Türkiye ile Almanya sözde iki müttefik ve dost ülke olsa da iki tarafın birbirlerine bakışı yıllar boyunca tam bir tezat içerisinde olmuştur.
Türklerin gözünde Almanya, güçlü ekonomisi, birer mühendislik harikası olan teknolojik ürünleri, BMW, Mercedes, Audi ve Bosch gibi göz kamaştıran markalarıyla her açıdan gıpta ve hayranlıkla bakılan bir ülke olmuştur.
Almanların gözünde ise Türkiye, her daim Batı'nın yardımına ihtiyaç duyan, onun çizdiği rotada hareket eden ve gerektiğinde kulağı çekilen ikinci sınıf bir ülke olmuştur.
İki görüş de artık tehlikeli biçimde zamanın gerisinde kalmış ve geçerliliğini yitirmiştir.
Ne Almanya artık dört başı mamur, mükemmel bir ülkedir ne de Türkiye Batı'ya bağımlı, onun sözünden çıkmayan, gariban bir ikinci sınıf ülkedir.
Türkiye son 20 yılda gerçekleştirdiği atılımlarla artık bir bölgesel güç olmaktan çıkarak hızla her ortamda sözü dinlenen ve dikkate alınan bir güç olmuştur.
Öyle ki bu ülke artık yeri geldiğinde süper güçlere kafa tutabilmekte, yönünü ve rotasını kendi çıkarlarına göre belirleyebilmektedir.
Mesela tüm AB, Washington'ın direktifiyle Rusya ile ilişkileri askıya alırken Türkiye Batı İttifakı'nın bir üyesi olmasına karşın Rusya ile dostane ilişkileri sürdürerek ve Batı'nın ambargosuna katılmayarak kendi çıkarlarının gereğini yapmıştır.
Ancak Almanya'nın tavırları yeni Türkiye gerçeğini algılamakta zorlandığını gösteriyor.
Berlin hâlâ karşısında Batı'nın karşısında el pençe divan duran eski Türkiye varmış gibi davranıyor.
Almanya Dışişleri Bakanı Nancy Faeser'in Türk Milli Takımı oyuncusu Merih Demiral'in yaptığı bozkurt selamına gösterdiği tepki bunun en son göstergesi.
Almanya, Türkiye'de Grauen Wölfe yani Bozkurtlar adında aşırı sağcı siyasi bir grubun bulunduğunu, bozkurt selamının da ırkçı bir sembolü ifa ettiğini iddia ediyor.
Öncelikle, Türkiye'de Bozkurtlar adıyla siyasal bir hareketin olmadığını belirtelim. Almanların kastettikleri, Ülkü Ocakları.
Ülkücü Ocakları ise, üyelerini ve taraflarını eski Türk örf-adetlerine bağlı yaşamaya teşvik eden ve Türklük bilincini her zaman canlı tutmaya çalışan bir örgüt.
Onun üyeleri arasında Türkiye'de yaşayan tüm etnik gruplardan insanlar bulunuyor.
Çok iyi hatırlıyorum; 1980'lerde benim gençlik yıllarımda yaşadığım kasabada Ülkü Ocakları'nın şube başkanı, kasabamızın önde gelen bir Kürt iş adamıydı.
Babamın Alparslan Türkeş'le çekilmiş resmini görünce adam koca gövdesiyle iki bükülüp onun elini öpmüştü.
Yani, ülkücülüğe her etnik gruptan insanlar gönül vermiştir.
Türk halkının ve Türkiye'nin tarihinde hiçbir zaman ırkçılık olmamıştır.
Olsaydı, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler yüzyıllar boyunca İstanbul'un en güzel semtlerine oturamazdı.
Veya 350-400 yıla yakın bir süre Osmanlı'nın idaresi altında kalan Balkanlar'daki birçok ülke şu an resmi dil olarak Türkçe konuşurdu.
Tıpkı bugün Afrika'da birçok ülkenin Fransızca ve İngilizce konuşması gibi.
Nancy Faeser bozkurt selamını eleştirmeden önce Berlin'de Humboldt Üniversitesi'ndeki Oryantalist Alman hocalara bir danışsaydı, bunun Türklerin ulusal destanı Ergenekon'la ilgili olduğunu, ırkçı bir sembol olmadığını öğrenirdi.
Elbette Almanya, Türkiye'deki gelişmelerin, son yıllarda kaydedilen ilerlemelerin, Türkiye'nin o eski kırılgan ve edilgen ülke olmadığının farkında.
Sadece onu hazmetmekte zorlanıyor. O yüzden de her fırsatta Türkiye'nin yoluna taş koymaya çalışıyor.
Türkiye'deki gelişmeler gerçekten de düşman çatlatacak cinsten.
Yıllar önce ABD ve İsrail dron konusunda zorluk çıkarınca, Türkiye bu alana yönelerek kendi üretimiyle dron ihtiyacını karşıladığı gibi diğer birçok ülkeye de insansız silahlı ve silahsız hava araçları ihraç etmeye başladı.
Almanya Leopard tankları konusunda mırın kırın edince Türkiye buna kendi Altay tankını üreterek yanıt verdi.
ABD F35, Almanya da Eurofighter konusunda engel çıkarınca, Türkiye kendi savaş uçağını üretmek için kolları sıvadı.
Böylece geçen aylarda test uçuşları başarıyla gerçekleştirilen beşinci nesil bir savaş uçağı olan Kaan ortaya çıktı.
Bu tıpkı bir zorlu satranç oyunu gibi. Türkiye, rakiplerinin her hamlesini ustaca bertaraf ederek ilerlerken, onlar artık bir futbol karşılaşmasındaki sevinç gösterisinden bile medet umarak Ankara'nın keyfini kaçırmaya çalışıyor.
Oysa, "İt ürür kervan yürür" atasözünde ifade edildiği gibi Türkiye sağına soluna bakmadan hedefine doğru ilerlemeyi sürdürüyor.
Alman bakanın bozkurt selamıyla ilgili çıkışına aklı başında birçok Alman, "Almanya'nın başka işi mi yok, bakan Faeser Türkiye ile uğraşacağına kendi önündeki dosyalara baksın, çözmemiz gereken dünya kadar sorunumuz var" diyerek tepki gösterdi.
Gerçekten de Almanya muazzam sorunlarla karşı karşıya: yaşlı bir nüfus, eski bir bina gibi her tarafı dökülen köhne bir altyapı, tamir gerektiren yollar, okullar, köprüler, birer şantiye alanını andıran tren garları, sürekli geciken trenler, personel bulamayan hastaneler, klinikler, bakımevleri, giderek artan ve artık yüzde 30'a yaklaşan göçmen kökenli bir azınlık.
Bilişim teknolojisinde Çin, Güney Kore ve ABD gibi teknoloji devlerinin en az 20 yıl gerisinde kalan bir Almanya var artık.
Bu yüzdendir ki günümüzde elektronik mağazalarda Alman yapımı bir dizüstü bilgisayar, tablet veya cep telefonu göremiyoruz.
Varsa yoksa Çin, Güney Kore ve ABD yapımı bilişim ürünleri.
Almanya'nın tek iyi olduğu alan oto sanayii. Onu da kısa bir süre önce Çin'e kaptırdı.
Artık sadece dünya pazarında değil, Almanya pazarında bile Çinli markalar piyasanın hâkimi.
Çin'in başını çektiği yeni dünya düzeninin oyuncuları, Hindistan, Rusya, Güney Afrika, Brezilya ve Türkiye gibi ülkeler.
Almanya, şan-şöhret ve refah dolu günlerinin bir önceki yüzyılda kaldığını, artık sahnede yeni oyuncuların bulunduğunu bir önce fark ederse, iyi olur.
Yoksa bunu acı bir tecrübeyle öğrenmek zorunda kalacaktır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish