Fransız edebiyatının ve felsefesinin önemli isimlerinden Jean-Paul Sartre, Paris'te bulunan evi üvey babasından kendisine kalmıştı.
Rue Bonaparte'nin hemen karşısında bulunan küçük bir apartmanındaki 42 numaralı bu daire sol entelektüellerin uğrak mahfillerinden birisiydi.
Başını Sartre'nin çektiği birçok önemli dergi bu küçük dairede hayat bulmuştu.
Evin misafirleri arasında bulunan Simone de Beauvoir da burada bir süre ikamet etmişti.
Raymond Aron, Maurice Merleau-Ponty ve Albert Camus bu evi ziyaret edenler arasındaydı.
1962 yılında Sartre'nin bu evi bombalandı.
Aslında buna Sartre'nin kendisi dahil kimse şaşırmadı; çünkü olaydan günler önce Fransız milliyetçiler "Fransız Cezayir'i" sloganlarıyla bu evi neredeyse her dakika araba kornalarıyla rahatsız ediyordu.
Sartre'nin evinin neden bombalandığını anlamak için şeridi biraz daha geriye sarmamız gerekiyor.
Sartre: Hepimiz Katiliz!
İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransa, bölgedeki sömürgelerini bir bir yitirmeye başlamıştı.
1950'li yıllarda Cezayir'de bağımsızlık hareketleri baş göstermeye başladığında ise Fransız milliyetçileri biranda harekete geçerek Cezayir'in Fransızların vatan toprağı olduğu iddiasını ortaya attılar.
Sosyalist lider François Mitterand daha ileri giderek savaş çağrısında bulunacak ve "Cezayir Fransa demektir ve Fransa kendi memleketinde kendisinden başka bir otorite tanıyamaz" derken Başbakan Pierre Mendès, Fransız Meclisinde şu sözleri sarf ediyordu:
Cezayir vilayetleri Fransız Cumhuriyeti'nin bir parçasıdır. Uzun süredir Fransa'ya aittirler ve değiştirilemez bir şekilde öyle kalacaklardır. Onlarla anavatan Fransa arasında herhangi bir ayrılık düşünülemez.
Fransa açıkça Cezayirlileri uyarıyor ve girişecekleri herhangi bir teşebbüsü kanlı bir şekilde bastıracaklarını belirtiyordu.
Nihayet 1955'te patlak veren "Philippeville Olayı" ile milyonlarca Cezayirli'nin öldüğü süreç başlamıştı.
Sartre, bu savaş başladığı ilk andan itibaren hasbi bir entelektüel olarak Cezayirlilerin yanında yer aldı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Çoğu kimse ise Sartre'yi, Frantz Fanon'un "Yeryüzünün Lanetlileri" eserine yazdığı önsözle tanıyor, hakeza bu önsöz en azın kitabın kendisi kadar değerlidir.
Batı dünyasının o dönemde yaşayan belki de en büyük düşünürü olan Sartre, Fanon'un hakikatlerini beyaz adamın yüzüne nasıl çarptığını anlatacaktı.
Sartre, Fanon'un şiddetinin arka planını açıklarken en az onun kadar radikal tanımlamalarda bulunacaktı:
Bir Avrupalıyı öldürmek bir taşla iki kuş vurmak, tek bir atışla hem ezeni hem de ezileni yok etmektir: geriye bir ölü ve bir özgür insan kalır; hayatta kalan ilk kez ayaklarının altında bir ulusal toprak hisseder.
Sartre'nin bu tespiti milliyetçiliğin had safhada olduğu Fransız toplumunda adeta infial yaratmıştı.
Sartre kendisine yöneltilen eleştirilere ise çok daha sert bir cevap verecekti:
Şiddet karşıtlarının görüntüsü hoştur: ne kurban ne işkenceci… Oy verdiğiniz hükümet ve kardeşlerimizin hizmet ettiği ordu hiç duraksamadan ve vicdan azabı duymadan soykırım işlerken siz kurban değilseniz, o zaman kesinlikle işkencecisiniz… pasifliğiniz sizi ezenlerin safına koymaktan başka bir amaca hizmet etmez.
Yazar, sömürgecinin mutlak kötülüğü üzerinde sert eleştiriler yapmaktan da çekinmiyordu.
Kitabın ön sözüne yazdığı bazı notlar Fransızları çileden çıkartacak cinstendi.
Sartre satırlarına Batı'nın sömürgeleştirme sürecindeki asimilasyon politikalarını eleştirerek başlıyordu;
Avrupalı seçkinler yerlilerden seçkin bir tabaka yaratmaya kalkıştı. Gençler arasından ayıklayıp seçiyorlardı; alınlarına kızgın demirlerle Batı kültürünün iliklerini dağlıyorlardı. Ağızlarını seslerle, tumturaklı, parlak, içi boş sözcüklerle tıkadılar.
O, Fransızların ikiyüzlülüğünü ve tepkisini köleleri olarak gördükleri sömürge halklarının iradesi karşısında yaşadıkları öfke ile açıklıyordu:
Ne! Kendi başlarına konuşmaya mı başladılar? Kendi ellerimizle neler yaratmışız bir bakın!
Sarte, Fransız kamuoyunun olayları şiddetle bastırılması teklifini şu sözlerle değerlendirecekti:
Sömürgenin tek çaresi var: şiddet. Yerlinin ise tek bir seçeneği var: ya kölelik ya da egemenlik. Siz bu kitabı okusanız okumasanız Fanon'a ne? Bu kitap onun kardeşleri için; Fanon bizim köleleşmiş hilelerimizi açığa çıkarıyor, yedekte başka hilelerimiz kalmadığına da emin.
Onun bu hassas mesele ila alakalı yazdığı bir eser daha vardı: "Hepimiz Katiliz!"
Sartre, Cezayir'in vatan toprağı olduğu iddiasıyla başkan ve hatta cumhurbaşkanlarının devrildiği askeri darbe teşebbüslerinin gerçekleştiği bir Fransız kamuoyunda evvela sert bir sömürgeci tanımlaması yapar ve tüm meseleyi birkaç iyileştirmeyle çözeceğini düşünen yaklaşımı şu sözlerle istihza edecekti:
Sizi 'yeni sömürgecilik aldatmacası' denilebilecek şeye karşı uyarmak isterim. Yeni sömürgeciler, iyi sömürgecilerin ve çok kötü sömürgecilerin var olduğunu düşünürler. Kötü sömürgecilerin işlediği suçlar nedeniyle sömürgelerin durumu kötüleşmiştir.
Aldatmaca şurada yatmaktadır: sizi alır Cezayir'de gezdirirler, halkın içinde bulunduğu korkunç sefaleti gönüllü olarak gösterirler, kötü sömürgecilerin Müslümanları nasıl aşağıladıklarını anlatır ve eklerler:'Ve bu nedenle en iyi Cezayirliler silaha sarıldılar artık dayanamıyorlardı.'
Eğer beceriyle düzenlendiyse şu inançla geri dönersiniz:
- Cezayir sorunu, ilk planda ekonomik bir sorundur. Söz konusu olan iyi düşünülmüş reformlarla dokuz milyon insana ekmek verebilmektir.
- Cezayir sorunu, ikinci planda, sosyal bir sorundur: doktor ve ilaç sayısı arttırılmalıdır.
- Cezayir sorunu, nihayet psikolojik bir sorundur: Kötü muamele gören, kötü beslenen, okuma yazma bilmeyen Cezayirli, efendilerine karşı aşağılık kompleksi duymaktadır. Eğer bu üç faktöre etkide bulunulursa, bu kompleksi hafifletmek olanaklıdır: Yeterli yiyeceğe ve işe sahip olur, okuma yazma öğrenirse, alt -insan olmaktan utanmak zorunda kalmayacak ve bizler de eski Fransız – Arap kardeşliğine yeniden kavuşacağız
İyi sömürgecilerin, bir de diğerlerinin, yani kötü sömürgecilerin olduğu doğru değildir. Sadece sömürgeciler vardır, hepsi bu. Eğer bunu kavrarsak, Cezayirlilerin bu ekonomik sosyal ve politik sisteme karşı neden önce politik mücadeleye başladıklarını ve gerek onların kurtuluşunun gerekse de Fransa'nın kurtuluşunun neden sadece sömürgeciliğin yıkılmasından doğabileceğini anlarız.
Ve nihayet Sartre öldürücü darbeyi vurur. Fransızların üstün kültürlerinin sömürülen Cezayirlilere bir lütuf olduğu inancına tereddüt etmeden saldırır.
Fransızlar kendilerini aydınlık, bağımsızlık mücadelesi verenleri karanlık olarak gösteren Fransız radikallerine en çıplak hakikatleri bağıra çağıra haykırır.
Fransızların Cezayirlilerin diline kadar en mahrem hudutlarını pervasızca çiğnediğini ifade eder:
Şanlı kültürümüze gelince Cezayirlilerin bu kültürü edinmek için öz el bir istekte bulunup bulunmadıklarını biliyor musunuz? Kesin olan, bizim bu kültürü onlara dayatmış olmamızdır.
19'uncu yüzyıl başlarına kadar yürürlükte olan bir yasayla, zenci kölelere okuma yazma öğretmeyi ceza tehdidiyle yasaklayan bir yasaya sahip ABD'n in Güney Devletleri gibi utanmazca davrandığımızı söylemek istiyorum. Fakat son tahlilde 'İslami kardeşlerimiz' i okuma yazma bilmeyen bir halk haline getirmeyi yine de başardık.
Bugün hala Cezayir'de okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 80'dir. Eğer onlara sadece bizim dilimizi kullanmayı yasaklasaydık mazur gösterilebilirdi. Fakat sömürgeleştirilen halkın tarihi öğrenmesini engellemek, sömürge sisteminde içkindir; Avrupa'da ulusal talepler dil birliğine dayandığı için Müslümanların kendi dillerini konuşmaları engellenmişti.
1830'dan beri Cezayir'de Arapça yabancı dil olarak görülmektedir. Arapça hala konuşuluyor ama daha çok gizli bir yazı dili olarak. Hepsi bu: Arapların birleşmesini engellemek için Fransız yönetimi dillerine el koymuştur.
Sarte, bugün Gazze'deki olaylarda da vazıh bir şekilde görebildiğimiz "Batı iki yüzlülüğünü" şu satırlarla kaleme alır:
İşkence edilen bir çocuğun çığlıklarını, dehşete kapılmadan dinleyebilecek kadar derin saplanmadık batağa. Bu çığlıklar bir kez, sadece bir kez ulaşabilseydi kulağımıza, her şey ne kadar da kolaylaşır, her şey ne kadar çabuk yoluna girerdi.
Oysa bize iyilik yapıp bu çığlıkları boğuyorlar. Bizi yozlaştıran küstahlık değil, nefret değil; hayır bizi içinde tutulduğumuz yapay bilgisizlik yozlaştırıyor. Yöneticilerimiz, huzurumuzun bozulmaması için, bize karşı özenlerini, düşünce açıklama özgürlüğünün altını oymaya kadar götürüyorlar: gerçek gizleniyor, ya da bulandırılıyor.
'Fellahlar' bir Avrupalıyı katlettiklerinde, büyük gazeteler bizi, hiçbir şeyden parçalanmamış cesetleri görmekten bile, esirgemezler. Fakat bir Arap hukukçu, kendisine işkence eden Fransızlar karşısında intihar etmekten başka çare bulamadığında ise bu olayı bize, duygularımızı incitmemek için, üç satırla yansıtırlar.
Sartre, zor zamanlarda hakikati konuşmayı başarabilmiş namuslu bir aydındı.
Elbette namuslu yaşamanın bir bedeli vardı.
Evi bombalandı, vatan hainliği ile suçlandı ve türlü hakaretlere maruz kaldı.
Şimdi başlıktaki soruyu tekrar soralım "Sahi Sartre'nin evi neden bombalandı?"
Ancak şunu belirtmek gerekir ki o dönemdeki toplumsal infial ve Fransız milliyetçiliği karşısında Sartre'nin takındığı duruş göz önüne alındığında o evin bombalanmamış olması tuhaf olurdu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish