Fethullah Gülen'in ölümünün ardından, örgütün geleceği konusu tekrar tartışma konusu olmaya başladı.
Bilindiği gibi bu örgüt ya da yapı, Temmuz 2016'da bir darbe girişiminde bulunmuş, bu girişim başarısızlıkla sonuçlanınca üyelerinin tutuklanması, elindeki devasa servete el konulması ve yurt dışına kaçmalar ile beraber çok ciddi bir hezimet yaşadı.
Sıradan bir dini cemaat yapısının ötesine geçerek devlet aygıtlarını bütünüyle ele geçirmeye çalışan, ABD gibi devletlerle sıkı ilişkiler geliştirmiş bu yapı, günümüzde terör örgütü kapsamında olup FETÖ olarak tanımlanıyor.
Darbe girişiminden bu yana "Acaba bu yapı tekrar Türkiye'de güç kazanır mı?" sorusu sürekli gündeme geliyor.
Siyasal bir hareketin ne kadar güçlü olduğunu, yeniden toparlanma şansının olup olmadığını anlayabilmek için söz konusu hareketin hangi söylemlerle kendisini ifade ettiğine ve topluma ulaşmak için hangi yollara baş vurduğuna bakmak gerekir.
Örneğin Marksist hareketler; yoksullara, ezilen toplumsal kesimlere, baldırı çıplaklara hitap ediyordu.
Bütün insanlık tarihini ezen ve ezilen çelişkisi üzerinden tanımlıyor ve bu çelişkiyi ortadan kaldıracak bir sistemin olduğu iddiasındaydı.
Tabi bu basit bir söylemden ibaret değildi, bu söylemin arkasında derinlikli entelektüel bir birikim vardı.
Özellikle 1980 öncesinde bu söylem, küresel düzeyde etkiler oluşturdu.
Dünyanın bazı yerlerinde devrimlerle sonuçlandı.
Örneğin bu düşüncelerden ilhamını alan sosyalistler, Lenin'in önderliğinde Rusya'da, Mao'nun liderliğinde Çin'de, Fidel Castro ile Küba'da devrimler gerçekleştirdiler.
Hakeza Ayetullah Humeyni, Şah Rıza Pehlevi'nin kötü yönetiminin sosyal ve siyasal sorunlarını İslami bir söyleme dönüştürerek, sürgünde olmasına rağmen, düşünceleri ile İran'da bir halk hareketi başlattı.
Bir söz ile on binleri sokağa çekebilen Humeyni, bir süre sonra İran'da İslami bir devrim gerçekleştirdi.
İran devriminin öncülerinden biri olan Ali Şeriati'nin sosyalizmin kavramlarını kullanarak geliştirdiği dini düşünce, özellikle üniversite gençliği üzerinde -sadece İran'da değil- büyük etkiler bıraktı.
Yukarıda değindiğimiz şahsiyetlerin tümünün kitlelerin önüne koyduğu ve kitleleri etkileyebilecek bir düşünceleri vardı.
Ancak Gülen, yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu gibi, düşünceleri ile toplumda etki yaratabilmiş biri değil.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Örneğin bütün siyasal hareketlerin liderlerinin, fikir öncülerinin insanın aklında iz bırakan aforizmaları ve tespitleri olur.
Peki, Fethullah Gülen denilince zihnimizi harekete geçiren, kendisine ait akla gelen tek bir söz, düşünce, tespit var mı?
Osmanlıca kelimelerin yoğun kullanıldığı, toplumun dilinden kopuk bu yapının yayın organı olan "Sızıntı" dergisini kaç kişi okuyordu; kaç kişi anlayabiliyordu ve kaç kişi bu dergideki bilgilerden etkilendi?
Bu etkilenmeyi birkaç kişi özelinde değil, kitleleri etkilemesi bağlamında düşünmek gerekir.
Rica-minnet insanların abone yaptırıldığı ya da o çevreye yakın kişilerin sırf örgüte katkı olsun diye aldıkları bir yayın organı olmanın ötesine geçemedi.
Gülen'in entelektüel yeteneği;
Birincisi, bazı dini düşünceleri Osmanlıca sözcük ağırlıklı ağdalı bir dil ile ifade etmesi,
İkincisi de, birtakım dini menkıbe ve kıssaları belli bir üslup içinde kurgulaması ve bunları müezzinlikten gelen hitabeti ile çarpıcı bir şekilde aktarmasından ibaretti.
Bu tür anlatımlar belli sayıda kişileri etkileyebilir ama bu anlatımlardan kesinlikle bir halk hareketi doğmaz.
Çünkü kitleleri arkasına sürükleyen bütün halk hareketlerinin ortak özelliği; toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal sorunlarına çözüm olacak bir hikayeyi toplumun önüne koymasıdır.
Gülen'in böyle bir hikâyesi yoktu.
Gülen de düşüncelerinin kitlelere mal olamayacağının bilincinde olsa gerek kurumlara sızarak devlet bürokrasisi üzerinden güç devşirmeye çalışmaktaydı
Madem öyle o zaman bu yapı nasıl oldu da darbe yapabilecek kadar güçlü bir harekete dönüşebildi?
Bir kere, bu yapı gücünü sayısal çoğunluğu ifade eden halk desteğinden değil de ellerindeki imkanlarla etki yaratan özgül ağırlığından almaktaydı.
Yıllarca Türkiye'de devletin bütün imkanlarına sahip bu yapı, eğer ciddi halk desteğine sahip olsaydı bu desteğin etkisi seçim sonuçlarında kendini gösterirdi.
Gülen örgütü üç kaynaktan beslenerek dünden bu güne güçlü bir örgüte dönüşebildi.
Bunlar;
Birincisi; mekan,
İkincisi, makam,
Üçüncüsü de, sermayedir.
Bu çevre, Anadolu'nun özellikle dar gelirli aile çocuklarını cemaat evleri denilen "mekan"larda belli yöntemler ile devşirerek kendisine bağlıyordu.
Bunu da arkasına aldığı "sermaye" ve devlet gücü ile yaptı.
Demirel'den başlamak üzere neredeyse bütün iktidarlar bu yapıya devletin birçok imkanını sundular.
Öyle ki üniversite öğrencileri bu evlere yönelsinler diye devlet yurtları açılmıyordu.
"Makam"ı da 2 yönlü kullanıyordu:
Bir yandan devlet kurumlarına sızarak devletin bürokratik olanaklarını kendi çevresinin hizmetine sunmaya çalışıyordu; diğer yandan da evlerde yetiştirdiği kişilere iş ve mevki vadediyordu.
Dolayısıyla elinde bulundurduğu "sermaye" ile evlerde (mekan) devşirdiği gençlere aynı zamanda "makam" ve iş olanakları sunarak gençleri tam bir çıkar birlikteliği içinde ortak bir kimliğin etrafında sosyalleştiriyordu.
Yani bu yapı, diğer ideolojik gruplar gibi düşünceleri ile toplumu etkileyen bir hareket olmaktan ziyade "mekan", "makam" ve "sermaye" üçlüsü üzerinden oluşturduğu bir organizasyon ile güç devşiriyordu.
Gülen örgütü elbette ki varlığını sürdürecektir. Ancak bu üç kaynağı elinden alınmış bu yapının topluma mâl olacak bir harekete dönüşebilmesinin şansı yoktur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish