat etti.
Öldüğü gün torunu Ulaş, İsmail Usta'nın resmini tabutun önüne koymak için fotoğrafçıya gitti. Resim çıkartılacaktı. Fotoğraf stüdyosundaki adam resme bakıp “Bu İsmail abi. Ben para alamam… ” dedi.
Resme çerçeve yapılması için başka bir dükkana da uğradı Ulaş. Çerçeveci de yine aynı ifadeleri kullandı. Israrlara rağmen para alınmadı.
Sıra cenazeyi kaldırma işine geldi. Kendisi Alevi olmasına rağmen cenazesi Zincirlikuyu Camisi’nden kaldırılacaktı.
Çünkü İsmail Usta, yıllardır buraya yakın bir mahallede oturmuştu. Akraba ve komşuları buradaydı. Zaten Usta da cami ve cemevi ayrımı yapmazdı. Tıpkı insanlar arasında ayrım yapmadığı gibi…
İsmail Usta’yı sevenler onu son yolculuğuna uğurlamak için toplandı. Alevi, Sünni, Kürt, Türk, siyasetçi, sanatçı, mahalleli…
Cenaze namazı için omuz omuza verildi. İmam, Allah’ın adıyla duaya başladı, ardından “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sordu.
Cami avlusundan arşa üç defa bir ses yükseldi:
İyi bilirdik, iyi bilirdik, iyi bilirdik!
İsmail Usta’yı namazını kılan cami cemaatinin dışındakiler de iyi biliyordu.
Vedat Milor, Usta'nın vefat haberini aldığı gün sosyal medyada kendisine rahmet, yakınlarına sabır dileklerinde bulundu.
İki defa onunla görüştüğünü söyleyen Milör, Independent Türkçe'ye ise şunları anlattı:
İsmail Bey’in lokantasına iki defa gitmiştim. Belki çok uzun konuşma şansımız olmadı, ama o kısa görüşmelerimizde dahi çok dürüst, biraz utangaç ve düzgün bir insan olduğunu düşündürtmüştü bana.Esnaf lokantaları zaten öyle bir şey ki İsmail Bey gibi başındaki sahipleriyle hep belli bir standartta gidiyorlar.
Onlar için her şey para ve maddiyat değildir.O restoranda yapmak istedikleri neyse onu kimliklerinin bir parçası olarak addedip uzun yıllar aynı şekilde hizmet veren ve sayısı giderek azalan insanlardandı. Bence büyük bir kayıp… Umarım restoranı devralanlar bıraktığı mirasa; yani eski prensiplerine uygun biçimde devamlılığını sağlarlar.
Şarkıcı Aylin Aslım da öğrencilik yıllarında ve sonrasında ustanın çok yemeklerini yediğini söyleyerek rahmet diledi.
Usta’nın eşi Hanife Hanım, halen öldüğüne inanamadığını ve kendine gelemediğini söyledi.
Aynı evin içinde yan odaya bile gittiğinde eşinin hemen yanına geldiğini, sevdiğini ve şakalaştığını anlatan, Hanife Hanım’ın kocasının geride bıraktığı mirasın korunarak sürdürüleceğini ifade etti.
İsmail Usta'nın torunu Ulaş ise dedesinin bayrağını taşıyacağını şu sözlerle anlattı:
Dedem bizleri, ailesini çok önemserdi. Küçükken lokantaya giderdim. Dedem beni Beyoğlu’nda oyuncak dükkanına götürürdü.Hep oyuncak alırdı. Ondan sonra hayatımda bir kere sinemaya gittik. En eğlendiğim anılarımın başında gelir.
Şirinler’i beraber izledik.Beni hep lokantada çalışma konusunda teşvik ederdi. Hep derdim ‘Emanetini ben götüreceğim. Bayrağı ben taşıyacağım. Veliahttın olacağım’ derdim.
Dedesi için "Çok vefalıydı" diyen Ulaş, "Üzüldüğü insanların cebine kasadan para alıp koyardı. Onun sofrasına Şener Şen, Tuncel Kurtiz gibi isimler de gelirdi” diye konuştu.
Küçük kızı Sakine çocukken babasının sürekli kendisini okuldan aldığını, yol boyunca kendisiyle şakalaştığını söyledi.
Sakine Hanım babasıyla ilgili bir anısını şöyle aktardı:
Annem evde yemek yapardı. O bizi okuldan alırken okul çıkışında yemek ısmarlardı. ‘Annenize söylemeyin’ derdi. Annemi görünce yememiş gibi davranırdık ama anlardı. Geldiği toprağa çok aşıktı. Türkü söyletirdi bana. Ayrılık Hasreti'ni çok severdi.
29 yıldır Almanya’da yaşayan büyük kızı Şerife de babasının insan ayrımı yapmadığını, herkese sevgiyle yaklaştığını ve torunlarına çok düşkün olduğunu vurguladı.
Şerife Hanım, “Babam insan ayrımı yapmadı. Babamın eskiden iki restoranı vardı. Orda tercümanlık yapan bir Rum kadın vardı. Kimsesi yoktu öldüğünde. Cenazesini babam kaldırdı. Lügatinde insan ayrımı yoktu. Onun ekmeğini her dinden her ırktan her insan yedi" dedi.
Merhumun yanında 46 yıldır çalıştığını söyleyen Ali Geyik, babasının ölümüne bile bu kadar üzülmediğini belirterek, “Ben böyle bir insan görmedim. Üzerimizde hakkı çok… ” cümleleriyle hüznünü dile getirdi.
Esnaf Seyfettin Aydın ise, ustanın kendisindeki tesirini şöyle aktardı:
İsmail abinin vefat ettiği zaman ben bir taksiye binip camiye gidecektim. Taksici kimin vefat ettiğini söyledi. Anlattım. Kendisi ‘Aaa, bizim İsmail abi mi? O bize hep yemek ısmarladı’ dedi. İyilik ve cömert yanı her tarafa yayılmıştı.
Düşün, tanımadığım bir taksici bana anlatıyor. Bir gün önce çay içtik. Kalkmak istemedi. Ölümünü sanki hissetti. Ertesi gün aradım, 'Bir ihtiyacın var mı' dedim. 'Yok be oğlum, sağol' dedi. Sonraki gün vefat etti. İnsanları hiç ayırmazdı. Parasını aldığı gün dağıtır öyle giderdi eve…
Usta’nın akrabası İsmail Yıldız ise, şöyle bir anısını paylaştı:
67 yılında İsmail beyin lokantası kuruldu. Ben o zaman askerdim. Bana evci izni çıkarırdı. Gelirdim lokantada kalırdım. Sabah cep harçlığımı verirdi Yeri cennet olsun, buralarda onun ekmeğini yemeyen yoktur.
Beyoğlu’nun "en güzel abisi" aramızdan ayrıldı fakat hatırası, yemeğinden yiyen ve muhabbetinden nasiplenen herkes için capcanlı...
Giden herkes gibi bu dünyadan bir İsmail Usta geçti fakat insan ayrımı yapmadan aynı sofrada nasıl buluşulur, nasıl dost olunur sorusuna cevap niteliğinde örnek bir ömürle geçti.
Devri daim olsun.
Independent Türkçe
© The Independentturkish