Dış politika sohbetlerinin bugünkü bölümünde hafta sonu Avrupa Parlamentosu (AP) için yapılan seçim sonuçlarından ortaya çıkan siyasi durumu ele almaya çalışacağız.
Seçim sonuçları, gerek merkez sağa gerekse merkez soldaki partilerin feci şekilde yıprandığına işaret ediyor.
Özellikle Avrupa Birliği'nin öncü ülkeleri olan Almanya, Fransa, Hollanda, hatta İtalya gibi ülkelerde, bu arada Avusturya'yı da buna dahil etmekte fayda var, bugüne kadar hep "marjinal" diye farz edilen partiler, muazzam ilerleme katettiler.
Bu "marjinal partiler" edebiyatı, Avrupa Parlamentosu seçimleriyle ilgili olarak hep vardı.
Ve "Efendim bu partiler aslında kendi seçmen tabanlarının çok çok ötesinde Avrupa Parlamentosu seçimlerinde varlık gösterebiliyorlar. Çünkü Avrupa Parlamentosu seçimlerine diğer ortalama partilerin, iktidar partilerinin genellikle merkez sağ, merkez sol diye genel olarak bir ayrım yapacak olursak seçmenleri gitmezler, bu marjinal partilerin seçmenleri ise giderler. Bunun yarattığı ortamdan dolayı da bu marjinal partiler aslında kendi güçlerinin ötesinde bir varlık gösterirler Avrupa Parlamentosu seçimlerinde" denirdi.
Bu defa da böyle mi?
Belki de.
Ama sadece küçük bir bölüm belki.
Çünkü bu defaki aslında basbayağı bir depreme benziyor.
Deprem, kendini göstere göstere geldi
Sanki ciddi bir siyasal deprem olmuş ve kıta Avrupa'sındaki ülkeler çok ciddi bir sarsıntı geçiriyorlar.
Aslında bu depremin geleceği de belliydi… Göstere göstere geldi.
Zaten Fransa'da yükselen bir Marine Le Pen'in şu anda liderliğini yaptığı Milli Cephe Hükümeti ciddi bir varlık gösteriyordu ve sürekli olarak artıştaydı.
O arada Almanya'da Almanya İçin Alternatif Partisi (Alternative für Deutschland- AfD) anketlerde yükseliş kaydediyordu.
Ama hiçbir zaman bunların yükselişini anketler bu denli yüksek vermemişlerdi.
Buna ilaveten işte Hollanda'da Wilders'in partisinin, Avusturya'da Özgürlük Partisi'nin vs. yükselişlerini de buraya not etmekte fayda var.
Sağ partilerdeki yükseliş trendlerinin sebepleri neler?
Peki şimdi niye yükseliyor bu partiler?
Birincisi, bunların son 20 yıldır yükseliş trendleri var.
Özellikle Fransa'daki Le Pen hareketinin.
Ama şimdi şu son yıllarda hızlı bir yükselişe geçmelerinin temel birtakım sebepleri var.
Evet, yabancı karşılığı bunlardan bir tanesi. Bu hep vardı.
Onlarca yıldır kalkınmış Avrupa ülkelerinde ciddi bir sorun bu konu.
Öte yandan özellikle Ukrayna savaşının başlamasından bu yana Avrupa ülkelerinin Rusya'dan ucuz enerji almak yerine, çok çok pahalıya enerjiyi mâl eder hale gelmeleri ve alternatif kaynaklara yönelmeleri; petrol ve doğalgazı alternatif kaynaklardan almaya başlamaları özellikle doğalgazda Avrupa'yı çok ciddi sıkıntılara soktu ve enerji fiyatları katlamalı arttı.
Bunun sonucunda da Avrupa, kıta Avrupa'sındaki ülkeler; örneğin Almanya gibi sanayi devi ülkeler ve vatandaşları tabii ki bundan ciddi şekilde etkilendiler.
Alman sanayii pek çok alanda zora girmiş görünüyor. Çünkü rakipleriyle rekabette hakikaten sıkıntılı günler yaşıyor ve bu sıkıntılı günler ve dönemlerde birkaç aylık değil; önümüzdeki günlerde ve aylarda çözülecek gibi de görünmüyor.
Bu şartlarda peki ne olacak?
Çok ciddi ekonomik sıkıntılar olacak.
Bu sıkıntıların aşılabileceğine dair işaretler de görünmüyor.
Mevcut hükümetin bu yönde çok ciddi adımlar attığı, atabileceği veya atmakta olduğuna dair de bir kanaat geliştirmediği için sonuçlar bu şekilde geldi.
Seçim sonuçlarının Avrupa'ya etkileri neler olur?
Peki bu AP seçim sonuçları için, "sonuçta bunlar Avrupa Parlamentosu milletvekilliği için yapılan seçimler... Hükümetler üzerinde pek bir etkisi olmaz" diyerek geçiştirilebilir mi?
Pek değil.
Örneğin, Fransa'da Marine Le Pen'in başında bulunduğu siyasal hareket Macron'un başında bulunduğu parti ve siyasal hareketin 2 katından fazla oy aldı.
Bunun üzerine Macron, parlamentoyu feshederek erken seçimlere gitme kararı aldı.
Fransa'daki yarı başkanlık sisteminden dolayı, eğer Macron parlamento çoğunluğunu kaybederse, o zaman parlamentodan gelecek başbakan, örneğin Marine Le Pen olacak.
Şimdi Marine Le Pen gelirse ne olacak?
Mesela kendisi söylüyor zaten, "Ben Ukrayna'daki savaşa desteği keserim" diyor.
Ayrıca, "Avrupa Birliği projesine de destek vermem" diye vurguluyor.
Le Pen açıkça, "Fransa'nın Avrupa Birliği'nden, hatta NATO'dan bile çıkması lazım. Ben genel olarak Fransa'nın ulusal çıkarlarını koruma konusunda Putin'le Trump'la paralel bir çizgideyim. Ayrıca yabancılar konusunda da kesinlikle tavırlıyım ve bu tavrımı iktidara geldiğimde de sürdüreceğim, göstereceğim" diyor.
Şimdi o zaman diyelim ki Fransa'da bir cumhurbaşkanı Macron var, bir de başbakanı var; bunlar birbirleriyle hiçbir konuda anlaşamayacak, uzlaşamayacak duruma gelecekler.
Bu da Fransa'nın istikrarı açısından ve Avrupa Birliği'nin geleceği açısından pek parlak bir tablo çizmeyecek.
Almanya'da, AfD iktidara gelebilir mi?
Öte yandan yine Avrupa Birliği'nin ekonomik lokomotifi durumundaki Almanya'da durum pek parlak değil.
Almanya'da, AfD ikinci büyük parti olarak kendini gösterdi.
Bu gibi durumlarda, örneğin yakında yapılacak, gerçekleşecek olan Alman parlamento seçimlerinde AfD'nin iktidara gelmesi hiç de sürpriz olmayacak.
Çünkü bu tür durumlarda genellikle, sıfırdan gelip de barajları vesaireyi hızlıca aşan parti, genellikle hızlı bir şekilde iktidara da gelir; onu iktidara doğru taşıyan ya da yükselişini sağlayan sebepler, koşullar ortadan kaldırılmadığı sürece.
Ve şu an itibarıyla da bu sebeplerin, bu koşulların ortadan kaldırıldığını, hatta kaldırılabileceğini söylememiz çok zor görünüyor.
Avrupa'da yükselişte olan "aşırı sağ" mı?
Şimdi burada bir başka şey üzerinde durmak lazım, o da şu:
Efendim işte Avrupa'da aşırı sağ yükseliyor!
Şimdi bu "aşırı sağ" tabiri, tabii ki Avrupa'daki liberaller, özellikle Amerikan düşünce kuruluşlarının ürettiği bir laf.
Bu doğru mu?
Belli açılardan da olabilir.
Ama belli açılardan da pek makul bir şeye benzemiyor.
Örneğin, bu insanlar savaş istemiyorlar.
Normalde bir partiye "aşırı sağ" diye bir yükleme yaptığınızda, bunların "pek mantıklı şeyler düşünmediği, söylemediği", belki de "savaşa kadar gidecek radikal hareketlere, girişimlere yatkın olduklarını" falan imâ etmiş oluyorsunuz.
Oysa bu insanların hemen hemen hepsi birden savaşa karşılar.
Bu önemli, altını çizmemiz gereken bir konu.
Bir başka nokta da bunlar aslında Amerika'yı eleştiriyorlar ve diyorlar ki:
Amerika bizim ülkelerimizin, devletimizin egemenliğini elinden aldı.
Artık bizim devletimiz egemen değil, kararlarını kendisi alamıyor.
Washington'dan direkt talimat alan hükümetlere dönüştük.
Örneğin böyle olmasaydık Rusya'dan ucuz enerji almaya devam ederdik ve yaşadığımız bu sorunların büyük bir bölümünü yaşamazdık. Bunlara gerek yoktu.
Bence tepeden tırnağa haklılar.
Üzerinde durulması gereken bir konu bu.
Artık neoliberal ekonomik politikaları eleştiriye tabi tutmanın zamanı!
Ayrıca neoliberal ekonomi politikalarını eleştiriyorlar.
Bunda da hiçbir beis yok bence.
Gayet normal ve de Türkiye için de geçerli şeyler.
Artık bütün dünyada neoliberal ekonomik politikaları ciddi ciddi eleştiriye tabi tutmanın zamanı.
Çünkü neoliberal ekonomik politikaları;
Yoksulluğu şiddetle artırıyor,
Orta sınıf denilen toplumun bel kemiğini oluşturan büyük kesimleri hızla fakirleştiriyor,
Ve küçük bir grubu da aşırı derecede zenginleştiriyor.
"Irkçılık" mı, "yabancı karşıtlığı" mı?
Bunun dışındaki konu: yabancı karşılığı.
Şimdi yabancı karşılığına gelince, burada yapılan "ırkçılık" mı, "yabancı karşıtlığı" mı, bunları da birebir ayırt edebilmek pek kolay değil.
Çünkü içlerinde böyle insanlar olsa da bunlar özetle göçe karşı çıkıyorlar.
Kontrolsüz bir şekilde bu ülkelere gelen veya gelebilecek olan göçmenlere karşı çıkıyorlar.
"Herkese yetecek iş yok. Ve ekonominin çok ciddi bir şekilde bir yeniden düzenlemeye ihtiyacı varken sürekli olarak bu göçün gelmesi mantıklı değil" diyorlar.
AB, bir Soğuk Savaş projesi olmanın ötesine gidemedi
Bunlar aynı zamanda Avrupa Birliği'ni (AB) de eleştiriyorlar.
Avrupa Birliği hakikaten bir Soğuk Savaş projesi olmanın ötesine gidemedi.
Mesela Avrupa Birliği'nin seçilmemiş bürokratları AB için de alınan kararları olağanüstü derecede etkiliyorlar.
Ve bu karar alma sürecinde, mesela milli hükümetlerden göçe karşı olan varsa onu eleştiriye tabi tuttukları gibi, onun birçok açıdan işlerini de zorlaştırabiliyor.
Şimdi Avrupa Birliği bir elit projesi olarak başladı, elit projesi olarak gitti ve bu elit projesi olarak da "Avrupa bütünleşmesi" ve "bir siyasal bütünleşme" şeklindeki iddialarını sürdürüyor.
Sürdürüyor ama bunun altyapısı da kalmadı.
Dolayısıyla bu yeni siyasal yelpazede yer alan bu grupların Avrupa Birliği yapısını toplam eleştirmeleri kadar da daha tabii bir şey yok.
Bunlar, bu grupları neden aşırı sağ yapsın; düşünmek lazım…
Çünkü siyaset biliminin bu kavramlarının, bu gruplar ve partiler üzerinde tekrar tekrar ele alınması gerekecek.
Buna hiç şüphe yok.
Avrupa Birliği'nin geleceği ne olacak?
Bu arada bir iki vurguyu daha yapalım:
Bunlardan birisi Avrupa Birliği'nin geleceği ne olacak?
Örneğin Almanya ve Fransa.
Hatta buna Hollanda, İtalya gibi ülkeleri de eklersek, Avusturya gibi Avrupa Birliği'nin en zengin ülkelerinden birini katarsak şöyle bir tabloyla karşı karşıyayız:
Avusturya hariç, geri kalan Almanya, Fransa ve İtalya; Avrupa Birliği'nin Avrupa bütünleşme sürecini ilk başlatan 6 ülkeden 3 büyüğü.
Geri kalan daha küçük olanlar da Hollanda, Belçika ve Luxemburg.
AP seçimleri ve bu siyasal dalga, bu ülkelerin hepsini vurmuş durumda.
Şimdi Avrupa bütünleşme sürecini başlatmış olan bu ülkelerde böyle bir dalga -ki Avrupa Birliği sürecine doğrudan karşı çıkan böyle bir dalga- Avrupa Birliği'nin geleceğini kesinlikle şiddetle etkileyecektir.
Türkiye'nin AB ile ilişkilerini nasıl sürdürmesi gerektiğine dair kafa yormaya şiddetle ihtiyaç var
Belki Türkiye'nin burada "Avrupa Birliği süreci", "Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunun açılması" gibi lafları bir tarafa bırakarak, Avrupa Birliği ile ekonomik ve ticari olarak ilişkilerini bundan sonra nasıl sürdürmesi gerektiğine dair kafa yormaya şiddetli ihtiyaç var.
Örneğin, Gümrük Birliği bu şekilde mi devam ettirilmeli, yoksa Gümrük Birliği bir serbest ticaret anlaşmasıyla yer değiştirmeli mi?
Nasıl olsa giremeyeceğimiz, hatta belki de dağılması muhtemel bir Avrupa Birliği adına birtakım tavizkar politikalara da artık bundan sonra hiç mi hiç cevaz vermeyen ulusal çıkar esaslı politikalarda ısrarcı olmak gerekir.
Çok kutupluğun geçiş süreci hızlanıyor
İkinci önemli nokta, bu gidişat Ukrayna'daki savaşı da etkileyecektir.
Çünkü Amerika, savaşın başından itibaren Avrupa ülkelerini kendi ulusal çıkarlarına zarar verme hem de şiddetle, ciddi boyutlarda zarar verme pahasına bu savaşa destek verir duruma getirdi.
Ve bunu ideolojik bir çerçevede yaptı.
"Bu savaş iyilerle kötülerin savaşı, biz iyileriz, onlar dünyanın kötülerini temsil ediyorlar. Bu savaş demokrasiyle otoriter rejimlerin, totaliter rejimlerin savaşıdır. Dolayısıyla biz demokrasiyi temsil ediyoruz" girizgahında bulunsalar da, görülüyor ki burada halklar bunu kabul etmiyor.
Bu zaten doğru olmayan bir girizgah tarzıydı ve halklar da bunu pek kabul etmiyor görünüyor.
Bugüne kadar Avrupa Birliği içinde özellikle Macaristan ve Slovakya bu gidişata açık açık itiraz eden ülkeler arasındaydı.
Bu sayı hızla artabilir.
Ve bu aslında Ukrayna'daki savaşın gidişatını da belirler.
Çok kutupluluğa doğru dünyanın evrilme sürecini de önemli ölçüde etkiler.
Yani çok kutupluğun geçiş sürecini hızlandırır gibi görünüyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish