XX yüzyılda yaratıcı insanlar üzerindeki en korkunç baskıyı Sovyet rejimi kurmuştur. Stalin diktatoryasının 1930-1938 yılları arasında çoğunluğu aydınlar olmak üzere insanların yaşamına doğrudan suikast düzenlemesine ilişkin arşiv belgeleri bitip tükenmek bilmezken doktorların teşhis açıklamaktan bile korktuğu İosif Stalin edebiyattan dil bilimine, oradan felsefeye kadar her çorbaya maydanoz olma girişiminde bulunmuş ve bu girişimlerin insanlık tarihi açısından sözle ifade edilemeyecek düzeyde kötü sonuçları olmuştur.
1 milyon yaratıcı insanın kurşuna dizildiği, sürüldüğü GULAG'da hayatını kaybettiği o yıllarda Komünist Parti'nin yayın organı Pravda gazetesinin veya diktatör Stalin'in birkaç olumsuz kelimesi kurşuna dizilmeye, tutuklanıp sürülmeye veya en iyi halde işten atılmaya, kitap ve makalelerinin basılmamasına yeterken ayların, yılların verilerek kaleme alındığı eserlerin şahsi arşivlere hapsolması dışında hiçbir seçenek kalmıyordu.
İşte XX. yüzyıl dünya edebiyatının en önemli romanlarından biri Usta ve Margarita'nın yazarı Mihail Bulgakov'un (1891-1940) kalem sahibi kaderine diktatör Stalin'in müdahalesi bunun olumsuz anlamda çarpıcı örneklerinden biridir. Piyesinin bizzat Stalin'in talimatıyla yasaklanmasından sonra sağlığı iyice bozulan Mihail Bulgakov'un Usta ve Margarita romanı 1966 yılında ışık yüzü görebilmişti.
Usta ve Margarita'nın yazarının yanısıra 1 milyon aydının ailelerine de yaşatılan sıkıntılardan dolayı başta İosif Stalin olmak üzere diktatörlerin tamamına lanet okurken Bulgakov'un yaşama ilişkin bazı sözlerini Independent Türkçe okurlarıyla paylaşarak vicdani borcumuzun çok az kısmından çıkıyoruz.
Asla farklı olmayan laneti elinde kalemi bulunan kişiliksiz insanları parayla satın alarak toplumun beyninin gelişmesini ve kalbinin çarpmasını engelleyen günümüz diktatörleri de fazlasıyla hakediyor. Mezarlarının tükürüğe boğulacağından emin olunuz.
Hiçbir vakit hiçbir şey istemeyin. Özellikle sizden daha güçlü olanlardan hiçbir vakit ve hiçbir şey. Kendileri önerecek ve kendileri herşeyi verecek.
Evet, insanlar ölümlü ancak, keşke bu kadarıyla bitseydi. Kötü olan şey insanın bazen aniden hayatını kaybetmesidir. İşte hile de burada.
Seven insanın, sevdiği insanın kaderini paylaşması gerekir.
Kötülük şaraptan, oyunlardan, çekici kadınların ortamından, masa arkası konuşmalardan kaçan erkeklerde saklıdır. Bu tür insanlar ya çok ağır hastadır veya civardakilere karşı gizli nefret duyuyor.
Kıyafete bakarak mı görüş belirtiyorsunuz? Bunu hiçbir zaman yapmayın. Yanılabilirsiniz ve hem de çok ciddi biçimde.
Tamı tamına yirmi sene insan bir şeylerle uğraşıyor, örneğin Roma hukukunu okuyor ancak, yirmi birinci senede aniden Roma hukukunun kendisi için asla gerekli olmadığını ve onu sevmediğini, gerçekte ise kendisinin hassas bir bahçıvan olduğunu ve çiçek sevgisiyile yanıp tutuştuğunu anlıyor. Bunun, yaşamımızın sonuna doğru yerbeyer olan sosyal yapımızın gelişmemesinden kaynaklandığını düşünmemiz gerekir.
Ufak kalplilik ve kendine güvensizlikten daha kötü hiçbir şey yoktur, yoldaşlar.
Herhangi bir eğitim kurumunda bilgili insan olunamayacağını düşünüyorum. Ancak iyi dizayn edilmiş bir eğitim kurumunda disiplinli insan oluna ve gelecekte eğitim kurumunun duvarları dışında insanın kendini düzene sokması için işine yarayacak alışkanlıklar edinebilir.
Bana neden öyle bakıyorsunuz, özbeöz babam? Ben nakış değilim ve üzerimde çiçekler bitmiyor.
Yeryüzünde sadece iki güç vardır: Dolar ve edebiyat.
Aklınızda tutunuz: Paris'te yaşayan insana Rusça sadece ağıza alınmayacak küfürler etmesi veya daha kötüsü herhangi dağıtıcı sloganları seslendirmesi için lazım.
Her şey geçip gidecek. Azaplar, meşakkatlar, kan, açlık ve veba. Dünya değişecek ancak vücutlarımızın ve emellerimizin dünyada olmadığı zamanlarda yıldızlar kalacak. Bunu bilmeyen tek bir insan bile yok. Öyleyse biz neden bakışlarımızı onlara yönlendirmiyoruz? Neden?
İnsana belgesizvarolmanın kesinlikle yasaklandığını kendiniz biliyorsunuz.
Yazmalar yanmıyor.
Oturmuş, kimseye dokunmuyor, tüpü tamir ediyorum.
En iyiler ve güçlüler kazanıyordu. Ve bu en iyiler korkunçtu.
Hiçbir şeyin başarılamayacağına rağmen yapması gerektiğini bilen bir insanın nasıl nefret duyabileceğini anlıyor musunuz?
Ve nihayetinde her bir hareketim için neden bir gerekçe uydurmam gerekir?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish