2016 yılında IŞİD isimli Batı istihbaratları tarafından laboratuvarda üretilen terör örgütü Müslüman imajını adeta yerin dibine soktu.
Aslında IŞİD, Müslüman imajına vurulan son darbeydi.
Müslüman halkları, politikacıları ve aydınları yirminci asra bedbaht halde girdi.
1914-1923 yılları arasında fiilen neredeyse işgal edilmemiş bir Müslüman başkenti yoktu.
1923-1960 yılları arasındaki bağımsızlık teşebbüsleri ise kendisinden daha yüce/süper güçlere eklemleme evresinden ibaret kaldı.
Trablusgarp'ta Senusi direnişi önce Batı Bloğu ile kurulan ittifak ile yozlaşmış ve nihayet Kaddafi iktidarında ülke, bir Sovyet uydusuna dönüşmüştü.
1922'de hareketlenen Mısır direnişi de Nasır döneminde cürmünden büyük hayallere kapılarak İsrail'den yediği ağır darbeler sonrası çareyi Sovyetlerin eteklerine sığınmakta bulmuştu.
Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılında tüm bölgeye örnek olacak bir kurtuluş destanıyla kurulmuş; ama aydınlarını tasfiye ederek ruhu çekilmiş bir bedende zaman zaman demokrasi rayına girse de uzun süre cunta bürokrasisinin gölgesinde varlık göstermişti.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Cezayir, 1950 sonrası bağımsızlık çabaları durağan İslam beldelerine heyecan getiren bir hareketti.
Tüm dünya kamuoyu uzun süre ilk defa bir Müslüman halk etrafında birleşmişti.
Dünyanın gıpta ettiği Sartre gibi aydınlar, adeta bir Cezayir ve İslamiyet sözcüsü gibi Batı paradigmasının camdan köşklerini başlarına geçiriyordu.
Tunus hattında, El-Hareke El-Vataniye Et-Tunisi Cephesi Müslüman ülkelerin demokrasi ile kendilerini yönetebilecek Afrika coğrafyasına umut aşıladı.
Habib Burgiba, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu aklını kendisine örnek aldı; ama bu aklın yaptığı ne kadar yanlış varsa sadece onları kendisine rehber edindi: Önemli camileri kapatmak, Ezanı yasaklamak vb. Sonrasındaki Zeynel Abidin Bin Ali diktası da totaliterliği artırmanın dışında Tunus'ta yeni bir şey üretmedi.
Buradaki Nahda Hareketi uzun süre coğrafyadaki İslamcı hareketlerin yanlışlarını dikkatle gözlemleyip kendisi aynı hatalara düşmeyecek tedbirler aldı; ama siyasi hegemonya ile mücadele edemeyecek kadar zayıf kaldı.
Tunus'un entelektüelleri Nahda'yı desteklese de ülkenin elitleri iktidarını hiçbir zaman paylaşmadı.
Suudi Arabistan'da Kral Faysal bin Abdülaziz, kısa denilebilecek iktidarında İslam beldelerine giydirilen deli gömleğini reddetme cüretini gösteren bir liderdi.
Onun çabası yalnızca Kudüs'le sınırlı değildi. Dünyanın dört bir yanında tespih taneleri gibi dağılmış Müslüman bilim insanlarını ve aydınları maddi ve manevi kanatları arasına alarak kısa sürede bugün bile etkileri devam eden çok iş yapmıştı.
Elbette bu girişimlerin bedelini canıyla ödedi.
İran'da Muhammed Musaddık, adalet ve özgürlük temelli bir mücadele başlattı.
Onun bu teşebbüsü başlarda ümit vadetse de hem İran dinamiklerince hem de uluslararası düzen açısından sakıncalı bulunarak 1953 yılında Ajax operasyonuyla kısa sürede ortadan kaldırıldı.
Aydınların durumu farklı mı?
Elbette öne çıkan belli başlı İslam ülkelerin vaziyeti bu haldeydi de aydınlarımızın durumu neydi?
Osmanlı'nın son asrında Kahire, İstanbul ya da Beyrut'ta ortay çıkan bir aydın ya da aydın hareketinin karşılığı vardı.
Somut bir örnekle Osmanlı özelinden gidecek olursak Mustafa Reşit Paşa örneği mücessem bir misal olarak karşımızdadır (aynı şekilde Mısır'da Mehmet Ali Paşa da güzel bir örnektir; ama Mustafa Reşit Paşa'dan devam edelim).
Onun ortaya attığı fikirler yalnızca İslam beldelerinde değil, Avrupa entelektüelleri arasında da ciddiyetle ele anlıyordu.
Comte ve Lemartine gibi önemli isimler Mustafa Reşit Paşa okulu ile münasebetler kuruyor ve Osmanlı'nın tecdit hareketlerine katkı sunmaya çalışıyordu.
Mustafa Reşit Paşa ekolünün bir kolu olarak kabul edebileceğimiz Mithat Paşa okulundan yetişen ikinci kuşak aydınlar da hakeza karşılığı bulunan isimlerdi.
Namık Kemal, Ali Suavi, Şinasi ve Mizancı Murat gibi aydınlar, ortaya koydukları fikirlerle Batı'da hem muhatap alınıyordu hem de altını çizerek belirtelim ciddiye alınıyordu.
Bugün yaşayan hatta genişleteyim cumhuriyet sonrası aydınlarımızın tamamını dikkate aldığımızda bu şekilde özgül ağırlığı bulunan 5 tane isim art arda sayabiliyor muyuz?
Ne yazık ki hayır.
Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal gibi isimler belki bir nebze ciddiye alınmışsa da onların da bahsi geçen kuşakların ulaştığı menzilin eteklerine bile yaklaştığı söylenemez, ayrıca 2 isim de kendisini İslam medeniyeti içerisinde değerlendirmiyordu.
Benzer durumlar yukarıda bahsi geçen İslam ülkeleri için de geçerli elbette onlar için de istisnalar yok değil, İran'da mesela Ali Şeriati bunun güzel bir örneğidir.
Velhasıl siyaseten bitik coğrafyamız yozlaşmış siyasetçiler, özgül ağırlığı bulunmayan aydınlar ve hizipleşmiş halkların kaosu içinde debelenirken ortaya çıkan imaj kaosuna IŞİD son bir darbe oldu.
Buna karşı üretebildiğimiz argüman "gerçek İslam bu değil; ama İslamofobi!" sınırlı bir diskurdan ibaret kaldı.
Gazze direnişi umudu diri tuttu
İslam medeniyeti olarak her şeyimizin tükendiği(ni zannettiğimiz) noktada Gazze halkı bir direniş ve umut meşalesi yaktı.
Bugün dünyanın vicdan sahibi hür insanları Gazze'deki bir avuç insanın inancı, entelektüel birikimi karşısında büyülenmiş durumda.
Siyonist lobinin milyarlarca dolarlık yatırımı olan "canavar Müslüman" imajı yerle yeksan olmuş durumda.
Dahası İslam medeniyetinin kodlarını incelerken karşılaştığı Siyonist mobbing karşısında tutsak edilmiş yalnızca Müslüman halkların olmadığını fark etmeye başladı.
Dünyanın özgür halkları, Siyonist Yahudi aklının Batı vicdanı ve hürriyetini de esir aldığını gözlemliyor.
İşte mücadele burada başlıyor. Bu aydınımıza, siyasilerimize ve halklarımıza bir asırdır beklediği fırsatı adeta altın tepside sundu.
Lakin yine büyük bir engelle karışı karşıyayız: Kendimiz…
İşte bu noktada neredeyse bir buçuk asır önce yazılmış bir metin bizim için usul, üslup ve içerik açısından son derece önem arz ediyor.
Renan'ın 1883 yılının Sorbonne'da verdiği L'Islamisme et la science adlı konferansına verilen cevabı masaya yatıracağız.
Bu dosyanın devamında Renan'a göre neden İslam terakkiye mâni sorusunun cevabını arayacak ve nihayet Namık Kemal'in cevaplarındaki medeniyet kodlarını ele alacağız.
Gazze halkı hepimizin boynuna bir ödev yükledi, gerekirse bir buçuk asır geriden başlayarak kendi paradigmamızı inşa etmemiz gerekiyor.
Aksi halde hepimiz suçluyuz!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish