Batı'dan notlar (I): L'Éloge de rien: "Hiç"e Övgü; "hiç kimseye" adanmış bir risale

Ahmet Mansur Tural Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

"Hiç"e konuşulur mu hiç?

Dilin tüm akıcılığı ve mantığı içerisinde hiçbir şey söylenmeksizin, hiçbir anlam ifade edilmeksizin kelimeler bir yığın hâlinde söze dökülebilir mi?

Gevezelik alıp başını bütünüyle var edebilir mi dili?

Sosyal mecracılar her gün, her saniye aynı anlamsız söz yığınlarıyla ekranlarımızı doldurmuyorlar mı?

Sözde öykü yazarlarımız, tenekeden şairlerimiz, havadan sudan aydınlarımız her an dergilerimizde, gazetelerimizde, kitaplarımızda yaptıkları gevezeliklerle ağaç kıyımı gerçekleştirmiyorlar mı?

Akademilerimizde binlerce dişe dokunmaz makale basmadık mı?

Tüm bir toplum bu can sıkıcı gevezeliğin küstahlığına kapılıp birbirine sürekli ahkam kesmiyor mu?

Hiçbir şey demeyen birçok şey demiyor muyuz?

Paradoksal bir biçimde dili dille yok etmiyor muyuz?

İşte bu paradoksal Gutenberg Galaksisi'nin bir köşesinde ismini saklamayı tercih eden bir yazarın (Louis Coquelet) "Hiç'e Övgü" (Eloge de rien) adlı eseri, incelikli ironisi ve sahici cüretkarlığıyla ışıldıyor.

Her ne kadar 1730'da Paris'te yayımlanmış bu eser, ilk bakışta amatörce bir üslup cambazlığı, sağda solda karşılaşılan övgülerin entelektüel bir parodisi olarak gözükse de metnin sesiyle haşır neşir oldukça tüm bu dil oyunlarının arkasında varoluşun saçmalığı ve söylemin sınırları üzerine derinlikli bir tefekkürün yattığı gerçeğiyle yüzleşiyoruz.

Üstelik yazarı, hiç'liği tümüyle bedenleştiren bir isim. Yalnızca ismini saklamasıyla değil, tabi ki. İsmini saklamasının ardında yatan tercihlerle de "Hiç'e Övgü"yü tamama erdiriyor.

17'nci yüzyılın son çeyreğinde (1676) dünyaya gelen Louis Coquelet, almanak yazarak başladı yazarlığa.

Yani yazarlığı daha en başından beri tarihte neyin önemli, neyin değersiz bir hiç olduğunu bilmek, hatta buna karar vermek üzerine kuruluydu.

İronik bir biçimde hiç kimseye adanmış bu eserine de kendi ismini koymaması, aslında tarih sahnesinde ne bu kitabının ne de kendisinin pek fazla dikkat çekmeyeceğini sezmiş olabileceğine yorulabilir.

Bir başka deyişle, bir almanak yazarı perspektifinden hiç'e vurgusunu pekiştirircesine kendisini hiç kimseye, kitabını da hiçe indirgiyor.

Ancak bunu yaparken kendisine has bir burlesk ton kuruyor. Hatta bu tonu "Hiç'e Övgü"nün devamı niteliğindeki "Herhangi'ye Övgü"de de (L'Éloge de quelque chose) devam ettirerek ironideki ustalığını ortaya koyuyor; hem "hiç"i hem "herhangi"yi bir kılıyor.

Böylece de ironideki bu ustalığını gizleyerek tarihte kendini silikleştiriyor, hem hiçleştiriyor hem herhangileştiriyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İşte Louis Coquelet, bu kısacık metinde "hiçlik" üzerine dehşetli bir nutuk atıyor.

Ne mahiyeti, ne değeri ne de varlığı olan şeyleri överek methiyenin geleneksel mantığını bozuyor.

Dünyayı isimlendiren ve anlamlandıran söz, Coquelet'in elinde dili parçalarına ayırıyor.

Coquelet, hiçbir şey hakkında tümüyle anlamlı konuşamayacağımızı gösteriyor.

Böylelikle de sözlerimizin büyük bir bölümünün her ne kadar anlamlı gözükse de gevezelikten öteye gidemeyeceğini gözler önüne seriyor.

Bu ironisi, Sokrates'in antik sofizmi nasıl ifşa ettiğini hatırlatırken, Martin Heidegger, Ludwig Wittgenstein ve Jacques Derrida başta olmak üzere birçok 20'nci yüzyıl filozofunun dilin doğasına karşı yönelttiği eleştirileri de muştuluyor.

"Hiç", Coquelet'in kaleminde hem toplumsal hem entelektüel bir eleştirinin merkez noktası olarak kendini sunuyor.

Zamansız bir eleştiriyle "Hiç'e Övgü", halkın gevezeliğinden dem vursa da asıl eleştirisini entelektüellerin konuşmalarının koftiliğini açığa vurarak yapıyor.

Böylelikle methiye geleneğinin basit bir parodisi olmaktan çıkıp derinlikli görünen sözlerin anlamsızlığına dikkat çekiyor.

Ancak bununla da kalmıyor Coquelet'in eseri. Sağdan soldan devşirdiği fikirlerle söylemin doğasına saldırmak yerine ironisini Eski Ahit'in Vaiz kitabında geçen "her şeyin beyhude" olduğu fikriyle örüyor.

İnsanların işlerini, ister bilimsel ister politik olsun, bir hiçliğe indirgiyor. Metin boyunca yazar, her şeyin bir süre sonra yok olup gideceği, bir hiçliğe dönüşeceği gerçeğine vurgu yapıyor.

Hatta daha da ilerleyerek Coquelet, nihilizmle bir flörte tutuşuyor adeta. Dilin ve gerçeğin beyhudeliğine bu derece vurgu yaparak, sanki onların anlamlarını yok etmeye kalkışıyor.

Oysaki ironisi Coquelet'i nihilizme düşmekten kurtarıyor. Aynı yıl yayınladığı "Herhangi'ye Övgü", onun anlamı yıkmayı değil, sadece anlamı askıya almayı amaçladığını gözler önüne seriyor.

Böylelikle "Hiç'e Övgü"de beyhudelikte anlam arayanlarla dalga geçerken, aslında biçimde takılı kalıp "şey"in kendisini unutanlarla alay ettiğini sezdiriyor.

Bu bakımdan "Hiç'e Övgü", hafif alaylı ironisinin ardında insanlık durumunda ve insanın anlam arayışında dilin rolünü sorgulayarak sözün anlamın ta kendisi olduğunu hatırlatıyor.

İlk bakışta abes görünen bu risale, dil felsefesine, teolojiye ve toplumsal eleştiriye değinen düşüncelerin tohumlarını saçıyor zihne.

Bu parodisiyle methiye geleneğini yıkarken bizleri söylemin doğası ve ona bağlı olarak beşeri eserlerin hiçliği üzerine düşünmeye davet ediyor. İnsanın dilsel kibri karşısında alaylı bir kahkaha savuruyor Coquelet.

"Hiç'e Övgü", kısacıklığının yanı sıra kendiyle de dalga geçmeyi biliyor. Ama diğer methiyelerden farkı, sözü fazla uzatmıyor!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU