Şeriatsız İslam olur mu?

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reza Payandeh/Unspash

Türkiye'deki laikçi ve ulusalcılar için, senede en az bir iki sefer “kahrolsun şeriat” sloganları atmak ve şeriat aleyhinde gösteriler yapmak milli spor haline geldi.

Buna yıllardır alıştık.

Ben şahsen çocukluğumdan beri bu tip şeylere her yıl birkaç kez şahitlik ederim.

Ama işin ilginç yanı, geçen hafta kendilerini ilahiyatçı olarak takdim eden, kendilerini böyle adlandıran 14 kişi, 14 ilahiyatçı şeriatla dinin ayrı şeyler olduğunu, şeriata karşı olduklarını, dinin özel alanda kalması gerektiğiyle ilgili inançlarını yazıya döktüler ve bir bildiri yayımladılar.

Bu tartışmalardan artık gına geldi.

Din nedir, şeriat nedir?
 


Tabii “Ben şeriatçıyım, şeriatı savunuyorum” demek de yürek işi.

Çünkü o kadar kötü bir dezenformasyon var ki işte hemen önünüze El-Kaide geliyor, Suudi Arabistan rejimi geliyor, İran rejimi geliyor, Afganistan geliyor, İŞİD geliyor…

“Ben şeriatçıyım” diyebilmek, “ben Müslümanım” diyebilmek gerçekten yürek işi.

Hele hele hayatlarının bir döneminde sevgili Levent Gültekin gibi İslami grup ve cemaatlerin içinde olduklarını söyleyenler, bu işten tamamen uzaklaşma, dışlanma içindeler.

Ya işte biz bir zamanlar şöyle şöyle düşünüyorduk, ne kadar hatalıydık, ne kadar yanlıştık.

E ne oldu?

Bugün ne düşünüyorsunuz?

İşte biz bugün hidayete erdik, doğru yolu bulduk.

Din ayrı, devlet ayrı, kamusal alan ayrı, hayat ayrı.

Dolayısıyla “tukaka şeriat” şeklinde bir söylem içerisinde.

Ve bu özellikle eski İslamcılar zorla kendilerince liberalleştikleri gözlük modellerini, saç tıraş modellerini, giydikleri elbise markalarını, yaşantılarını zorla düzeltmişken asla böyle İslam mislam şeriat bu işlere girmek istemiyorlar.

“Ya zorla kendimizi akladık, biraz temizlendik, sosyetik olduk, kibar olduk, demokrat olduk… Nereden tekrar bu eski işlere girelim? Aman aman bizden uzak olsun” modundalar.

Tabi maalesef yani benim gibi artık ahir ömrüne doğru gidenler için işine başa düşüyor.

Çünkü bu saatten sonra hani derler ya, Allah dinden imandan ayırmasın.

Değerli arkadaşlar, değerli dostlar, çok fazla teferruata girmeden şeriat, kabaca hukuk demek, yol demek.

Bu konuda ihtilaf yok.

İslam şeriatı dediğiniz vakit İslam hukuku.

Aynen İslam hukuku gibi Yahudi şeriatı, Yahudi hukuku da var.

Ondan evvelki peygamberlerin, dinlerin de kendi şeriatları, kendi hukukları var.

Şimdi burada ikinci bir tartışma:

Din, kamusal alandan soyutlanabilir mi, soyutlanamaz mı?

Yani İslam veya diğer dinler, Yahudilik sadece bir inanç mıdır?

Yani inanç derken Allah'ın varlığı, birliği, sıfatları, isimleri, hayat, madde, insanla ilgili görüşler manzumesi midir?

Yoksa hem bunlardır hem de bu dünya hayatıyla ilgili bir kurallar manzumesi midir?

Bütün dinlerin yani üzerinde ittifak edildiği şekliyle dünya ile ilgili kuralları, hukuku ve söyledikleri vardır.

Bunu inkar ettiğiniz vakit o dini de inkar etmiş sayılırsınız.

Dinden çıkabilirsiniz, ya boşverin bu Müslümanlığı ne işte geride kaldı biz hala bunları mı tartışacağız diyebilirsiniz.

Bu sizin kendi fikriniz.

Buna kimse bir şey demez.

“Ama hayır Müslümanlık kamusal alanda olmaz, sosyal hayatta olmaz, ekonomide olmaz, ailede olmaz” derseniz bu Müslümanlık değil.

İkinci bir tartışma konusu şu, peki hangi şeriat, hangi İslam hukuku?

Bu da tabi ki binlerce yıldır tartışılıyor.

Yani ilk peygamberden bugüne kadar Allah, insan, madde, hayatla ilgili çok farklı telakkiler yani anlayışlar, kabuller var.

Yani işin o inanç tarafı da böyle A, B, C, D veya 1-2-3 ya da siyah-beyaz gibi bu kadar net değil.

Sufilere bakarsanız selefiler kafir, Selefilere bakarsanız Sufiler kafir, vahdeti vücutçular işte bilmem ne…

Yani o konuda da böyle dört dörtlük hiçbir zaman dünya tarihi boyunca Yahudilikte de, Hristiyanlıkta da, Müslümanlıkta da üzerinde ittifak edilmiş ve herkesin “tamam iş budur” dediği bir tanım yok eğer o kadar derin felsefi, kelami tartışmalara giderseniz.

Ve nitekim İslam tarihi bunun yüzlerce örnekleriyle dolu.

Mesela hariciler geldiler Hz. Ali'ye dediler ki sen kafir oldun.

E peki Hz. Ali kafirse Müslüman kim?

Yani birçok İslam tarihçisinden sonra Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemden sonra ilk Müslüman olan kişi Hz. Ali.

Eğer Hz. Ali kafir ise peki Müslüman kim?

Şunu anlatmaya çalışıyorum yani işin inanç boyutu da siyah-beyaz kesin net bir ittifak içerisinde değil, hukuk da değil işte oraya geleceğim.

Yani İslam şeriatı dediğiniz vakitte Sünnî Müslüman alimlerin, İmam-ı Şafii'nin, Hambel'in, Malik'in, İmam Ebu Hanife'nin, Şiiler'de Cafer-i Sad'ın, Zeydilerin, İsmaililerin ve daha onlarca yüzlerce farklı hukuk ve şeriat yorumu var.

Bunu beğendim, bunu beğenmedim, bu doğru, bu yanlış diyebilirsiniz.

Zaten hiçbir zaman yüzde 100 bir ittifak olmamış.

Ama benim burada tartıştığım veyahut da altını çizmek istediğim bu.

Yani hangi şeriat, hangi hukuk, hangi Allah inancı, hangi varlık felsefesi, Hangi hayat yorumu?

Bunlara girmiyorum.

Şunu söylüyorum.

Din, dünya ve ahiret olarak ayrılamaz.

Din bu.

Dini kamusal alandan çıkarıyorum; yani “devlet idaresinden, yönetiminden tutun, ekonomiden, iktisattan, aileden, ceza hukukuna kadar yok sayıyorum” dediğiniz vakit bu başka bir şey.

Ha bunun yorumu ne?

Hangi yoruma inanırsınız?

Ne kadar inanırsınız?

Ne olur?

Bunlar bu.

Uzun tartışmalar ama tartışılmayacak bir konu var, din kamusal alanın dışına itilemez.

“Ben Müslümanım” “Kur'an'a iman ediyorum” diyen bir kişi, kendince o varlık telakkisi ve inanç boyutuna ilaveten sosyal yaşantısında, aile yaşantısında da kendi anladığı şekliyle ve o kadar Allah'a, kutsala refere etmek zorunda hareketler.

Yani ticaret yaparken kendince İslam hukukunda neyi anlıyorsa veya kimin yorumuna inanıyorsa veya öğrenirken, boşanırken, miras hukukunda neyse yani hayatın her alanında dine refere etmeden bir sosyal hayat kuramaz.

E kurar, bunlar çok geri fikirler, bunların molası geçti, bunlar tarihselcilik İslam-Arap toplumuna indi veya o gün öyleydi, bugün böyleydi, bugünkü yorum şöyledir, öbürü böyledir, başka tartışmalar.

Burada tartışılmaz olan bir şey var.

Hangi yolu, hangi metodu kullanırsanız kullanın, dünya ahiretin tarlasıdır.

İnanç boyutunun ötesinde, dünya hayatı içerisinde de kendinizi kutsala göre formatlamak zorundasınız.

E hangi format başka tartışma.

Tekrar tekrar söylüyorum;

Mesela siyasette bir Müslüman demokrasisi inşa edilemedi bugüne kadar.

Yani şu yanlıştı, bu yanlıştı, şu yanlıştı diyebilirsiniz, hepsini diyebilirsiniz.

Ama doğru dediğiniz şeyin de yine dine bir referansının, referesinin olması gerekir.

Bunun ötesi boş, boş tartışmalardır.

Tekrar söylüyorum.

Şunu söyleyebilirsiniz.

Ya bırakın bu tartışmaları.

Bu çağda hala bunları mı tartışıyorsunuz?

Biz işte entel olduk, dantel olduk.

Ha bu dinden vazgeçebilirsiniz.

Müslümanlıktan çıkabilirsiniz.

Ateist olabilirsiniz, deist olabilirsiniz, agnostik olabilirsiniz.

Ne olmak istiyorsanız olabilirsiniz.

Ama Müslümanım diyorsanız, ben Allah'a, Peygamber'e, Kur'an'a, ahiret gününe inanıyorum diyorsanız sosyal hayattan dini soyutlayamazsınız.

Ama hangi kurallar, hangi yorumlar, hangi içtihatlar, hangi çağın, hangi ihtiyaçları; dediğim gibi bunların hepsi başka bir tarz…

Onun için Müslümanlara sesleniyorum, ben;

Kamusal alandan din soyutlanamaz, referansın mutlaka dinle bir bağlantısının olması gerekir.

Nasıl gerekir, ne olur?

Tekrar tekrar söylüyorum, bu başka bir tartışmadır.

Öbürü cahil cühale lafı, cahilliktir bu yani.

Efendim ben öyle bir din anlayışına inanıyorum ki şunlar şunlar yok.

Tamam bu sana göre başka bir din.

Ve sırf bazı zevatın hoşuna gitsin, “valla bak ben ne kadar arındım, ne kadar demokrat oldum, ne kadar liberal oldum, ne kadar sosyetik oldum, giyimimi, kuşağımı, saçımı, başımı, her şeyimi değiştirdim” diye de bu saatten sonra dininizden vazgeçecekseniz ben şahsen tavsiye etmiyorum.

Ama doğru dini, doğru referansı, doğru hukuku aramak herkesin hakkı.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU