Birinci sınıf oyunculuğu, sinematografiyi ve görünüşünü bir kenara bıraktığınızda, Joker özünde yorgun ve yıkıcı bir klişeye dayanıyor: Çocuk istismarı, cinayet işlemeye meyilli bir akıl hastalığına yol açar.
Bu klişe, kötülüğü anlatmanın kestirme yolu oldu. Fiziksel yaraya benzer şekilde ele alınıyor.
Hayranları tarafından açılmış ve “akıl hastalığı” olan kötü adamlara adanmış bir wiki sitesi bile var.
Sitede “Kötü adam tamamen tutarlı ve dengeli olsa bile, canavarca hisle eylemlerde bulunuyorsa akıl hastası olarak nitelendirilebilir” buyruluyor. Ahh! Nereden başlasam?
Joker’in yönetmeni Todd Philips, aynı zamanda Hangover ve Borat filmlerini de yönetti. “Duyar kasma kültürü” yüzünden insanların çok kolay rencide olduğunu, bu nedenle son zamanlarda komedi çekmekte zorlandığını söylüyor.
Bu açıklamayı zırva olarak görmemek zor. Kafanızı kullanırsanız, p.şt olmadan da insanları güldürebilirsiniz. Buna sınırları zorlayan, ofansif mizah da dahil. İnsanları kızdıran şey, sinemacıların zorbalığa başvurarak, gündelik yaşantısında bundan bıkmış insanlara işkence etmeleri.
Joker sözüm ona bir çizgi roman filmi ama “ciddi” bir karakter çalışması olmaya gayret ediyor.
Filmde benim gibi hobilerine çılgınca bir tutkuyla bağlı kişiler veya diğer sinefillerin hoşuna gidecek şeyler de yok değil.
Joker’in retro tarzı muhteşem. Film sizi ekonomik krizin pençesinde olan yaklaşık 30 yıl önceki (kesin bir tarih verilmiyor) Gotham şehrine götürüyor. Şehri kalpsiz bir politik sınıf yönetiyor. Zengin bir belediye başkanı adayı olan ve Donald Trump veya Boris Johnson’a benzerliği hayli açık olan Thomas Wayne, fakirleri hor gördüğünü açıkça belli ediyor. Çizgi roman hayranı olmamanıza rağmen bu isim bir yerlerden tanıdık geliyorsa, Batman’in babası olduğunu fark edeceksiniz. Batman’in babası genelde vicdan sahibi zengin bir adam olarak resmedilir ama hikayenin bu versiyonunda merhametsiz biri olarak gösteriliyor.
Filmin bir noktasında ilginç bir şey oluyor. Dikkat: yazının bundan sonrasında spoilerlar geliyor.
Joker, Arthur Fleck olarak sosyal hizmet uzmanı/terapistin karşısında oturmuş, hayal kırıklıklarını anlatıyor. Bir noktada kadın terapistin onu dinlememesinden yakınıyor. Terapistse Arthur’un monologunu yarıda keserek, belediyenin bütçe kesintisi yüzünden seansı bitirmek zorunda olduklarını söylüyor ve ekliyor: “Bizim gibi insanlar onların umurunda bile değil.”
Ama bu fikir üzerinden fazla ilerlenmiyor, zaten Joker’in saldırılarının nedeni de bu değil. O sırada şiddete çoktan başlamıştı.
Joker’in kanlı eylemlerinden ilham alan ve palyaço maskesi takan, alt sınıfa mensup öfkeli kalabalık, V for Vendetta’daki gibi sokaklarda isyan çıkarıyor. Ama Joker, Robert De Niro’nun canlandırdığı zorba TV sunucusuna niyetinin devrim olmadığını söylüyor. Politik biri değil, siyasetle de ilgilenmiyor.
Sadece hakkını yiyenleri değil, yoluna taş koyduğunu düşündüğü herkesi vahşice öldürüyor. Ona biçtiği kız arkadaş rolünü oynamayan kadın da dahil.
Warner Brothers, Joker’in bir kahraman olarak görülmemesi gerektiğini söyledi. Öte yandan, Joker’i yalnız, hayata küsmüş, çevresindeki insanlar tarafından dövülmüş ve taciz edilmiş, toplumun dışına itilmiş, bu yüzden intikamını şiddetle alan beyaz bir adam olarak görenler de olacaktır. İzleyicilerin filmden yanlış bir mesaj çıkarmaları durumunda olabileceklerden endişe duyan ve bunu dile getirenler de oldu.
Bazıları, otoriteleri tahrik etmek için tehlikeli şakalar yapan trollerin kışkırtmasıyla hareket etti. Başarılı da oldular. Bazı sinemalara maskeyle girilmesi yasaklandı. Los Angeles Polis Teşkilatı (LAPD) harekete geçti. Hatta ABD Ordusu da.
Diğer yandan, insanların silahlara kolayca ulaşabildiği bir toplumunuz varsa belki de endişe etmeye mecbursunuz.
Neticede, beyazperdedeki Joker bir akıl hastası. Bu da şiddete meyilli olacağı anlamına geliyor. Çünkü tüm akıl hastaları ve çocukken tacize uğrayanlar saatli birer bombadır ve bu film pimlerini çekebilir!
Tek mesele böyle bir şeyin olmaması.
Zihinsel hastalığı olan pek çok insanın, yaşadığı yerdeki bütçe kesintileri yüzünden büyük zarar gördüğü muhakkak.
Ölümden döndüğüm bir trafik kazası sonucu travma sonrası stres bozukluğu yaşamış ve karanlık bir dönemden geçmiş biri olarak, o insanların neler yaşadığını çok iyi anlayabiliyorum. İngiltere Ulusal Sağlık Hizmeti’ne başvurdum ve kapı kapı dolaştıktan sonra, muayene edilmek için aylarca beklemem gerektiği, eğer gerekli kriterleri karşılarsam, bir terapistle sadece altı seans görüşmeye hak kazanacağım söylendi.
Ben de sigorta şirketine açtığım davanın ve iyi bir avukatın yardımıyla özel hastaneye gittim. Sonuç mu? Tedavi gerçekten işe yarıyor.
Benim kadar şanslı olmayan insanların büyük bir kısmı öfkeden patlamıyor. Başkalarından ziyade, kendilerine zarar veriyorlar.
Hollywood’un ısrarla aksini iddia etmesi ise ucuz bir numara.
Ve hayır, “duyar kasmıyorum”. Akıl hastalığı şakaya gelmez. Hastalığın doğasına ve gerçeklerine dikkat ederek de ilginç, komik, yıkıcı veya rahatsız edici karakterleri anlatan filmlere imza atabilirsiniz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren Aysun Uzunsoy
© The Independent