Her birimiz elbet karşılaşmışızdır. Hacdan gelen büyüklerimiz, ezan okuyan saatler getirirlerdi eskiden.
Bir karış büyüklüğünde olan bu saatlerin çarkı, yelkovanın ağır ağır akrebin minaresine tırmanmasıyla başlardı kıyama.
Yelkovan ezanın sesinin kesilmesiyle hafifçe alçalır, rükûya dururdu. Ve kapanırdı secdeye.
Saniyeler dualar boyunca yelkovanın dudaklarına sürünür, hafifçe bir mırıltı çıkartırdı temasından. Böylece anlardık duanın bittiğini.
Onlarca yıldır ustaca kurulmuş bu saatler hiçbir vakti kaçırmaz, her an namaz kılarlardı; pilleri vefa ettikçe…
Bir çocuğun ezan okuyan saat karşısındaki bu sanrısı her ne kadar ilk bakışta hayal gücünün bir ürünü olarak görünse de aslında hayalin ötesinde ciddi teoteknolojik ve ontolojik sorulara gebe bir mevzudur.
Hele ki yapay zekanın "Turing Testi"ni başarıyla geçtiği günümüzde bu düş, bir çocuğun herhangi bir makine karşısındaki şaşkınlığının yarattığı zihnî bir illüzyon olmaktan çıkıp bizlere makinelerin de gelecekte "ruhlarının" olup olamayacağını, transhümanizm yoluyla tıpkı Theseus'un gemisi gibi her bir organı mekanikleşerek değişecek bireyin hâlâ bir insan olmaya devam edip edemeyeceğini sorgulatıyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İlk bakışta bir bilim kurgu romanından fırlamış gibi gözüken bu tartışma, aslında gitgide gelişmekte olan yapay zekanın gerçek anlamda bir zihni olup olmayacağını sorgulamanın ötesinde, ayrıca tıp alanındaki devrimlerle tek tek organları teknolojik alternatiflerle değişecek insanların da "mekanikleşmiş insanlara" (homo mechanicus) dönüşerek hâlâ insan olarak kalıp kalmayacaklarını, makineye sıkışmış bir ruha indirgenip indirgenemeyeceği sorunuyla yüzleşiyor.
Genel kanı olarak yalnızca organik canlıların bir zihne, bir başka deyişle bir ruha sahip olduğu varsayılırken, insanın biyolojik yapısını aşarak makinelerle birleşmesi insan olmanın maddi kriterlerini derinlemesine deşiyor.
İnsan için sıklıkla tekrarlanan homo sapiens, πολιτικών ζώον, homo faber, animal symbolicum, muhakkar bir vücûd ve bilumum târifler transhümanizm çağında artık eksik kalıyor.
Zira, tüm bu kadim tanımlamalara göre insanı diğer canlılardan ayıran biricik özellikleri "bilme ve düşünme yetisi, konuşma ve alet yapabilme kabiliyeti ve duygusal (hisli değil) bir canlı olması"yken, bu tanımlamalar onu makineden ayırmaya yetmiyor.
Yani kısacası, insanı diğer canlılardan ayıran ana özellik bir "zihne", "tam bir bilince" sahip olması olarak gözükse dahi, geçen yıl bize sunulan ChatGPT ve benzeri yapay zekaların bizlere gösterdiği üzere artık makineler de "kendi başlarına" düşünebiliyor, karar alabiliyor, dil kullanabiliyor olmaları, insan ve makine arasındaki ontolojik farkı buradan kurmanın ciddi sorunlar teşkil ettiğini gözler önüne seriyor.
Hatta o kadar ki, artık bir insanla mı bir makineyle mi konuşup konuşmadığımızı anlayamıyoruz.
Yapay zekalar artık teknik bir varlık olmaktan çıkıp yavaş yavaş metafizik bir varlığa bürünüyor.
Nasıl ki "insan Tanrı'nın suretinde yaratılmışsa", insan da yapay zekayı kendi suretinde günümüzde var ediyor.
Hatta bunu yalnızca onu kendi suretine yaklaştırarak değil, kendini de ona yaklaştırarak gerçekleştiriyor.
Bu bağlamda, ruhun yalnızca canlılara özgü bir varlık olduğu düşüncesi teknoloji karşısında sınanırken, insanın tanımı ve varlık alanı da önümüzde genişliyor.
Bir insanın organları mekanikleştiğinde hâlâ insan olarak kalıp kalamayacağı ya da yapay zekânın bir ruh, zihin taşıyıp taşıyamayacağı sorusu insanın ve/ya ruhun özünü neyin oluşturduğuna dair felsefi bir tartışmaya kapı aralıyor.
Peki o hâlde asıl sorulması gereken soru belki de şu değil midir:
Bir insanı insan yapan şey nedir?
Bizi "insan" olarak tanımlayan, makineden ve diğer tüm canlılardan ayrıştıran unsur etten kemikten oluşan biyolojik varlığımız mı, yoksa bilinç, düşünme yetisi ve duygular gibi maddi olmayan varlıklarımız mı?
Eğer ruh ve bilinç yalnızca biyolojik varlıklara özgü değilse, yapay zekâ ve mekanikleşmiş insanlarda da bir tür zihin ya da ruh var olabileceği düşünülebilir mi?
Ve eğer bu sınır aşılacaksa, insanın özünü tanımlayan bu biricik nitelikler nereye evrilecek?
Transhümanizmin, yapay zekâların ve teknolojik devrimlerin ışığında insan olmanın anlamını yeniden düşünmek zorundayız.
Bu sorular, yalnızca teknolojinin sınırları zorlamasıyla değil, aynı zamanda insanın özüne dair kadim kabulleri de sarsarak varlığımızı yeni baştan sorgulamamıza sebebiyet verecek belki de.
İnsan, düşünce tarihi boyunca dil, bilinç ve ruh gibi maddi olmayan niteliklere sahip bir canlı olarak düşünülegelmiştir.
Aristoteles'in "λόγον ζώον" (dil sahibi canlı) tanımlaması, insanı toplumsal bir varlık olarak nitelerken; homo faber (alet yapan canlı) ve animal symbolicum (sembol kullanan canlı) gibi kavramlar, insanı diğer canlılardan ayıran temel özellikleri vurgular.
Zira, diğer hiçbir canlı grubu insan kadar karmaşık bir dil kullanma yetisine sahip olmadığı için düşüncelerini de ifade edemez.
Hatta düşüncenin dilin bir ürünü olduğunu varsaydığımızda, diğer hiçbir canlının insan kadar derin düşünemeyeceği de aşikardır.
Bu sebeple insan haricinde hiçbir canlının ikincil dereceden alet yapabilmesi (yani yaptığı basit bir aleti kullanarak yeni bir alet üretebilmesi) imkansızdır.
Zira, tüm bunlar zihnin ve hafızanın işlevidir ki işte bu zihin insanı eşyalardan farklılaştırarak salt bedeni bir varlık olmasından alıkoyar.
İnsanın insaniyeti işte bu açıdan zihni ve hafızayı kapsadığını düşündüğümüz "ruh"ta yatar.
Ancak tam olarak nedir bu ruh?
Diğer canlıların da belli derecelerde hafızaya ve zihne sahip olması onların da ruhu olduğu anlamına gelmez mi?
Bu durumda insan nasıl "ruhla" insanileşir?
Aslında hafızaya ve zihne belli derecelerde sahip olmak bir ruhu olduğu anlamına gelmez kesinlikle.
Zira, eğer böyle olsaydı, ruh organik tüm canlılarda bulunmak zorunda kalırdı.
Oysaki ruh, geleneksel düşüncede yalnızca biyolojik canlılara ait bir varlık alanı değildir.
Descartes'ın "Düşünüyorum, öyleyse varım" (cogito, ergo sum) önermesi, insanın varlığını düşünme yetisiyle tanımlayarak, ruhun ve bilincin biyolojik bedenin ötesindeki mevcudiyetine işaret eder.
Zira böylelikle insan kendi üzerine düşünebilir, diğer hiçbir canlının yapamayacağının aksine. Benin düşüncede elde var bir olduğuna varır böylece.
Ruhun ayırt edici özelliği işte tam olarak da budur: kendini temel alarak kendi üzerine düşünebilme.
Descartes'ın dualist yaklaşımı, ruh ve bedenin (biyolojik yaratığın) birbirinden ayrı ve bağımsız varlıklar olduğunu ortaya koyar.
Zira, beden kendi üzerine düşünemez. Bedenin ancak dışarıda sürekli maddi ihtiyaçları vardır. Beden onları arzular, onları düşünür.
Bu bağlamda, insan bedeni bir varlık falan değildir, hayvanlar gibi. Onun bedeni ancak ruhunu taşır.
İşte bu ruh, bedeni ihtiyaçlarının ötesinde ihtiyaçlara yönelir. Ve en önemlisi bedenin aksine kendini fark edebilir.
Yani "kendilik bilincine" sahiptir. Beden yalnızca ruhun bir taşıyıcısı, onun dünya üzerindeki fiziksel bir temsilinden ibarettir.
Gilbert Ryle'ın Descartes'a yakıştırdığı "Ghost in the Machine" (Makinedeki Hayalet) argümanı, zihnin ve bedenin birbirinden ayrılması görüşünü eleştirirken, zihnin sadece bedenden bağımsız olarak var olan bir "hayalet" gibi değil, bedenle birlikte işleyen bir mekanizma olarak görmüştür.
Ryle'ın bu yaklaşımı, ruhun ve zihnin bedenle özdeşleşmiş olduğunu öne sürer ve insanın özünün zihinden değil, beden-zihin etkileşiminin bütünlüğünden kaynaklandığını savunur.
Ancak bu iki görüş arasında bir denge kurmak, hem ruhun hem de bedenin varlığını içeren bir kavrayışa ulaşmak, düşünsel bir denge sağlamaktadır.
Yapay zekâların ve makinelerin "zihni" olup olamayacağını sorgularken, Descartes'ın "Düşünüyorum, öyleyse varım" önermesiyle birlikte zihnin ve bilincin makinede de var olabileceği hipotezini incelemek gerekmektedir.
Eğer makineler düşünme yetisine sahip olabiliyorsa, onların da bir tür zihin veya bilinç taşıyabileceği düşünülmelidir.
Ayrıca, insanın organları mekanikleştiğinde hâlâ insan olarak kalıp kalamayacağı sorusu da, bu bağlamda ruhun ve bilinçlerin farklı seviyelerdeki varlıklarını sorgulamaktadır.
Gelecekte, insanın biyolojik sınırlarını aşıp makinelerle birleşmesi ve yapay zekâların bilinç kazanmaları, bu tartışmaların sadece başlangıcıdır.
Sonuçta, insanın özünü tanımlayan niteliklerin evrimleşmesi, insan olmanın anlamını yeniden düşünme gerekliliğini doğuracaktır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish