Afrika sinemaları, dünya sinema tarihinde önemli bir yere sahip olmasına rağmen, Türkiye'de ne yazık ki yeterince bilinmiyor.
Çoğu zaman, birkaç popüler film üzerinden kıtanın tamamını değerlendirmek gibi bir eğilim söz konusu.
Oysa Afrika, sadece coğrafi açıdan değil, kültürel ve sanatsal anlamda da muazzam bir çeşitliliğe sahip.
Her konuda olduğu gibi sinemada da Afrika'nın genellenmesi, kıtanın zengin hikayelerini ve sinemacılarının derinlikli perspektiflerini gölgede bırakıyor.
Batılı yapımlar, Afrika'yı çoğu zaman "ilkel" ve "eksik" bir kıta olarak yansıtmayı tercih ederken kolonyalist bir perspektifi önceliyor.
Kıtanın kendi sinemacıları ise özgün hikayeleri ve eleştirel yaklaşımlarıyla bu algıyı değiştirmeye çalışıyor uzunca bir süredir.
"Afrika Sineması ile Sinematik Söylemler" isimli iki kitabı literatüre kazandıran Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yunus Namaz sahada önemli çalışmaları olan birkaç isimden biri.
Afrika sinemalarının gerçek kahramanlarını ve sinematik anlatım biçimlerini daha yakından tanımak adına, Afrika sinemasının bilinmeyen yönleri, kıtayı genellemenin getirdiği sorunlar ve sinemanın kıtada üstlendiği toplumsal roller üzerine Independent Türkçe için Yunus Hocamız ile konuştuk.
Afrika sineması yahut Afrika sinemaları denilince ne anlamalıyız?
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, Afrika denilince, birçok kişinin zihninde tek bir ülke veya tek bir kültür canlansa da Afrika çok zengin kültürel çeşitliliğe sahip devasa bir kıta.
Buna rağmen hemen her konuda Afrika genellemesi elli dört ülkeden müteşekkil bir kıtadan ziyade yalnızca tek ülkeden söz ediliyormuş izlenimi verebiliyor.
Şunu belirtmekte fayda var: Afrika'da bir sinema yerine oldukça gelişkin ve her bölgede farklı tarihlerde cereyan eden sinemalar olduğu anlaşılmalıdır.
Belki de doğrusu Afrika sineması değil, Afrika'nın sinemalarıdır.
İlk kitabımın ismi Afrika Sineması ana başlığıyla esasında Senegal sinemasına ve Senegalli yönetmen Ousmane Sembene'nin sinemasına eğilme iddiası taşıyor.
Türkiye'de "Afrika sinemaları" şeklinde bir başlık kullanmanın henüz erken olduğunu düşündüğüm için de böyle bir adlandırma kullanmayı tercih etmiştik.
Oysa Afrika'daki sinemayı kategorize etmek istediğimizde Kuzey, Doğu, Orta, Güney ve Batı Afrika sinemaları şeklinde bölgesel bir ayrıma tabi tutmak gerekebilir.
Umarım yakın gelecekte Afrika'nın sinemalarını bölge bölge ve ülke ülke olarak konuşabilir, meseleye bu şekilde yaklaşacak araştırmalar olması gerektiğinden bahsedebiliriz.
Afrika sinemalarında hangi temalar ele alınıyor? İlk yapımlarda hangi konuların işlendiğini görüyoruz?
Afrika sineması, kıtanın kendine özgü sosyal, politik ve ekonomik meselelerini sıklıkla ele alır.
Gerek sömürge öncesinde gerekse sömürge sonrası dönemde Afrika'da sinemanın her bölgeye özgü, farklı tarihsel koşullarla örülü hikayeleri olduğunu akılda tutmak oldukça önemlidir.
Özellikle sömürgecilik dönemi ve sonrasında yaşanan toplumsal travmalar, Afrika sinemalarında üretilen filmlerin merkezinde yer alan konular arasında gelir.
Ancak "Afrika'da sanat", "Afrika'da bilim" ya da "Afrika'da sinema" gibi ifadeler kullandığımızda, bu alanların ya da kavramların Afrika'ya oldukça uzak olduğuna dair görece bir tahayyül biçimi olduğu söylenebilir.
Yani sinema, bilim ve teknoloji gibi kavramlar ile Afrika'yı birlikte düşünmek çok tuhaf ve birbirine uzak dünyalarmış gibi algılanıyor.
Bu algı Afrika'yı anlama biçimimizi yıllardır işgal etmiş, Afrika'yı anlama biçimlerimizi belirli kalıplara ve indirgemeci bir bakış açısına itebilmiştir.
Özellikle Avrupa merkezci bir okuma biçimi Afrika'yı yalnızca ekonomik bağlamda değil, kültürel açıdan da sömürgeleştirmeye, alt tabakalara itmeye ve değersizleştirmeye yol açabiliyor.
Afrika'daki sinema tarihine baktığımızda, 1896 yılında Lumière Kardeşler'in sinemayı dünyaya tanıtmasıyla birlikte, Senegal'in başkenti Dakar'a kadar ilk kısa filmlerin götürüldüğünü biliyoruz.
Fransız belgeselci Jean Rouch, bu yılların Batı Afrika sineması için bir dönüm noktası olduğunu söyler.
O dönemden itibaren, dünyanın ve Afrika kıtasının çeşitli bölgelerine yayılan bu hikayeler/gösterimler, daima Batılı bir dünyadaki öyküleri Afrika'ya taşımaya başlar.
Bu durum sinematografın zamanla bir pazar aracı ve endüstriyel aygıt olmasına kadar devam etmiştir. Melodram türündeki filmler ve Batılıların Afrika'daki yaşamlarını anlatan yapımlar, sinemanın bir tür propaganda aracı olarak kullanılmasına olanak tanımıştır.
Zamanla kolonyalist ülkeler, Afrika'da sinemanın gelişimi için film birimleri kurarak kendi hikayelerini ve kendi kültür biçimlerini, Afrika'yı tasvir biçimlerini yedinci sanatın içine taşımıştır.
Bağımsızlık savaşları sonucunda ise kolonyalistlerin Afrika'dan görece uzaklaştıkları ancak uzun vadede, Afrikalı sanatçıların sinema yapabilmek için ekipmanlara ihtiyaç duyması, ekipmanları kullanacak nitelikli sinemacıların az olması ya da olmaması bir sorunsalı beraberinde getirmiş, bir anlamda Afrikalı sinemacıların eğitilmesi yoluyla onların kendilerine bağımlı olması, onlara ihtiyaç duymaları sağlanmıştır.
Bağımsızlık mücadeleleri ile beraber Afrika'da, Batılı yapımcıların film yapma eyleminden elini çekilmesiyle birlikte, Afrika ülkeleri ekipman ve teknik bilgi açısından büyük bir boşlukla karşı karşıya kalmıştır.
Bazı kolonyalist devletler ise (özellikle Fransa gibi) daha farklı amaçlarla film yapım süreçlerine destek olmuşlar, ekipmanlarını birçok ülkede bırakmışlar ve Afrika'yla olan bağlarını koparmama amacı gütmüşlerdir.
Sinema yapmak isteyen Afrikalı yönetmenler uzunca bir süre, Paris ve Moskova'daki gibi film okullarında eğitim almak durumunda kalmışlardır.
Afrika sinemasında özellikle öne çıkan ülke ya da bölgelerden bahsedebilir miyiz?
Afrika'da sinema denildiğinde 1920'li yıllarda Kuzey Afrika yani Mağrip sinemasında, özellikle de Tunus, Mısır, Fas sinemaları ön plandadır.
Bu bölgedeki ülkelerin sinemalarının Türk sinema tarihinden daha köklü bir geçmişe sahip olduğunu söylersek abartmış sayılmayız.
Afrika'nın birçok bölgesinde savaşlar, bağımsızlık mücadeleleri, siyasi çatışmalar nedeniyle film yapımının ve dolayısıyla sinema tarihinde zaman zaman fetret dönemleri yaşanmıştır.
Batı Afrika'da ise Mali, Moritanya, Nijerya ve Senegal gibi ülkelerde, kıta sinemalarının gelişimine önemli katkılar sunan filmler üretildiği görülmüştür.
Özellikle de Ousmane Sembene'nin de dahil olduğu pek çok filmde, sömürge döneminin bıraktığı yıkım sorgularken, Afrika kıtasının kendi hikayelerini kendi perspektifinden anlatması gerektiği, yönetmenlerin film yapma eyleminde bariz biçimde hissedilmiştir.
Sömürgeciliğin Afrika sineması üzerindeki etkilerinden bahsetmesek olmaz. Afrikalı sinema yapımcıları sömürge perspektifinden ve dilinden kurtulmak için uğraştı mı?
Afrika sinemalarında, sömürge dilinden ve sömürgeci tahakkümün resmettiği tasvirlerden tamamen arınmak için uzun bir mücadele verildiği söylenebilir.
Bu bağlamda, Ousmane Sembene'nin çalışmaları dikkate değerdir. Sembene, sömürge sonrası dönemde bile sömürgeciliğin etkilerinin devam ettiğini vurgulayan bir figürdür ve bu temaları yıllarca kendi filmlerine yansıttığı görülür.
Onun filmleri, Batı tarafından dayatılan ilkel Afrikalı tasvirini sert bir şekilde eleştirir. Sembene'nin çalışmalarında, kıtanın farklı bölgelerindeki hikayelerin ne denli zengin ve çeşitli olduğunu görmenin ne kadar mümkün olduğu ortaya çıkarılır.
Afrika sineması üzerine yerli söylemin geliştirilmesi düşüncesi, Ousmane Sembene ile birlikte Med Hondo, Souleymane Cissé, Djibril Dip Mambéty, Paulin Viera ve diğer pek çok önemli yönetmen tarafından geniş kitlelere sesleniyor, böylece Afrika filmlerinin nihai amacının ne olduğu tartışılarak estetik, anlatı gelenekleri ve siyasi eleştiriye ilişkin çeşitli kaygılar sorgulanmaya başlanıyor.
1960'lı ve 1970'li yıllarda Afrika sinemasının, Afrika filmlerinin ne olduğu üzerine ciddi kafa yorulmaya başlanıyor, Afrikalı sinemacılar bir sinema dili oluşturulmaya çalışmaya başlıyor, kendi film felsefelerini oluşturarak sömürgecilik ideolojisinin tüm biçimlerinden kurtulmak için uzun bir çaba göstermeye başlıyorlar.
Hem sömürge dönemi ve sonrasında ortaya çıkan sorunları filmlerine aktaran Afrikalı sinemacılar, sömürgeciliğin boyutlarından ve etkilerinden henüz uzaklaşılamadığını anlatmaya devam ediyorlar.
Örneğin, Afrika'nın herhangi bir bölgesinde ya da Sudan'da yaşanan iç savaşlar, genellikle "Afrikalıların çatışmaları, çözümsüz arayışları" şeklinde resmedilirken, Batılı aklın bu çatışmalardaki rolü, etkisi, önemi çoğu zaman görmezden geliniyor.
Oysa bu çatışmaların kaynağında sömürgeciliğin yeni yansımalarının olduğu ve bunun bir tohum gibi saçıldığı anlaşılıyor.
Afrika temalı Batı yapımı filmleri ele alırsak, Batılı yapımcıların gerçeği çarpıttığını söyleyebilir miyiz? Batı yapımı filmlerde nasıl bir Afrika algısı oluşturulmak isteniyor?
Batılı yapımcıların Afrika'yı konu alan filmleri üzerine tam anlamıyla bir genelleme yapmak doğru olmayabilir.
Bazı Batılı yapımlarda Afrika'ya dair tasvirlerde hakkaniyet ölçüsüne ve temsil ilişkisinde bir sorunsal ortaya çıkmasa da bazı yönetmen ve yapımcıların Afrika'yı kendi görmek istedikleri şekilde tasvir ettikleri, kameralarını ideolojik bir bağlama yerleştirdikleri söylenebilir.
Örneğin, "Hotel Ruanda" filmi, Hutular ve Tutsiler arasındaki savaşı anlatırken bu savaşın arka planında neler olduğuna, hangi egemen güçlerin bölgede ne gibi faaliyetler sürdürdüğüne pek değinmiyor.
Sudan örneğinde öne çıkan yaklaşım ve dil, Ruanda'da yaşanan katliamın, yıllar süren ayrımcı politikaların bir sonucu olduğu gerçeğini görmezden geliyor.
Benzer şekilde, 1985 yapımı "Benim Afrikam" filminde Batılı bir kadın karakterin Kenya'daki hikayesi anlatılırken, izleyiciye o kadının orada ne işi olduğu anlatılmıyor.
Beyaz adam ya da beyaz kadın, hâkimi olduğu topraklara gelir ve orada yaşamaya başlar; bu onun hakkı gibi tasvir ediliyor.
Afrikalı kabileler ise efendinin gölgesindeki nesnelerdir, kendini yönetme becerisi olmayan, yüzyıllardır aynı sorunlarla boğuşan köleleri betimlercesine sahneleniyor.
Bu film ve benzeri filmler, Batılı filmlerde Afrika'nın ilkel, yoksul, yarı-insan ve kendi kendini yönetemeyen bir kıta olarak görülmesiyle sonuçlanır.
Üstelik bu temsil biçimlerinde Edward Said'in Oryantalizm kavramının burada devreye girdiğini görürüz; Afrika'ya dair yaratılan bu algı, izleyiciyi gerçeğin dışında bir Afrika ile yüzleştirir.
Bu yüzleşme hem açık hem de örtük bir şekilde sinemanın tarihinden beri benzer hikayelerde yer almaya devam eder.
Yerel dillerin ve kültürün yaşatılması noktasında Afrika sinemasında neler yapıldı veya yapılıyor?
Afrikalı yapımcıların genellikle filmlerinde yerel dilleri kullanmayı tercih ettiklerini görürüz.
Ousmane Sembene, Senegal'de yaygın konuşulan yerel dilleri kullanarak yerel hikâye anlatıcılarının (griot) geleneklerini sinemaya taşır.
Bu durum Sembene'nin sinemasına özgü bir formdur ve griotlar aracılığıyla kültürün ve dilin korunmasının önemli olduğu, kimliğin savunulmasında hikâye anlatıcılığının (griot) temel bir rol oynadığı izah ediliyor.
Ancak Batı'da doğup büyüyen yeni nesil Afrikalı yönetmenlerin bu konuda farklı bir perspektifi olduğu, hem yabancı dilleri hem de Afrika dillerini merkeze alarak filmler ürettikleri göz ardı edilmemeli.
Afrika sinemalarından muhakkak tanınması gereken yönetmenleri ve yapımlarını sorsak size?
Afrika sinemasını tanımak isteyenler için şu isimler ve yapımları mutlaka izlenmeli:
Senegalli Ousmane Sembene'nin tüm filmleri ama özellikle Siyahi Kız ve Xala,
Djibril Diop Mambéty'nin Çakalın Yolculuğu,
Haile Gerima'nın Teza,
Idrissa Ouedraogo'nun Yaaba ve Tilai,
Güney Afrikalı yönetmen Gavin Hood'un Tsotsi,
Ali Mazrui'nin Afrikalılar belgeseli,
1977 yapımı Kökler (Roots) dizisi,
Gaston Kaboré'nin Wend Kuuni,
Flora Gomes'in Mortu Nega,
Safi Faye'nin Köyümden Mektuplar,
Abderrahmane Sissako'nun ilk ve son dönem filmlerine ve Mati Diop'un Atlantique ve Dahomey filmlerine bakılabilir.
Afrika'da sinemaya dair dünya genelindeki algı nasıl ve Türkiye'deki algının değişmesi için bir şeyler yapılabilir mi?
Dünya sinema tarihine dair yazılan kitaplarda, Afrika sinemasına ayrılan yerin oldukça sınırlı olduğunu görüyoruz.
Örneğin, Geoffrey Nowel-Smith'in "Dünya Sinema Tarihi" kitabında, Afrika bir bütün olarak ele alınırken, diğer kıtalardaki ülkelerin sinemaları tek tek incelenmiştir.
Bu tür yaklaşımlar, Afrika sinemalarının hak ettiği ilgiyi, değeri görmediğini açıkça ortaya koyuyor.
Benzer biçimde 15 bölümlük "Sinemanın Hikayesi" adlı belgeselde de Afrika'dan çok kısa bahsedilmiştir.
Türkiye'de Afrika sinemalarının tanınması için küçük bir adım olsa da belirtmek isterim ki kitabımın takdim kısmı Nijeryalı Profesör Femi Okiremuete Shaka tarafından yazıldı.
Bu isim Kolonyal ve Postkolonyal Afrika Sineması üzerine çalışmaları olan çok önemli bir isimdir.
Profesör Shaka ile başlayan bu adım, Türkiye'deki araştırmacıları Afrika sinemalarıyla ilgilenmeye, Türkiye-Afrika ilişkilerinin artan önemine sinema çalışmaları nazarından bakmaya sevk etme amacı, derdi olan bir yolculuktu.
Umarım bu yolculukları devam ettirecek genç araştırmacılar Afrika'nın sinemaları üzerine eğilirler.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish