Önceki yazıda Lula liderliğindeki Brezilya'nın, 2000'lerin ortasından bugüne, dış politika çizgisini değerlendirmeye çalıştım.
Lula'nın Brezilya'yı daha aktif ve özerk bir uluslararası aktör haline getirdiği genel bir kabul.
Fakat yazıya yönelen soruların başında neden "bağımsızlık" değil de "özerklik" kavramının kullanıldığı geldi.
Teorik açıdan ister Wallerstein'in "Dünya Sistemi"nden isterse de küreselleşme karşıtı Dos Santos'un "Bağımlılık Teorisi"nden bakalım uluslararası sistem içindeki ülkelerin dış politikasında tam bir bağımsızlık mümkün değildir.
Ancak bununla beraber mutlak anlamda bağımlı da olmayabilir. Çünkü hala bağımsız siyasi organlara ve karar alma mekanizmalarına sahip.
Diğer yandan kapsamlı bir özerklikten de söz edilemez. Zira bu tarz bir özerklik, uluslararası sistemde "süper güç"lere ve sermayenin yoğunlaştığı merkez ülkelere özgüdür.
Güney Amerika'nın dış politikadaki özerkliği ise daha çok buradaki ülkelerin "büyüklük kaderi" ve "doğal kaynaklarının zenginliğiyle" ilintilidir.
Neredeyse Avrupa kıtası büyüklüğündeki Brezilya ve ondan biraz daha küçük olan Arjantin'in dış politikası "büyüklük kaderi"yle uyumludur.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Yanı sıra hem Atlantik'e hem de Karayip sahillerine egemen bir Venezuela; Pasifik boyunca 4300 kilometre kıyıya sahip Şili de kendi "territorio"suna özgü bir "büyüklük kaderi" taşır.
Bunlar ve geri kalan tüm Latin Amerika ülkeleri; zengin doğal kaynaklarının savaş ve kriz dönemlerinde artan önemine dayanarak, uluslararası politikada daha özerk ve etkin bir rol alırlar.
Ancak bu özerklik, gerek ABD siyasi ve askeri hegemonyasıyla gerekse de IMF gibi finans kurumları, yatırım fonları, medya, teknoloji ve ticaret tekelleri tarafından sürekli olarak sınırlandırılmaktadır.
Bu durumda özerkliğin yitirilmesi, bağımlılıktan farklı olarak, çok yönlü bir difüzyonla gerçekleşir.
Dış politikada özerkliğin yitirilmesi uzun vadede dış baskıların doğrudan bir sonucu olmaktan çok başka dolaylı ilişkilerle bağıntılıdır.
Lula Brezilyası örneğinde, özerkliği sınırlandıracak fazlasıyla etkene karşın; siyasi liderliğin, istikrarlı, tutarlı ve meşru küresel- bölgesel stratejilerle özerklik alanını genişlettiğine tanık olduk.
Milei Arjantininde ise bunun tam tersi bir durumla karşı karşıyayız.
Siyasi analizler, Javier Milei'in 1 yıllık yönetimini, yaptıklarından çok yapmadıklarıyla açıklayabiliyorlar.
Bunun başında da kurumların işletilmemesi geliyor.
30 Ekim'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda gerçekleşen, ABD'nin Küba'ya yönelik ambargosunun kaldırılması için yapılan oylama ile ilgili Milei yönetiminin tavrı buna örnektir.
BM. Genel Kurulunda yapılan son oylamada 186 ülke ambargonun sonlanması yönünde oy kullanırken sadece ABD ve İsrail karşı çıkmıştı.
Arjantin 1992'den bu yana BM'de gerçekleşen bu oylamada daima ambargonun bitirilmesi yönünde oy kullanıyordu.
Doğrusu bu oylama ABD'ye etkisi olmayan fakat dünyanın bakışını yansıtan ahlaki bir eylem.
30 Ekim'de Arjantin'in BM'de bulunan kariyer diplomatları da ülkenin geleneksel dış politika çizgisine uygun davranmıştı.
Ancak Milei yönetimi, diplomatların bu tavrı üzerine bir bildiri yayımlayarak; kendi Dışişleri Bakanı Mondino'nun istifasını istemiş; ayrıca bununla yetinmeyerek "özgürlük düşmanı" olarak tanımladığı Arjantin kariyer diplomatik personelinin denetime tabi tutulacağını ilan etmiştir.
Dış politikada özerklik; dış politika kurumlarının kapasitesini ve kurumsal otoritesini teslim etmekle başlar.
Hükümetler arasındaki doğrudan siyasal ilişki, yine hükümetlerin denetimine tabi olan, kurumlar üzerinden gerçekleşen dolaylı ilişkinin yerini tutmaz.
Dış ilişkilerin çerçevesinin belirlenmesi anlamında kurum; ulus formunu çizen geçmiş savaş ve (iç-dış) çatışmalar ile jeopolitik egemenlik hak ve çıkarlarına dayanan sayısız karmaşık tecrübeyi ifade etmektedir.
Ayrıca küresel ve bölgesel güçler ile toplumsal dinamikler de dış politika sınırlarının belirlenmesinde etkilidir.
Fakat Milei tarzı neo-sağcılık; her türden toplumsal dinamiği, ulusal tecrübeyi ve kurumsal birikimi ayak bağı işe yaramaz eski rejimin artığı olarak değerlendiriyor.
Dahası dış politikayı "ulusal çıkarlar" çerçevesinde görmüyor.
BM'lerdeki oylamadan 2 hafta kadar önce, Arjantin devlet başkanının yayımladığı bir başka bildiride ise "Batı medeniyetinin temel değerlerine" uymayanlarla diplomatik ilişki kurulmayacağını ifade ediliyordu.
Neo-sağcılığın temel hareket noktalarından biri de "Batı medeniyeti"nin tehdit altında olduğu hezeyanına dayanıyor.
Yeni Arjantin yönetimi ekonomide devletin rolünden sosyal politikalara, feminizmden kadınlara pozitif ayrımcılığa kadar her yerde bir "komünist" tehdit algısına sahip.
Örneğin Milei defalarca "Çin'le ticaret yapmayacağım gibi hiçbir komünistle de iş yapmayacağım" çünkü "ben özgürlüğün savunucusuyum ve Komünistler, Çinliler buna dahil değil" demişti.
Aynı mantıkla Karayiplerin en önemli 3 ülkesi olan Nikaragua, Küba ve Venezuela'dan elçilerini geri çekti.
Dahası liberal sistem ve ekonomilere sahip Kolombiya, Meksika, İspanya ve Brezilya'nın devlet başkanlarına "solcu" oldukları için yaptığı hakaretler diplomatik krize yol açtı.
Milei, kendi dogmasını bir tür "Haçlı Seferi" gibi dış politikaya da uygulamaya çalışıyor.
Yani ülkesinin çıkarlarının ya da uluslararası taahhütlerinin gereğine uymayı değil Batı üstünlüğünü referans alıyor.
Milei, dogmatizmini savunurken sadece dış politika kurumlarının gereksizliğine değil devletin dış politikasına bile ihtiyaç olmadığını ifade ediyor.
Arjantin dış politikasının ABD'nin bir vagonu gibi hareket etmesini istiyor.
Daha masaya oturmadan, ülkesinin dış politikada manevra alanını ve müzakere kapasitesini kısıtlıyor.
Bunun doğal sonucu; zaten merkez ülkelerin diplomasisi ve hükümet dışı güçler tarafından yeterince sınırlanan dış politikada özerkliğin aşındırılması, yani egemenliğin tümden kaybıdır.
Kurumsallığın, çok taraflılık, bölgeselcilik ve uluslararası hukuka bağlılık gibi geleneklerin terk edilmesi, dış politikada özerkliği ABD ve İsrail'e peşinen teslim etmeyi kolaylaştırdı.
Milei, Arjantin'e hiçbir faydası olamayan bu stratejiyi ahlaki bir üstünlük olarak savundu.
Arjantin yönetimi insan hakları, çevre, iklim değişikliğiyle mücadele, sosyal adalet ve cinsiyet eşitliğini "komünist" icatlar olarak gördüğü için bu başlıklardaki uluslararası gündemlerin de dışında kaldı.
Diplomasi, istihbarat, savunma, ekonomi, üretim ve yatırımları Washington merkezli fonlara ve özel şirketlere terk ettiği için Arjantin bağımsız hareket edebilme yeteneğini yitirdi.
Lula'nın büyük çabalarıyla gerçekleşen -herkesin kapısında sıra beklediği- Arjantin'in BRICS'e üye olma daveti Milei tarafından reddedildi.
Böylece Arjantin BRICS'in dışında kaldı; MERCOSUR ve CELAC gibi bölgesel organizasyonlarda nüfuzunu yitirdi.
Bu uluslararası teşkilatlardan uzaklaşma, Güney Yarımküredeki en önemli sömürge sorunlarından biri olan Malvinas ( ya da İngilizce adıyla Falkland) Adaları anlaşmazlığında Arjantin'in elini zayıflattı.
(64.MERCOSUR toplantısının sonuç deklarasyonunda Malvinas sorununa yer verilmedi.)
Daha da kötüsü Milei yönetimi Arjantin'in "barıştan yana olma ve çatışmaya müdahil olmama" ilkesini Filistin'de İsrail'e, Ukrayna'da NATO'ya saldırgan bir destek vererek ortadan kaldırdı.
Milei ateşe odun atmakta sınır tanımadığını, kasım başında Birleşmiş Milletlerde, "Ortadoğu'nun nükleer silahlardan arındırılmış bölgelere dahil edilmesi" konusunda bir tavsiye kararı alınmasını İsrail'le beraber reddederek kanıtladı.
Milei bu oyuyla sadece Ortadoğu'daki yangına odun atmakla kalmıyor aynı zamanda Latin Amerika bölgesinde nükleer silahlanmanın önünü açıyor.
Zira Milei,1994'de Meksika'da imzalanan "Latin Amerika ve Karayipler'de Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması"; 1995 yılında imzalanan "Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması" ve Brezilya ile imzalanan "Koruma Tedbirlerinin Uygulanması Anlaşması" da dahil olmak üzere nükleer silah karşıtı taahhüt ve yükümlülüklerin üstlenilmesi anlamına gelen çok sayıda anlaşmaya zıt bir siyaset izliyor.
Bu kaçınılmaz olarak başta Brezilya ve Şili olmak üzere bölgedeki diğer ülkelerin nükleer silah siyasetini etkileyecektir.
(İki ülkenin silahlı kuvvetleri, askeri diktatörlük döneminden bu yana hiç bozulmayan kurumsal bir istikrarla, nükleer silah elde ederek bölgede üstünlük kurma arayışındadır.)
Koltuğa oturur oturmaz Arjantin Büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşıma kararı alan Milei'in, Washington-Tel Aviv eksenine oturan, Arjantin diplomasisi ulusal ve bölgesel etkisini hızla yitirdi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish