Jean-Paul Sartre: Her zaman resmî şekilde fark oluşturma simgelerini geri çevirdim

Mayis Alizade Independent Türkçe için yazdı

Jean-Paul Sartre, kendisine verilen 1964 Nobel Edebiyat Ödülü'nü reddetmişti / Fotoğraf: Dominique Berretty-Gamma-Rapho

Aslında Jean-Paul Sartre, edebiyat alanında layık görüldüğü 1964 yılı Nobel Ödülü'nü reddetmesinin nedenini, ondan 19 sene önce, yani II. Dünya Savaşı biter bitmez 1945 yılında kaleme aldığı bir yazısında çok açık şekilde ifade etmişti.

Onun için Sartre'ın yoldaşları, onun Nobel Ödülü'nü geri çevirmesine şaşırmamıştı:

Biz ise, tam tersine, oyundan kaçılamayacağına inanıyoruz. Dilsiz olsak, taş parçaları gibi sessiz dursak bile, bu eylemsizliğimiz gene de bir eylem olurdu... Mademki yalnız varlığımızla, varoluşumuzla bile çağımız üzerine etkide bulunuyoruz, öyleyse bu etki bilerek ve isteyerek yapılacaktır diyoruz... Bir yazarın, kendi gücü ve yeteneğinin elverdiği ölçüde, geleceği hazırlamak kaygısıyla hareket etmesi az rastlanır bir durum değildir. Fakat belirsiz, bulanık, kavramsal bir gelecek var ki, tüm insanlığı ilgilendiriyor ve hakkında da fazla aydınlanmış sayılmayız.

(Özdemir İnce'nin Cumhuriyet gazetesindeki
19 Nisan 2019 tarihli "Ne Yapmalı" isimli yazısından.)


İlke, omurga, yürek, pozisyon... adını ne koyarsanız koyun, Jean-Paul Sartre hakiki kalem sahibinden onu istiyordu ve birileri bunu haklı, diğerleri haksız bulabilir.

20'nci yüzyılın aydınlıkçı akımlarının zirvedeki isimlerinden biri, Nobel Edebiyat Ödülü'nü aleni biçimde reddederken, o ilkeye sadakatini yalakaların, burunlarını kahverengine boyamaktan onur duyanların, kalemini kullanarak kendini pazara çıkaranların tam da gözünün içine sokuyordu.

Ve tesadüf müdür, nedir; Jean-Paul Sartre'den tam 101 yıl önce o ilkenin manifestosunu Azerbaycanlı oyun ve roman yazarı, filozof ve eleştirmen Mirza Fethali Ahundzade deklare etmişti:

İstanbul'a gelerek yalnızca Türklerin değil, Müslüman Şark'ın tamamının geri kalmışlıktan kurtulması adına Sadrazam Keçecizade Mehmet Fuat Paşa'ya sunduğu radikal öneriler geri çevrildiğinde, görev yaptığı Tiflis'e dönerek arkadaşlarına ve meslektaşlarına şu sözleri yazmıştı:

Osmanlı bakanları toplumu değil, kendilerini düşünüyor. Hayatımın sonuna kadar onlarla savaşacağım.


Toplumsal olaylardan yakasını kenara çekmiş kalem sahiplerinin Ahundzade için 5 kuruşluk değerinin olmaması, yalnızca Azerbaycan için değil, Müslüman Şark için evrensel bir ilke oluştururken, 40 sene sonra Mirza Ali Ekber Sâbir, bu ilkeyi şu satırlarla perçimleyecekti:

Pula sitayiş eden (paraya tapan) şairin bu kahpeliği
Nihayet akbeh olan bir eda değil de nedir?


Burada "şair" kelimesinin yerine tereddütsüz biçimde "yazar", "ressam", "besteci" ve hatta "gazeteci" yazmak serbesttir.

Neredeyse 500 sene önce "Selam verdim, rüşvet değildir deyü almadılar" sözleriyle Şark'ta adeta bir devrimin altına imza atan Muhammed Fuzuli'yi, hem Ahundzade ve Sabir'in hem de Sartre'ın babası saymamız doğru olmaz mı acaba?

Sartre'dan çok önce Nazım Hikmet'in Yakup Kadri'ye yazdığı şu mısralar, aynı zamanda kendini pazara çıkarmış gazeteci tayfasının (örneğin Mirşahinlerin, Raufların) suratına atılmış bir loma tükürük değil de nedir;

Behey, yüzükara
Ruhunu zenci bir esir gibi çıkardın pazara
Bir orospu odası yaptın kafatasını
Haki ceketli ceplerinden çalarak ölülerin parasını
Satın aldığın kendine İsviçre dağlarının havasını

 

 

Ret beyanatında Jean-Paul Sartre, Nobel Edebiyat Ödülü'nün neden romancı Miguel Angel Asturias (Guatemala) ve şair Pablo Neruda'ya verilmediğini sorgularken, Louis Aragon'un neden değerlendirmeye alınmamasından da yakınıyor.

Yani bir yandan kendisine verilen ödülü reddederken, diğer yandan sol tandanslı yazarların ilgi alanı dışında kalmalarını eleştiriyor.

Sartre'ın bu açıklamasından sonra Asturias da Neruda da Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü.

Şimdi bunu Sartre'ın ilkesizliği olarak değerlendirmek mümkün mü?

Asla. Çünkü Sartre, ödülü kendi adına ve sebeplerini çok açık biçimde ortaya koyarak reddetmişti.

Ama bu durum, Sartre'ın Nobel Edebiyat Ödülü'nün hepten kaldırılmasını istediği anlamına gelmiyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ve Nobel ödülünü geri çevirmeyen kalem sahipleri Sartre'ın gözünde ilkelere ihanet eden insanlar değildi.

Sadece münferit tepkisini ortaya koyan Jean-Paul Sartre, büyük ölçüde için para kısmına isminin karışmasını istememesinden dolayı bu tür bir pozisyon sergilemişti.

Nobel Ödülü'nü reddetmesinden 4 yıl sonra, Fransa'daki özgürlükçü hareketlerin önüne düşen Sartre'ı güvenlik güçleri tutuklamak istediklerinde Cumhurbaşkanı De Gaulle, "Sartre Fransa'dır" diyerek bunun önüne geçmiş ve kısa süre sonra da görevi bırakarak köyüne çekilmişti.

Peki, günümüz dünyasında yazar-düşünür Jean-Paul Sartre mı daha saygın, yoksa politikacı Charles de Gaulle mİ diye sorulduğunda ne yanıt veriliyor?

94 yaşındaki Azerbaycanlı şair Neriman Hasanzade hâlâ Devlet Başkanı İlham Aliyev'i methetmek için daha yağlı, sabunlu, şampunlu kelimeler arayışındaysa, Jean-Paul Sartre, Fransa olmayı elbette ki sürdürecektir.
 

 

Jean-Paul Sartre Nobel Ödülü'nü nasıl reddetti?

Jean-Paul Sartre, 23 Ekim 1964'te Paris'te İsveçli gazetecilere yaptığı "Ödülü neden reddettim?" başlıklı açıklamada şunları söylüyor:

İşin skandala dönüşmesinden esef duyuyorum: ödülün açıklanmasından sonra onu reddediyorlar. Nedeni, buna hazırlığın yapılmasıyla ilgili daha önce beni bilgilendirmemeleridir. 15 Ekim'de Figaro Littéraire'nin Stockholm'den geçtiği haberde İsveç Akademisi'nin benim adaylığımı tercih etme eğiliminde olduğunu ancak son seçimin daha yapılmadığını okuduğumda Akademi'ye mektup yazmam durumunda -mektubu ertesi gün gönderdim- ben durumu bu konuya bir daha geri dönülmemek üzere değiştirebileceğimi düşündüm.

O vakit ben Nobel Ödülü'nün onu gelecekte kazanacak kişinin görüşüne bakılmaksızın verildiğini bilmiyordum ve bunu engelleyebileceğimi düşünüyordum. Ancak ben İsveç Akademisi'nin karar almasından sonra, artık ondan geri adım atamayacağını çok iyi biliyorum. Akademi'ye ünvanladığım mektupta ben ödülden feragat etmemin ne İsveç Akademisi ne de Nobel Ödülü ile bir alakasının olmadığını izah etmiştim. Bu mektupta ben iki çeşit neden hatırlatmıştım: kişisel ve objektif.
 

 

Kişisel nedenler

Ödülü reddetmem asla düşünülmüş bir hareket değildir çünkü, ben her zaman resmi şekilde fark oluşturma simgelerini geri çevirmişim. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, 1945 yılında bana Legion d'Honneur önerdiklerinde, hükümette de dostlarımın olmasına rağmen ben madalyayı geri çevirmiştim. Bir kısım dostumun önermesine rağmen ben Collège de France'ta konuşmayı da hiçbir zaman istemedim.

Bu pozisyonumun temelinde benim yazar emeğine ilişkin düşüncem yatıyor. Politik, sosyal veya kültürel alanda pozisyon almış bir yazar, sadece kendine mahsus araçların üzerinden hareket etmeli; basımdan çıkmış sözün yani. Verilme ihtimali bulunan farklılık simgeleri, yazarın okurlarını benim arzu edilemez bulduğum bir baskının altına sokuyor. Jean-Paul Sartre imzasıyla, Nobel Ödülü sahibi Jean-Paul Sartre imzası arasında fark vardır.

Bu şekilde farklı kılınmayı onaylayan yazar, aynı zamanda kendisini farklı kılmış cemiyeti veya kurumu da bununla ilintilendirmiş oluyor. Ancak Nobel Ödülü sahibi Jean-Paul Sartre, Venezuela direnişini savunmaya kalktığında, bununla kendisinin yanı sıra Nobel Ödülü kurumunu da işin içine çekiyor.

Bu örnekte olduğu gibi, hatta en onurlu şekillere dönüşse bile, yazar kendini bir kuruma dönüştürmemeli. Benim kişisel pozisyonumun artık bu ödülü alanların unvanına eleştiri niteliği taşımadığı açıktır. Tanıma şerefine eriştiğim birçok ödül sahibine saygı duyuyor ve hayranlığımı ifade ediyorum.


Objektif nedenler

Halihazırda kültür cephesindeki mümkün tek mücadele yolu, iki kültürün -Doğu ve Batı- barış ortamında yaşaması uğruna mücadeledir. Ben bununla kültürlerin kardeşleşmesi gerektiğini söylemek istemiyorum. Ben bu iki kültürün karşıdurmasının çatışmaya dönüşeceğinin kaçınılmaz olduğunu çok iyi anlıyorum. Ancak bu karşıdurmanın, kurumların müdahalesi olmadan insanlar ve kültürler arasında yaşanması gerekir.

Ben şahsen bu iki kültür arasındaki çelişkiyi derinden hissediyorum: ben kendim bu çelişkilerin ürünüyüm. Benim sempatim kaçınılmaz şekilde sosyalizm ve tabir caizse Doğu Bloku eğilimindedir. Ancak ben burjuva ailesinde doğdum ve terbiye aldım. Ve bu durum bana iki kültürün yaklaşmasını isteyen herkes ile işbirliği yapma fırsatı sağlıyor. Ancak doğal olarak ben 'en iyi'nin, yani sosyalizmin kazanacağına ümit besliyorum.

Onun için mevcut olmalarını çok iyi bilmeme rağmen ne Doğulu ne de Batılı yüksek kültür kurumlarından ödül almak istemiyorum. Tüm sempatimin sosyalizmin yanında olmasına rağmen ben, birileri aniden önerirse bile, örneğin, aynı şekilde Lenin Ödülü'nü de kabul etmeyebilirim.
 

 

Ben Nobel Ödülü'nün kendiliğinde Batı blokunun ödülü olmadığını iyi biliyorum; ancak, ödülü İsveç Akademisi'nin kontrolünden çıkacak olayların yaşanabileceği bir duruma getirmişler. İşte bundan dolayı günümüz ortamında Nobel Ödülü kendiliğinde Batılı yazarlar veya Doğu'nun "asileri" için öngörülen bir ödül anlamını taşımaktadır. Örneğin, Güney Amerika'nın muazzam şairlerinden biri Pablo Neruda'ya ödül verilmemiştir.

Bu ödülü tamamen hak etmesine rağmen Louis Aragon'un adaylığı hiçbir zaman ciddi biçimde tartışılmamıştır. Nobel Ödülü'nün Şolohov'a değil de Pasternak'a verilmesi ve ödülün verildiği tek Sovyet yapıtının yurtdışında yayınlanması ve yazarın kendi ülkesinde yasaklanması olgusu da esef doğuruyor.

Dengenin muadil ancak karşıt anlamlı bir jestle yeniden kurulması mümkün. Cezayir savaşı sırasında ben ve diğer yazarlar 121'ler Manifesto'sunu imzaladığımızda bu ödülü şükran duygularıyla kabul edebilirdim. Çünkü bu durumda yalnızca ben ödüle layık bulunmayacak, mücadelesini verdiğimiz özgürlük işi onurlandırılacaktı. Ancak bu olmadı ve savaşın bitmesinden sonra ödül bana verildi.


Özgürlük ve para

İsveç Akademisi kararının gerekçesinde ifade özgürlüğüne değiniliyor: bu sözün birçok anlamı vardır. Bana gelince; ben özgürlüğü daha somut planda anlıyorum- bir çift ayakkabıdan daha fazla hakka sahip ve iştahına uygun miktarda yemek. Ben ödülü reddetmeyi, onu kabul etmekten daha az tehlikeli buluyorum.

(Ödülü) kabul etmemi ben 'zararları objektif biçimde telafi etme' şeklindeki bir durum olarak ifade ederdim. Ben Figaro Littéraire'de 'tartışmalı politik geçmişimi boynuma suç yükleyemeyeceğini' okudum. Ben bu makalenin, Akademi'nin görüşünü ifade etmediğini biliyorum; ancak bu makale, bir kısım sağ çevrede onayımın nasıl yorumlanacağını açıkça ortaya koyuyor. Geçmişte yaptığım bir dizi hatayı kendi yoldaşlarımın ortamında kabul etmeye hazır olmama rağmen ben bu 'tartışmalı politik geçmiş' konusunun hala yürürlükte kaldığını düşünüyorum.
 

 

Bununla ben Nobel Ödülü'nün 'Burjuvazinin ödülü' olduğunu söylemek istemiyorum. Ancak benim iyi tanıdığım bir kısım çevrelerin bu biçimde bir 'burjuva yorumu' yapmasından kaçamayacaktım. Nihayet, para konusuna geliyorum: genel bir onura büyük miktarda para hesabını katan İsveç Akademisi, ödül sahibinin omuzlarına ağır bir yük koyuyor. Bu sorun bana azap veriyordu. Ya ödülü alıp verilen para miktarını, faaliyetleri önemli olan hareket ve kurumları destekleyecektim. Şahsım olarak ırkçılığa karşı Londra Komitesini düşünmüştüm. Veya genel ilkelerden dolayı ödülü reddederek ihtiyacı olan bu harekâttan destekten mahrum bırakmak.

Ancak ben bunun yalancı bir alternatif olduğunu düşünüyorum. Haliyle ben 250 bin franktan imtina ediyorum çünkü resmi biçimde ne Doğu ne de Batı blokuna perçinlenmek istiyorum. Ancak bunun yanı sıra 250 bin kron için sadece benim değil, yoldaşlarımın da paylaştığı ilkelerden vazgeçmem istenemez.

Tüm bunlar, hem ödüle layık görülmemi hem de reddetmekle yanıt vermek mecburiyetinde olduğum durumu benim için ağır hale getirmiştir. Ben bu açıklamayı İsveç kamuoyuna simpatilerimi ifade ederek sonlandırmak istiyorum.

Jean-Paul Sartre,
"Ödülü neden reddettim?"

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU