Carl Schmitt'te egemenlik ölçütü: "Egemen, istisnai duruma karar verendir"

Rıfat Özcan Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Counter Currents / Kolaj: Independent Türkçe

16 Kasım Perşembe günü yayımlanan yazımda, Carl Schmitt'in "Siyasal Kavramı" kitabını temel alarak dost-düşman ayrımı üzerinden siyasal alanı Schmitt'in gözünden aktarmaya çalıştım.

Bununla birlikte düşmanın kim olduğu, siyasal alanın nasıl belirleneceği konuları üzerinde durduktan sonra karar almanın siyasal olan için önemi üzerine fikirlerini belirttim. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu yazıda da bu noktadan devam ederek bir başka kitabı olan "Siyasi İlahiyat" ya da "Politik Teoloji" kitabı çerçevesinde "egemen" olanın kim olduğu, sınırları, sorumlulukları gibi meseleleri Schmitt'in düşünce perspektifinden ortaya koymaya çalışacağım.

Önceki yazıda da belirttiğim üzere Schmitt, herhangi bir alanda gerçekleşen ''çatışma'', bir dost-düşman ayrımına gidiyorsa artık o alanın siyasallaştığını söyler. 

Siyasal alanı otonom bir bölge olarak kabul eder ve toplumun herhangi bir karar alma anında bu alanda etkin olamayacağını düşünür.

Politik varlığın tehdit altında olduğu kriz anlarında alınan karar siyasallaşmış bir karardır.

Bir toplum ancak siyasi bir karar alabiliyorsa, siyasi birliğin olduğunun göstergesi olarak bunu kabul eder.

Toplum derken toplum adına karar alıcı konumunda olan "egemen"den bahsettiğini de not etmeliyiz.

Schmitt, bu konuda şöyle der:

Eğer bir halk dost-düşman ayrımı yapamıyorsa ya da yapmak istemiyorsa o anda siyasal açıdan sona erer. Bir halkın düşmanını kim olduğunu, kime karşı savaşıp savaşmayacağını bir yabancı belirliyorsa, artık siyaseten özgür bir halktan söz edilemez.


Böyle bir siyasi karar için ise dost-düşman ayrımını elzem görür.

Zira, siyasi varoluşun temeli kriz anlarında karar almaktır. Savaş ilan etme hakkı, başka bir deyişle net bir şekilde düşmanı belirleme ona göre en üst politik karardır.

Kendi döneminde faaliyette olan Milletler Cemiyeti'nin bu hakkı ulus devletlerden alıp bu kurum üzerinden "hegemon" olan devletlere savaş alma kararını verdiğini yazar.

Schmitt, karar alma anında ya da düşmanı belirleme hususunda insanlık kavramının arkasına sığınılarak tespit yapılmasına da karşı çıkar.

Bu noktada insanlık söylemini çok ağır eleştirir ve "Kim size insanlıktan bahsediyorsa sizi aldatıyordur" der. 

Bu kavramın emperyal faaliyetler için çok elverişli bir kavram olduğunu ve bunun da düşman eliyle araçsallaştırılarak politik birliğin tehdit edildiğini söyler.

Medeniyet, insanlık gibi kavramları emperyalistlerin kullandığını belirtir. Bundan dolayı bu tarz kavramların düşman tespitinde kullanılmaması gerektiğini düşünür.

Çünkü ona göre insanlık için mücadeleden bahsediliyorsa orada insan unsuru yoktur ve bizzat düşman insandır.

Günümüzde de ABD, 11 Eylül sonrası yaptığı operasyonları insanlık ve demokrasi adına yaptığını söylemesi buna örnek olarak gösterilebilir.
 

Resim3.jpg
Thomas Hobbes, Leviathan

 

Bu yazdığım konular bağlamında Schmitt'in buraya kadar olan düşüncelerini toparlayacak olursam; Schmitt siyasal muhafazakarlığı ve anti-liberal duruşu ile karşımıza çıkmaktadır.

Siyasal muhafazakâr olmakla beraber insana dair tedirgin ve karamsar bir dünya görüşüne sahiptir. İnsanı güvenilmez bir kategori olarak kabul eder, kötü ve tehlikeli bulur.

Bunu da düşünsel kaynak olarak beslendiği Makyavelli ve Hobbes temelinde incelediğimizde bu sonuç bizi şaşırtmayacaktır.

Üzerinde durmamız gereken ikinci bir temel nokta ise anti-liberal duruşudur. Schmitt'e göre liberal bir politika olamaz ancak olabilecek olan politikanın "liberal" eleştirisidir.

Bu ise oksimoron bir durumdur. Açmamız gerekirse hem politik hem de liberal bir durum olamayacağını düşünür.

Liberalizm maskesi altında bir depolitizasyon sürecinin yaşandığını ve liberallerin siyaset yaptıkları halde yapmıyormuş gibi davranmalarını temel alarak liberalizme eleştirilerini yöneltir.

Diğer yazıda da belirttiğim üzere çok fazla liberal karşıtlığı vardır, ki Marx'ı bile ideal devlet noktasında liberallerle aynı noktada buluştuğunu söyleyerek yeteri kadar anti-liberal olmamakla suçlar.

Bu meseleyi burada sonlandırdıktan sonra Schmitt'in bir diğer kitabı "Siyasi İlahiyat"taki düşüncelerine geçebiliriz.
 

Resim4.jpg
Fotoğraf: Snopes.com

 

"Siyasi İlahiyat"

Schmitt, "Siyasal Kavramı" kitabına, "Siyasal, devletten önce gelir'' cümlesi ile başlarken, "Siyasi İlahiyat" kitabına ise "Egemen olağanüstü hale karar verendir'' cümlesi ile başlar.

Bu giriş cümlelerinden baktığımız zaman her iki kitabın üzerinde durduğu temel kavramları görebiliriz.

Schmitt, Siyasal Kavramı kitabında siyasal olana yoğunlaşırken, Siyasal İlahiyat kitabında ise belirlediği "siyasal alanda" etkin olacak "egemen" üzerine odaklanır.

Schmitt, "egemen"in ne olduğu üzerine felsefi bir tartışma içerisine girmez. Egemenliğe somut bir şekilde yaklaşır.

Çünkü ona göre egemenlik, her şey yolunda giderken anlaşılabilecek bir durum değildir ancak olağandışı bir durum oluşursa o sırada "egemen" olan ortaya çıkar. Bu olağandışılık da kriz durumudur.

Krizin ortaya çıkması da subjektiftir. Bu bağlamda nesnel herhangi bir kriz yoktur. "Egemen" olan kriz vardır, kararı alırsa kendi nesnel krizini ortaya koymuş olur. 

Kriz ilan edilerek ya da olağanüstü hâl ortaya çıkacağı zamanlarda egemenlik bariz şekilde ortaya çıkar yani "egemen" olan olağandışı durumlarda var olan, bunu ilan eden, olağandışı durumu yaratan ve bu olağan-dışılığa karar verendir.

"Egemen" özellikle istisnai durumun anına ve bu istisnai duruma karar verendir. 

Schmitt'in bahsettiği en üst karar, kriz anında alınan savaş kararıdır. İstisnai durum kararı için herhangi bir norm da yoktur.

Bu, sadece egemenin vereceği bir karardır ve bu karar müzakere ile alınmaz.

Müzakere ile hakikate ulaşılmaz, ona göre -politik olanın- hakikatle de işi yoktur. Bu durum dinin ve ahlâkın alanıdır.

Dolayısıyla müzakereye de gerek yoktur, "eğer illaki bir şey müzakere edilecekse müzakerenin kendisi müzakere edilmelidir" der.

Bir başka deyişle, tartışmanın kendisini tartışmaya açmayı teklif eder. Karar almak için yasaların da çok az şey söylediğini söyler.

Çünkü o yasayı koyan irade aynı yasayı askıya da alabilir. Bundan dolayı egemenliğe soyut bir kavram olarak değil pratik bir uygulama olarak yaklaşır.
 

Resim5.jpg
Jean Bodin (1530-1596)

 

Bütün her şeye karar veren "egemen" olanın sorumluluğu hiç yok mudur?

Schmitt, bu noktada bir başka düşünsel kaynağı olan Jean Bodin'e gider.

16'ncı yüzyılda yaşayan Fransız düşünür Bodin, şöyle der:

Egemen olanın ancak olağan durumlarda yönetilenlere karşı sorumluluğu vardır.


Her şey yolundayken egemenin sorumlulukları olduğunu dile getirir. Ama olağandışı bir durum oluşursa ve siyasi varoluş mücadelesi ortaya çıkarsa o anda tebaaya karşı sorumluluğun da bittiğini söyler. 

Bu durumlarda ise siyasi birlik korunmaya çalışılmalı öncelikli durum yine bu olmalıdır. Schmitt, Bodin'in bu düşüncelerine de katılır. Bu olağandışı durumlar tarihte yaşanmıştır ve anayasalarda da yer almıştır.

1814 tarihli Fransa Anayasası'nın 14.maddesi, 1876 tarihli Kanuni Esasi'nin 113. maddesi ve Schmitt'in liberal, apolitik bir anayasa olarak gördüğü Weimar Anayasası'nın da 48'nci maddesi olağandışı durumda devlet başkanının gerekirse anayasayı askıya alma yetkisi verir.

Peki Almanya'da bu yetkiyi bir devlet başkanı mı kullanmıştır?

Hayır, bir tür darbe ile başa gelen Adolf Hitler, bu maddenin verdiği yetkiyi kullanmıştır.

Kimse de onu durduramadığı için bunu uygulatan kişi olarak Adolf Hitler, egemen olmuştur.

Bunu ilan etmesindeki tek norm, egemenin zihninde varoluşsal bir tehdit varsa kriz anını ilan eder ve bu noktada uygulamaya geçer.


Schmitt'e göre hukuk iki başlık altında toplanabilir. Yasaların verdiği yetkiler vardır, bir de karar alma mekanizması vardır.

Karar almayı da normun üstünde kabul eder. Bu da bir istisna durumu oluşturur.

Sonuç olarak ona göre "istisna kaideyi bozar." Çünkü devlet egemenliğinin esası Schmitt'e göre karar alma tekeline sahip olmasıdır.

Ondan önce de Weimar Anayasası'nın komisyonunda görev yapan ve Versay Anlaşması'nda da Almanya temsilcisi olan M. Weber ise devleti, şiddet tekelini elinde bulunduran güç olarak tanımlamıştır.

Schmitt, devlet kavramının tanımını böylece daha genişletmiştir. Schmitt'in ilgili kitapta, modern devlet teorisinin ve kavramlarının ilahiyat kavramlarından oluştuğu iddiası temel argümanıdır.

Kavramlar, seküler formda tekrar üretilmiş, dönüşerek bugüne transfer edilmiştir.

Tanrı devletinden modern devlete, mucizeden olağanüstü duruma gelindiğini söyler.

Bunu Freudyen bir okumayla ‘bastırılmışın geri dönüşü' olarak da okuyabiliriz.

***

Ek olarak kısa bir şekilde mucizenin etimolojik kökeni üzerinde durmak istiyorum. Arapça kökenli bir kelime olan mucize "acz" kökünden gelir. Aciz bırakma, aciz kılma, güçsüz bırakma anlamlarına gelir.

Tanrı devletinde mucizeyi gören kişi onun karşısında aciz kalır. Schmitt, olağanüstü hali gören kişi de modern devlette aciz kalacağını söylemektedir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU