Kuzey-Doğu Hindistan'ı anlamak (Gelişme 2): Bölünme tarihi üzerine düşünceler (3)

Dr. Duygu Çağla Bayram Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Wikimedia Commons

1947'de Hindistan'da iktidar devrinin arifesinde, Komisyona başkanlık eden avukat Sir Cyril Radcliffe tarafından Hindistan ile Doğu Pakistan arasındaki sınırı belirleyen Bengal Sınır Komisyon Kararı ile aslında gerçekleşmiş olan şey, Kuzey-Doğu'nun 1 değil 2 bölünmenin etkisine maruz kalmış olmasıdır.

Birincisi, Burma'nın 1937'de İngiliz Hindistanı'ndan ayrılmasıydı ki bu, Nagaları, Mizoları, Manipurluları ve Arunachal Pradesh kabilelerini iki bağımsız yönetim arasında böldü, akrabalık ilişkilerini ve ticaret bağlantılarını tahrip etti;

İkincisi ise, 1947'de Radcliffe Hattı'nda son halini alan Bengal ve Assam'ın bölünmesiydi...

Yani aslında Kuzeydoğu Hindistan iki Bölünme yaşadı: Birincisi 1937'de Burma'nın ayrılması ve ikincisi 1947'de Bengal ve Assam'ın bölünmesiydi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

1937'de Hindistan ve Burma'nın ayrılması pek çok kabile topluluklarını zaten bölmüşken,

1947'de Bengal ve Assam'ın bölünmesi de bu bölgedeki yalnızca Hinduları ve Müslümanları dini ve etnik hatlar üzerinden bölmekle kalmadı,

Aynı zamanda daha küçük etnik toplulukları da böldü.

-Yaşadığı iki bölünmeye ek olarak- bu bölünmenin aynı zamanda 18'inci yüzyılın başlarında başlayan bir sürecin son hali olduğunu yeniden vurgulayalım...

Bugünkü Kuzeydoğu Hindistan bağlamında 1826'da Brahmaputra Vadisi'nde yönetici olarak İngiliz Doğu Hindistan yönetiminin gelmesinin "hem tepelerde hem de ovalarda" olmak üzere bölgede bir dizi kartografik manevrayı ve harita yapımını hızlandırdığını da yeniden vurgulamak yerinde olacaktır.

Ve 20'nci yüzyılda bölgenin Hindistan ile Tibet ve Burma ile Doğu Pakistan arasındaki uluslararası sınırların şeklini alacak şekilde sürekli bir dönüşüm geçirdiğini de yeniden anımsatalım.

Bu arada Burma'nın Hindistan'dan ayrılması, İngiliz Hindistan’ının ilk Bölünmesi'nin -1947 bölünmesinin- öncülü veya habercisi olarak görülebilir.

Ancak Burma'nın Hindistan'a yalnızca İngiliz yönetimi altında girdiğini ve yalnızca idari olarak İngiliz Hindistanı'nın bir parçası olduğunu, hiçbir zaman İngiliz öncesi bir Hint imparatorluğunun parçası olmadığını belirtmek de yerinde olacaktır.

Evet, bir bakıma tarihi anlamda Hint küresinin bir parçasıydı ama siyasi olarak tarihi dönemlerde Burma hiçbir zaman İngiliz öncesi bir Hint imparatorluğunun parçası olmadı, yalnızca emperyal İngiliz Hindistan’ının bir parçası olarak Hindistan'ın bir parçası oldu ki bu, İngilizlerin idari bir düzenlemesiydi.

Doğrusu Hindistan ve Burma'nın bu entegrasyonu, sınır ötesi Naga, Chin, Zo, Kachin, Karen, Shan, Lahu ve Rohingya halkları için büyük bir nimetti; etkili bir şekilde yaşam alanlarının resmi ve politik entegrasyonuydu
veya başka anlatımla Güney Asya ve Güneydoğu Asya'nın buluşma noktası olan sınır bölgesi sayısız kabile ve etnik topluluğun bölünmemiş yaşam alanıydı.

Ki bu yaşam alanı bu büyük devletlerin hiçbiri tarafından kontrol edilmiyordu.

Ve zaten bunlar Çin, Hindistan, Burma veya Tayland gibi büyük devletlerin kontrolünden kaçan toplulukların yaşam alanıydı.

Ancak bu, onların "vatansız" insanlar olduğu anlamına gelmiyordu, şeflikler biçiminde kendi devletlerini geliştirmişlerdi.

İngilizler Kuzeydoğu Hindistan ve Burma'yı fethettiğinde dahi bu sınırların büyük kısımları sömürgecilerin erişiminin dışında kalmıştı

Ki bu bölgelere ulaşmanın imkansızlığını ve onları kontrol etmeye çalışmanın boşuna olduğunu fark eden İngilizler, "yönetilmeyen bölgeler" kavramını ortaya atmışlardı.

Ve dolayısıyla bu sınırın büyük kısımları Hindistan veya Burma'nın herhangi bir modern devleti tarafından yönetilmeden kalmış, yani kabileler, akraba grupları arasında kendi geleneklerine, politikalarına ve ekonomik sistemlerine göre yaşamakta özgürdüler.

Modern bir devletin bu sınıra müdahalesini hissettirdiği tek zaman bölünmeydi:

Burma'nın Hindistan'dan ayrılması ve yapay bir sınır oluşturulması aslında yaşam alanlarını böldü, kültürel ve ekonomik alışverişlerini engelledi, siyasi yaşamlarını bozdu ve aslında aileleri ve akrabaları böldü.

Başlangıçta kabile bu ayrılığın etkisini fark etmedi çünkü eyaletler bölünmeyi gerçekten uygulama ve ülkeleri bölen bir sınır çizme konusunda yavaştı

Ancak kısa süre sonra "yönetilmeyen alanlar" ilgili ülkelerin sınır güvenlik güçleri tarafından denetlenmeye başlandı, gümrük vergisi uygulandı ve normal ticaretler yasadışı ve sınırötesi olarak tanımlandı; evler, aileler ve akraba grupları ülkeler arasında bölününce göç durdu, satış noktaları küçüldü ve akrabaların birliği bozuldu.

Ki bu duygusal çalkantılara yol açtı ve geleneksel birliği ve hatta evlilik bağlarını dahi kopardı. 

Sınır tarafından ayrılmış olmaları nedeni ile zarar gören akrabalıklar ve aile üyeleri arasındaki iletişim... ailelerin giderek parçalanması...

Her iki ülkedeki mevcut düzenleme, insanların vize formalitesi olmadan ve yalnızca bir izin ile 16 mil mesafeye kadar aileleri ziyaret etmelerine izin veriyor ancak çoğu bundan haberdar olmadıkları için bundan yararlanmıyor ve genellikle yasadışı seyahat ediyorlar ve sınır muhafızları tarafından yasadışı izinsiz girme nedeni ile yakalanıp hapse atılabiliyorlar.

Kabile köyleri de bölünme nedeni ile işgücü sıkıntısı yaşıyor ve bunlar çoğunlukla tarım alanlarının taşınması ile büyük işgücü gerektiren çiftçiler noktasında ortaya çıkıyor ancak bölünme insanları ve mekanı o kadar böldü ki hareketlilik kısıtlandığı için hem işgücü kıtlaştı hem de tarım alanları.

Her iki ülkede de uzak bölgelerde yer almaları nedeni ile ilgili hükümetlerin de bunların gelişimine pek dikkat etmediği söyleniyor; kaynak kıtlığı ve suya, toprağa, pazara ve okullar, tıbbi tesisler ve elektrik gibi modern tesislere sınırlı erişim...
 


Daha da tuhaf olanı, bölünme etkisi ile kabilelerin bütünlüğü bozulunca, mesafeleri nedeni ile aynı kabilelerin kimlikleri için farklı isimler kullanması durumu ortaya çıkmış ve bu da kendileri ve kimlikleri hakkında karmaşık bir durum ortaya çıkarmış.

Ki hatta bazıları, Hindistan tarafındaki kabilelerin nispeten daha fazla gelişme deneyimlemesi nedeni ile Hindistan tarafındaki muadillerinin kendilerine hükmetmeye çalıştığını düşünmeye başlamış.

Örneğin Hindistan'a karşı yarım yüzyıldır ayrılıkçı bir savaş veren Nagalar bu savaşta Myanmar'da kalan Naga akrabalarından her zaman söz ederken Hindistan ile Kuzeydoğu Hindistan'ın farklı bölgelerine dağılmış tüm Nagaları tek bir siyasi birimde birleştirme olasılığı hakkında müzakere sürecinde Myanmar'da yaşayan Nagalar meselesinin artık gündemde olmadığı görülüyor ki aslında Myanmar'daki Nagalar oradaki askeri rejim altında baskıya maruz kalıyor ve Hindistan'daki etnik muadillerinin desteğine ihtiyaç duyuyorlar.

Ancak Myanmarlı Nagaları politik gündemlerine dahil etmenin boşuna olacağını fark eden en üst düzey Naga örgütü Nagaland Ulusal Sosyalist Konseyi (IM) onları kendi kaderlerine bırakmaya karar vermiş gibi görünüyor.

Ki aslında artık Nagaların tek bir Naga devlet hareketi altında birleşmesi zayıflamış durumda ve her iki Naga grubu da kendi ülkelerinde ayrı savaşlar veriyor.

Örneğin Mizolar 1970'lerde Hindistan, Bangladeş ve Myanmar'daki farklı bölgelere dağılmış tüm Mizo halkını tek bir devlette birleştirme ve bütünleştirme amacı ile bir Zo Yeniden Birleşme Hareketi başlattı,
hareket tüm Mizolardan anında destek kazandı ki Myanmarlı Mizolar Hindistan'da bir Amerikalı kadar yabancı olsalar da Hindistan'ın Mizoram devletine geçmelerine ve yerleşmelerine izin verildi ve bu yasadışıydı ancak Hint Mizolarının empatisi ve Mizoram hükümetinin resmi olmayan desteği yerleşimin devam etmesini sağladı ne resmi olarak bildirildi ne de yasadışı ilan edildi.

Ancak Mizoram'a 1987'de ayrı bir Birlik devleti statüsü verilince bu, Myanmarlı Mizoların Hint Mizoram'a durmayan göçü hakkında hoşnutsuzluğu başlattı ve bu, toprak kaynaklarının kıtlığı, istihdam fırsatlarının daralması, suç faaliyetlerinde artış, uyuşturucu ve hafif silah ticaretinin artması, HIV ve AIDS'in yayılması ve Mizoram'da "ulus karşıtı hareketlerin yoğunlaşması" korkularına yol açtığı için azalmayan "sızmalarına" yönelik bazı düzenlemelerin başlatılması gündeme geldi ve 1990'larda bu hoşnutsuzluk hat safhaya ulaştı.

Myanmarlı Mizolar 1970'lerden itibaren gözenekli sınırdan Mizoram'a "sızdı" ki Myanmarlılar genellikle yoksulluk içinde, eğitimsiz ve çoğunluk Myanmarlı ve hükümet tarafından baskı kurbanıydı ve hizmetçi, ücretli işçi, küçük çaplı satıcı, dükkan sahibi ve kaçak mal ve eşya kaçakçısı olarak çalışmak için Hindistan'a göç etmeye başlamışlardı.

Buna karşılık, eğitim faaliyetlerindeki ilerlemeleri (Mizolar Hindistan'daki en yüksek okuryazarlık oranlarından birine sahip) ve Devlet Tercihli Politikası nedeni ile Hindistan Mizoları nispeten iyi durumda Kİ Dolayısıyla Myanmarlı Mizoların burada sayıları artmaya ve sosyo-ekonomik alanda görünür olmaya başlayınca, varlıkları tartışılmaya başlandı, ucuz işgücünün gasp edilmesine ve sömürülmesine karşın yasadışı göç, toprak gaspı, evlilikler, kültür kirliliği, uyuşturucu ve hafif silah ithalatı ve Mizo toplumunun suçlulaştırılması nedeni ile hedef alınmaya başlandılar. 

Yani aslında durum, Burma'nın Hindistan'dan ayrılması ve Hindistan'ın Bölünme süreci bu iki ülkede yaşayan Mizoları ayırarak ve dolayısıyla topluluklar arasındaki akrabalık bağlarını kalıcı olarak zedeleyerek onların iki düşman topluluğa bölünmesi durumu...

Ve bu durum aslında "tüm bölünme süreci" ile tüm Kuzeydoğu Hindistan'da (hatta tüm Hindistan'da dahi...) yaygın bir durum...

Aidiyet ve aidiyetsizlik ...

Ait olma veya ait olmama duygusu ...

İçeridekiler - dışarıdakiler ...

Yerliler - yabancılar - göçmenler veya yerleşimciler...

Bu ayrım, Bengal'de "ghoti" (Batı Bengalliler) ve "bangal" (Doğu Pakistan veya Bangladeş'ten gelen Bengalliler) sözcüklerinden hissediliyor.

Ve Kuzeydoğu Hindistan'daki "yabancıları" ifade eden uzunca bir sözcük listesi ...

Assam'da "bahirormanuh, bidekhi veya deshwali", Mizoram'da "vai" ve Meghalaya'nın Khasi tepelerinde "dkhar" ...

Ve daha benim dahi bilmediğim pek çok sözcük...

"Mayang veya dkhar" (kabile dışı yabancı) olarak tanımlanmak, "chinki veya momo" (görünür Doğu özelliklerine sahip insanlar için aşağılayıcı terimler) olarak tanımlanmaktan daha mı iyi yoksa daha mı kötü?

Böylesine karmaşık ve "akışkan" bir coğrafyada kişi -kimin toprakları, kimin hakları, kimin evleri ve kimin yaşamları tehlikede gibi sorulara kolay yanıtlar olmadığı için- o korkunç ahlaki belirsizlik noktasında kalıyor...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU