Türkiye, ekonomik, sosyal ve siyasal olarak sürekli bir milli kriz içinde.
Ekolojik, kültürel ve eğitimsel alanlar başta olmak üzere, doğal olarak hayatın her alanı bu milli krizden etkileniyor.
Hatta sel, yangın, deprem gibi afetler nedeniyle toplum olarak tanık olduğumuz bir sahipsizlik, bir insani kriz hali de yaşanıyor.
Devlet Bahçeli üzerinden kamuoyuna açıklanan yapılması gerekenlerle ilgili olarak anladığımız kadarıyla Türkiye Cumhuriyeti devleti muktedirleri, beka sorunuyla ilgili derinliği olan bir tehlike hissetmiş.
Düşünelim bir: Devletin beka sorunuyla ilgili hissettiği ne olabilir?
Bahçeli, "devlet eli" adına kamuoyunda umut hakkı ve Meclis'teki konuşmalar üzerinden PKK liderliği ile ilgili çıtayı bu denli yukarıda tuttuğuna göre, bu herhangi bir tehlike olamaz, olmaz da.
Kanımca başka bir hesap yoksa, öncelikle stratejik güvenlikle ilgili problemler olabilir.
"İsrail geliyor" (Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan)
İsrail, Gazze'den başlayarak Lübnan'da Hizbullah lideri Hasan Nasrullah ve yönetim kadrosuna, Suriye'de ise yerli güçlerden ziyade İran'a bağlı askeri güçlere ve en son İran'ı savaş tuzağına çekmeye yönelik hava saldırılarını sürdürüyor.
Amerika doğrudan savaşın içinde değil, ancak İsrail'i desteklediği çok açık.
Amerika'nın, İsrail'in yıkıcılığının sonuçlarını siyasi ve diplomatik girişimlerle toparladığı da açık.
Doğrudan savaşın içinde değilse de, İsrail İran'la savaşa girerse, kanımca Amerika da bir noktada savaşmakta beis görmeyecektir.
Kısacası, Türkiye'yi de sıkıntılara sokma potansiyeli olan bölgesel bir savaş eşikte.
Peki, bölgesel savaşla ilgili Türkiye'nin kaygı duyduğu şey, Kürtlerin hak talebinden başka ne olabilir?
Türkiye'nin bir Kürt meselesi var…
Gelinen noktada Kürt meselesi sadece Türkiye'nin meselesi değildir; bu, bir Ortadoğu meselesidir ve aynı çerçevede uluslararası bir meseledir.
Türk devleti, bir milli güvenlik devletidir!
Emsal olarak, Türkiye'nin güney sınırında bulunan Rojava, Türk devleti için bir milli güvenlik sorunudur.
İran'ın doğusunda, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Rojhilat da Türk devleti için bir milli güvenlik sorunudur.
Esasen Kürt meselesi, milli güvenlik sorunudur...
Adı geçen bölgelerde ağırlıklı olarak Kürt nüfus yoğun olarak yaşamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürtlerin fırsat bulduklarında ayağa kalkacaklarını düşünür ve gelişmenin her aşamasında buna uygun askeri tedbir alma yollarını geliştirmekten geri durmaz.
Amerika destekli İsrail'in Gazze'de başlayıp, Lübnan ve Suriye'yi kapsayan, İsrail-İran savaşı ile bölgeselleşen savaşın olası sonuçlarını, bu coğrafyada yaşayan halklar -mesela Kürtler- neden kendilerine yararlı hale getirmesin?
Savaş ve devrim ilişkisinin şaşmaz kuralıdır: Ya devrimler savaşa yol açar, ya da savaş devrimlere...
Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının sonuçlarını anımsayalım...
Anlaşılan Türkiye, İsrail'in bölgesel savaş çıkarmak istediğine inanıyor.
Devlet Bahçeli diyebiliriz ki, "Devletin eli" olarak bunu açıklıyor.
Devlet hissettiğini ya da bildiğini, Devlet Bahçeli üzerinden açıklıyor: "Savaşa karşı biz cephe gerimizi sağlama alalım. Birlik ve beraberlik içinde olalım."
Devletin cephe gerisinin sağlam olmadığı; çözülmeye, bölünmeye, parçalanmaya açık halleri olduğu kaygısı da anlaşılıyor.
Devletin geri cephesini zayıf düşüren en önemli gücün silahlı Kürt hareketi olduğu kabul ediliyor ki, "Devletin geri cephesini Öcalan üzerinden kontrol altına alalım, Kürtlerle birlik ve beraberlik içinde koruyalım" biçiminde bir düşünce de olmalı...
Kısacası, birlik ve beraberlik sorunu ile ilgili kaygıları olmalı.
Bölgesel savaşın sonuçlarının yarattığı kaygıyla, Kürt hareketini etkisiz kılmak, mümkünse tasfiye etmek istiyorlar aslında.
Amerika ve İsrail'in Ortadoğu'da alan temizliği yaptığının da çok farkındalar.
Çözüm süreci için eksik olanlar...
Şayet bölgesel savaş engellenmezse, çok muhtemel doğacak çatlaklardan Rojava, hatta Rojhilat'ın özerklik talebi önlerine konabilir.
Bu bağlamda çözüm sürecinin objektif koşulları var.
Eksik olan, bir önceki çözüm sürecinde yapılmayanların yanı sıra, yanlışlardan çıkarılan dersleri bilince çıkarıp, yeniyi adım adım hazırlayacak subjektif koşullar.
Siyaset alanında hâlâ devam eden tartışmaların önemi bir yana, Kürt sorununun çözümü konusunda yeterli olacağı açık değil.
Subjektif koşullar nasıl hazırlanacak, asıl soru bu.
Başlangıç olarak, iri ufaklı ekonomik, sosyal, siyasal haklar ve özgürlükler talebi üzerinden çözüm sürecine doğru bir yol üzerinden yürünemez mi?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish