Şlomo Ben Ami.
Eski İsrail Dışişleri Bakanı...
Emeritus Profesör.
2000-2001 arasında İsrail'in Dışişleri'nin bir numarasıydı.
Dönemin Başbakanı Ehud Barak ve Yaser Arafat Camp David'de bir araya gelmiş, tarihsel fotoğraflar tarihsel başarıyla sonuçlanmadı.
Zirve, Filistinliler ile İsrail arasındaki güvenilmezlik tezlerinin artırmasına neden oldu.
Birkaç ay sonra Likud Partisi lideri Ariel Şaron, yüzlerce polis eşliğinde Mescid-i Aksa'ya girdi.
Sonra "İkinci İntifada" başladı.
Bir ay sonra Şarm El-Şeyh'deki zirvede barış görüşmelerine devam için bir mutabakat metni imzalandı ama bu da işe yaramadı.
Sonrası malum...
İsrail'de erken seçim, Barak'ın düşüşü, Şaron'un ezici iktidarı...
Ve o zamandan bu zamana rotası hep siyasetin sağında seyreden bir İsrail.
Şlomo Ben Ami, bir dönem yürüttüğü dışişleri bakanlığının yanı sıra Filistin meselesinin tarihsel, siyasi ve insani boyutlarını anlamaya çalışan bir akademisyen.
Daha önce defalarca meselenin çözümü için tarihsel ve dini hassasiyetlere saygı gösterilmesi gerektiğini vurgulamış, Kudüs'ün statüsü, Yahudi yerleşimleri, mültecilerin dönüşü gibi konularda tarafların uzlaşmaya varması gerektiğini dile getirmiş, Filistin içindeki bölünmüşlüğün giderilmesi gerektiğini, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Hamas arasındaki anlaşmazlıkların sona erdirilmesinin önemine dikkat çekmişti.
Ben Ami, bununla birlikte İsrail içindeki siyasi değişimin şart olduğunu, ülkesindeki sağcı ve milliyetçi partilerinin İsrail toplumunu kutuplaştırdığını dile getirmişti.
Peki bugün için ne diyor?
İsrail'in Gazze Şeridi'nde yönelik bombardımanları, can kayıpları ve katliamları için ne düşünüyor?
Hamas'ın 7 Ekim'de sivillere saldırısının ardından rehineler ve mevcut durumu nasıl değerlendiriyor?
Tüm bu yaşananlarda İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun nasıl bir sorumluluğu var?
Dahası İsrail'de de halk desteği iyice düşen siyasetçinin politik geleceği için ne düşünüyor?
Bir yandan halk Netanyahu'nun evinin önüne gidip "Katil Bibi!" sloganları atarken, ateşkes ihtimalini mi daha güçlü buluyor yoksa kara harekatını mı?
İran'ın tavrına, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son açıklamalarına ne diyor?
Hepsini konuştum, cevaplar dikkat çekici.
"Ulus devlet kavramı Hamas felsefesinin bir parçası olmadı"
Bir yandan Filistin meselesinin tarihi, siyasi ve insani yönlerini anlamaya çalışan, ulusal haklarını ve acılarını kabul eden bir İsraillisiniz. Filistinlilere sempatinizi gizlemiyorsunuz. Diğer yanda İsrail'in güvenliği ve var oluşuyla ilgili endişelere sahip bir politikacısınız. Tüm bu bağlamda Hamas'ın 7 Ekim'deki Aksa Tufanı Operasyonu ve İsrail'in verdiği sert karşılığı, saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sanırım çatışmaya yönelik siyasi çözüm fikrinden haberdarsınız. Bunun Hamas'ın hedeflerinde en üst sıralarda yer aldığından emin değilim. Hamas, Siyonist varlığı pratikte yok etme mücadelesini dini açıdan yürütüyor. Hiçbir zaman siyasi çözümün parçası olmadılar.
Hiçbir zaman siyasi çözümün parçasıymış gibi davranmadılar. Filistin ulus devleti kavramının, sizin anlayacağınız şekilde bir Türk ulus devleti ya da İran ulus devleti kavramının, Hamas felsefesinin bir parçası olmadığı kanaatindeyim. Düşüncem bu yönde.
"Aslında şu an yaşanan çatışma için hiçbir neden yok çünkü..."
Peki 7 Ekim'deki saldırının, operasyonun ardındaki amaç sizce neydi?
Bir dizi hedef aklıma geliyor. Biri caydırmak ya da durdurmak. İbrahim Barış Anlaşmaları'nın genişletilmesini engellemek. Çünkü herkes Suudilerin buna katılma olasılığından bahsediyordu. Ayrıca Filistin Kurtuluş Örgütü ile Hamas arasında Filistin ulusal hareketi üzerine dair, hegemonya konusunda uzun süredir devam eden mücadele var. Hareketin gerçek lideri kim? Sorulardan biri bu. Elbette bir de İslam'ın kutsal mekanları sorunu var. İsrail'deki mevcut hükümet Müslümanların hassasiyetleri konusunda aynı hassasiyet ve dikkate sahip değildi. Bakın, bu İsrail tarihindeki en aşırıcı hükümettir. Netanyahu hükümeti İslam'ın kutsal tarafları sorununa özellikle duyarlı değildi. Statükoyu gerçekten değiştirdikleri söylenemez ama hükümetten çok sayıda saldırgan söylem çıktığını biliyoruz. Yani bu bir bütündür. Tüm bunları "hedefler" olarak tanımlayabiliriz. İsrail'de yaklaşık bin 400 sivilin katledilmesinin neden olduğu şoku biliyorsunuz. Tepkiyi tetikleyen şey buydu. Filistin otoritesini kenara itmek için Hamas'la bir savaşa girmeleri hükümetin çıkarına değildi.
Aslına bakarsanız şu anda yaşadığımız çatışma için hiçbir neden yok. Arap dünyasıyla ideal bir barış çağı koşullarına sahibiz. Filistin yönetimini çökertebilir ve tüm Arap dünyasıyla barış yapmaya çalışabiliriz. Aslında tüm pratik açılardan İsrail-Arap çatışmasının sona erdiğini söyleyebiliriz. Yani bir Arap devletiyle savaş yok. Eğer savaş olacaksa belki Arap olmayan bir devletle olur.
İran'ı mı kast ediyorsunuz?
Evet, İran ama dediğim gibi Araplarla değil... 7 Ekim katliamı olmasaydı kimse gerçekten bir savaş olasılığından bahsetmezdi...
İran'ın vekaleten değil, doğrudan savaşa katılma olasılığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yakın gelecekte böyle bir olasılığı değerlendirmiyorum. Bununla beraber bana göre bu durumu İranlılar yarattı. Belki de bu İsrail'in tepkisini de açıklamanın bir başka yoludur. İsrail'i çevreleyen jeopolitik haritaya bakarsanız İranlıların özenle bir halka oluşturduğunu görürsünüz. İran, İsrail'i vekil aktörlerle bir nevi kuşattı. Kuzeyde Hizbullah var, Suriye'de de Hizbullah var... Sadece Lübnan'da değil. Sadece diğer Şii milisler değil, Hamas ve İslami Cihad da var. Ayrıca Batı Şeria'daki, hatta Yemen ve Irak'taki gruplara da yardım ettiler. Yani bir bakıma İsrail, Arap devletleri tarafından değil İran'ın vekillerince kuşatılmıştı.
Bu aynı zamanda İsrail'in reaksiyonları açıklamanın da bir yolu olabilir. Eğer İsrail Hamas'ı durdurma veya Hamas'ı küçük düşürme, hatta belki de yenme becerisine sahip değilse, bu durum o zaman söz konusu halkadaki diğer güçleri cesaretlendirecek. Demeye çalıştığım bu durumun salt Filistin ile ilgili olmadığı, sadece Gazze ile ilgili olmadığını ama bunun çok ötesine geçen bir şey olduğunu/olabileceğini göreceğiz. İran katılsa da katılmasa da katılacak... İranlıların Hizbullah'a multi milyar dolarlık bir yatırım yaptığını düşünüyorum. Ve elbette bu yatırım aslında Filistin'in iyiliği için değil. Bu yatırımı saldırıya uğrayacaklarını düşündükleri için yaptılar.
"İran'ın gözünde Filistin sadece bir araçtır"
Hizbullah lideri Nasrallah Gazze Savaşı'nın başından bu yana geçen hafta ilk kez konuştu. "Her şey masada" dedi özetle. Nasıl yorumlarsınız?
Her şeyin masada olduğunu söylerken İsrail'den, hatta bazen ABD'den gelen tehditleri de görürseniz, Irak'ın nükleerleşmesini durdurmanın da hiçbir yolunu göz ardı etmemek gerekir. Esasen bunun Hizbullah'ın stratejik hedefi olduğu kanaatindeyim. Filistin uğruna Hizbullah'ı yok etmezler veya yok etme riskini göze almazlar. İran'ın gözünde Filistin bir araçtır, bir cihazdır. Nasrallah ise konuşmasında tam bir bağlılıktan kaçındığını ve bunun olmadığını söylüyor.
Bu da dikkat çekici. İsrail'in askeri yeteneklerini bölündü. Çünkü Hamas'ın çoğu kuzeyde konuşlanmış durumda ve bildiğiniz gibi sınır boyunca çatışmalar ve hatta İsrail'in derinliklerinde füze ve roket saldırıları oluyor. Buraya kadar gideceklerini tahmin ediyorum, ama ötesine geçemezler. Demek istediğim, Ortadoğu her zaman Kartezyen mantığa yanıt vermiyordu ve daha geniş bir çatışma görmeyeceğinizi varsaymakta çok dikkatli davranırlardı. Bence Hizbullah'ı engelleyen sadece İsrail'in caydırıcılığı değil, aynı zamanda İran'ın daha geniş stratejik hesapları... Ve Amerikalıların bölgede savaştan bu yana görmediğimiz ölçekte kuvvet konuşlandırması... Irak ve Afganistan Savaşları'nı anımsayın. Çatışmanın genişlemesini şu ana kadar engelleyen esasen budur.
"Soykırım nitelemesi İsrail, Filistin halkının trajedisi üzerine inşa edildiği için kullanılıyor"
Hamas'ın İsrail'deki sivillere yönelik saldırıları için "katliam" tabirini kullandınız. Peki sizce Gazze'de olan ne? İsrail soykırım suçu işliyor mu? Aslına bakarsanız bu soruyu birçok kişiye yönelttik. Söz gelimi İsrailli akademisyen Prof. Dr. Raz Segal yaşananları "soykırım" olarak niteledi. Çatışma ve kriz bölgeleri konusunda uzmanlığa sahip Mukesh Kapila ise ortada büyük bir dram ve savaş suçu olduğunu ancak yaşananların soykırım olarak adlandırılamayacağını söyledi. Ben de şu hatırlatmayla sorumu yinelemek isterim. Save The Children'ın verilerine bakılıdığında Filistin'de son 3 haftada öldürülen çocuk sayısının, dünya genelindeki 2020, 2021 ve 2022'de yaşanan çatışmalarda, bir senede öldürülen çocuk sayısından daha fazla olduğu görülüyor. Siz bu çerçevede yaşananları nasıl nitelendiriyorsunuz?
Biliyorsunuz ben özür dileme işinde değilim. Ama açıklamaya çalışacağım. Öncelikle "soykırım" terimiyle açıklamaya çalışacağım. Belki bahsettiğiniz profesör benden çok daha fazla uzmanlığa sahiptir. Ama soykırım kelimesinin düzenli olarak İsrail ile Filistin arasındaki çatışmalar için kullanıldığını ancak diğer çatışmalarda kullanılmadığını görüyorum. Sanırım bunun nedenini de kestirebiliyorum. Ama öncesinde size bazı örnekler vereceğim.
Mesala hiç Amerikalıların Irak'ta soykırım yapıp yapmadığını konuştuk mu? Emin değilim... Peki ya BM verilerine göre yüzde 60'ı savaştan doğrudan veya dolaylı olarak etkilenen siviller başta olmak üzere 400 bin kişinin öldüğü Yemen'de yaşananlardan ve yaşanmaya devam edenlerden hiç bahsettik mi? Hiç soykırım teriminin kullanıldığını duydunuz mu? Trafalgar Meydanı ve Piccadilly'de bunlarla ilgili protestolar görmedim. Bakın, İsrail-Filistin çatışmasında çok özel bir şey var. Bu sebeple hemen bu holokostik veya soykırım metaforlarını uygulamaya başvuruyoruz. Bunun nedeni benim için de bazen bir gizemden ibaret ama aynı zamanda bir cevap da gerektiriyor. Savaş alanının artık savaşların olmadığını, günümüzü değiştirdiğini hepimiz biliyoruz. Bahmut'ta, Ukrayna'da gördünüz değil mi? Putin'in büyük şehirleri işgalinde binlerce insan öldürüldü. Mariupol yerle bir edildi. Kimse soykırımdan bahsetmedi. Konu İsrail'e gelince "Bum!". "Soykırım var". Ben bu durumu dilin fuhuşu olduğunu düşünüyorum. Belki Yemen'de yaşananları soykırım çerçevesinden anlatan akademik çalışmalar vardır. Bilmiyorum. Ancak şurası açık ki; bu kamusal söylemin bir parçası değildir. BM Genel Sekreteri'nin Yemen'den bahsederken kullandığı bir şey değil soykırım ifadesi. Bence İsrail, Filistin, belki de çatışmanın doğasından ve İsrail'in işin içinde olmasından dolayı, Yahudiler de işin içinde. Ve Yahudiler yıllardır soykırım politikalarının kurbanı oluyorlar. Tüm Yahudilerin tarih boyunca size yaptıklarını söylediğiniz şeyleri şimdi yaptığını söyleyerek bir nevi geri dönme eğilimini yaratan da bu. Ama Hamas yeraltında, hastanelerin ve sivil tesislerin altında konuşlandırıldığında onunla savaşmanın en iyi yolunun ne olduğunu gerçekten bilmiyorum. Askeri düşünür ve askeri stratejistlerin ne yapması gerekiyor? Elbette savaş suçlarının eşiğinde, yakalanması zor bir düşmanla savaşmak güç. Bugün bir zamanlar olduğu gibi artık çölde zarif manevralar yok, biliyorsunuz. Bu dönem bitti. Bugün, yani çağ budur. Özellikle vurgulamak isterim ki; bu stratejiyi tasvip etmeye filan çalışmıyorum.
Hükümette olsaydınız ne yapardınız?
O durumda olsam ne yapardım bilmiyorum. Ama sorun şu ki; İsrail'i dışlama eğilimi var. Bununla beraber gerçekten de Filistinliler İsrail devletinin kurulmasından ötürü acı çektiler. Bunu inkar edecek değilim. Demek istediğim, bu mülteciliğin mirasının yani yerinden edilme geçmişinin olduğu gerçeğidir. Bu bir gerçek, inkar edemem! İsrail, Filistin halkının trajedisi üzerine inşa edildi. Dolayısıyla soykırım kelimesinin kullanılmasının tetikleyicilerinden biri belki de budur. Ama bence bu "soykırım" tanımı bir şekilde özellikle İsrail'e uygulanıyor, diğerlerine ise uygulanmıyor.
"Bugün gördüğünüz Netanyahu'nun bölgesel stratejisinin çöküşüdür"
Başbakan Netanyahu ile devam edelim. Hakkında yeni bir kamuoyu araştırması var. Her 10 İsrailliden 8'i Netanyahu'nun istifasını istiyor. Netanyahu'nun İsrail'i, demokrasiyi ve onunla birlikte barışı sabote ettiği söylenebilir mi? Ha, bir de siyasi geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Daha yüksek oranda reddedilme rakamlarımızın olmamasına şaşırdım doğrusu! Netanyahu, Filistin stratejisinde başarısız oldu. Filistin Yönetimini bir kenara itti,ılımlıları bir kenara itti. Bugün gördüğünüz şey Netanyahu'nun bölgesel stratejisinin çöküşüdür, işte olan budur. Hem stratejik hem de taktiksel olarak başarısız oldu, stratejisi bir işe yaramadı. Taktiksel olarak onun stratejik hataları nedeniyle de şaşırdık.
Netanyahu ve koalisyonu İsrail'in tüm dikkatini Batı Şeria'ya kaydırmıştı. Ve burası, biz gafil avlandığımızda muhtemelen düzenli ordunun çoğunun konuşlandırıldığı yer. Yani tüm bunlar bile başlı başına Netanyahu'nun gitmesi için yeterli nedenlerdir. Ama Netanyahu başka yönlerden de başarısız oldu. İsrail demokrasisine yargı yoluyla sunduğu zorluklardan bahsettiniz. Merkez siyasette konumlanan İsraillilerin veya liberal İsraillilerin kendisine karşı çıkışının bir başka nedeni de buydu. Ardından kariyerini İran'ın nükleer yeteneklerinin engellenmesi üzerine yaptığı diğer konular... Ve bu nedenle İran yine nükleer bir devlet olmanın eşiğinde... Bu da başka büyük bir başarısızlıktı. Dolayısıyla kamuoyu anketinin sonuçları benim için hala şaşırtıcı. Ben, Netanyahu'nun gitmesini istiyorum.
"Çözüm Filistin otoritesinin egemenliğini Gazze'ye de yayması"
17 Haziran 2022'de Project-Syndicate için kaleme aldığınız yazıda şöyle diyorsunuz: "İsrail'in Filistin topraklarını işgal etmeye başladığı 55 yıl sonra, bir çıkış yolu düşünmek daha zor hale gelmiştir. Her iki tarafın da liderlerinin vizyonerleri tarafından atılan iki devletli çözümün tohumları kök salamamıştır. Geriye kalan şey, çatışmanın çözümsüzlüğünü kabullenmek gibi ölümcül bir durumdur. İşgal altındakiler ve işgalciler için gelecek karanlık görünüyor" Şu andaki tabloya baktığınızda geleceği nasıl yorumluyorsunuz?
Biliyorsunuz, BM Genel Sekreteri António Guterres, Gazze'deki trajediden bahsettiğinde bu şüphesiz bir boşluk içinde gerçekleşmemişti. Elbette Filistin halkının bastırılmasından bahsediyordu. Ancak sorunuzla ilgili başka bir yön daha var. Biliyorsunuz yıllar boyunca Filistin liderliğinin tarihsel konjonktürleri siyasi fırsatlara dönüştürdüğünü gördük. Bu durum da İsrail'deki radikal sağ ve fundamentalist sağın yükselişine ivme kazandırdı.
Biliyorsunuz ben hükümetteyken (2000-2001) Filistinlilere çözüm teklif etmiştik. Hiçbir zaman mükemmel bir çözüm olmadı. Ama o zamanın Washington'daki Suudi Büyükelçisi Bender bin Sultan tarafından reddedilmişti. Çok net hatırlıyorum, Bender bin Sultan, New Yorker'a verdiği bir röportajda Filistinlilerin barış teklifimizi reddetmesini Filistin halkı ve Arap ulusuna karşı işlenmiş bir suç olarak kınamıştı. Yine tarihten bir örnek vereyim. Yaser Arafat'ın kabinesinde, barış müzakerelerine katılan bir bakan vardı: Nabil Amr. Temmuz 2004'te Ramallah'taki evinin penceresinden Arafat'ın adamları tarafından vurulduktan sonra bacağı kesildi. Daha sonra 2008'de Mahmud Abbas'a bir dizi teklifte bulunuldu ve bu teklifler de reddedildi. Filistinli baş müzakereci Saeb Erekat'ın 2009'da Ürdün'deki bir gazeteye verdiği röportajda söylediklerini size referans verebilirim: "Camp David'de bize toprakların yüzde 90'ından fazlasını teklif ettiler. Olmert bize yüzde 100 ve daha fazlasını veriyor. Bize yapılan onca haksızlıktan sonra mı?" Kuşkusuz adaletsizlik konusunda haklıydı ama uluslarının önüne asla gelmeyecek hayali bir anlaşmayı bekleyeceğine dair inancında da suç teşkil edecek derecede bir yanılgı içindeydi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bence Guterres bu çatışmayı ya da bu savaşı üreten boşluktan bahsederken, tüm bu bahsettiklerimi de söz konusu çerçeveye bir parça olarak ilave edilip ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Zaten bunun bir kısmı da daha evvel de değindiğim gibi, Filistin halkına uygulanan baskıdır. Bilhassa şunu vurgulamak istiyorum. Bunu inkar etmeye çalışmıyorum ama aynı zamanda Filistin reddiyeciliğinin de bir boşluk yarattığını hala aklımda tutuyorum. Ve İsrailliler Filistinlilerin ne istediğini sormakta haklılar mı? Olaya sadece liderlerin değil, ortalama bir İsraillinin bakış açısından da bakın. Çünkü ortalama bir İsrailli, eğer iki devletli çözümün müzakere edilmesini istiyorsa politikacılara destek vermesi gereken kişidir. Ortalama bir İsrailli size bunu ve burada neler olup bittiğini anlatacaktır. Ne zaman Arap topraklarından çekilsek füzeler alıyoruz. Lübnan'dan ayrıldığımızda ben hükümetteydim ve bunu BM ekibiyle birlikte yaptık. Son milimetreye kadar uluslararası sınıra çekilmemiz için BM ekibi bize eşlik etti. Peki neden Hizbullah'tan hala füzeler geliyor? 2005'te dönemin başbakanı Ariel Şaron Gazze'den çekildi. Neden? Allah aşkına Gazze'yle bir çatışmamız var. Yani algının bu olduğunu düşünüyorum. Elbette algıya daha fazla nüans katabilirsiniz, gerçeklik benim anlattığımdan da farklı olabilir. Bir Filistinliye sorarsanız size farklı bir bakış açısı sunacaktır sanırım. Ama ben bunu İsraillilerin gördüğü şekilde görmeye çalışıyorum. Herkesin iyiliği için atılacak en acil adım Filistinliler de dahil, Filistin otoritesinin egemenliğini Gazze Şeridi'ne de yaymasıdır. Daha sonra Oslo Anlaşması'nın aşamalarına geri dönebilir, bu sayede yavaş yavaş Batı Şeria'nın bazı kısımlarından da çekilmeye başlayabiliriz. Oslo Anlaşması'na göre bu hem Batı Şeria'yı hem de Gazze Şeridi'ni etkili bir şekilde kontrol edebilmesi için Filistin Yönetimi'ne mali ve güvenlik yeteneklerinin aktarılmasını gerektiriyor. Belki de bu Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi bölgesel güçlerin, Filistin Yönetimi'nin sorumluluğuna böyle bir geçişi denetlemeye yardımcı olacak bölgesel bir yetki almasını gerektirebilir. Bu yüzden şu anda daha küçük adımlarla düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum. Geçmişte üzerinde çalıştığımız iki devletli çözüm fikrini kişisel olarak görmüyorum. Açıkça söylemek gerekirse tarihin bize İsrail'in boşaltılan topraklar üzerindeki güvenlik kontrolünü kaybetmesiyle ilgili anlattıklarından dolayı bunun şu anda gerçekleşeceğini düşünmüyorum.
"İsrail'in Hamas'ı tamamen yok edeceğine inanmıyorum"
Ufukta ateşkes mi görüyorsunuz yoksa bu savaş uzayıp şiddetlenmeye devam mı edecek?
Açıkçası bazı açılardan İsraillilerin zaferine inanmıyorum. Hamas'ı tamamen yok etmeniz anlamındaki zaferden bahsediyorum. Bu, belki bir ay sürecek uzun bir savaş gerektirecek. Amerikalıların İsrail'in devam etmesine izin verecek kapasiteye veya istekliliğe sahip olacağından emin değilim. Zaten Amerikalılarla bir miktar sürtüşme ve/ya gerginlik görebiliyorum. Ancak İsrail saldırısında gördüğüm temel sorunun siyasi bir amacının olmaması. Evet, siyasi bir amaç göremiyorum.
Biliyorsunuz yüzyıllar önce yaşamış Çinli düşünür Sun Tzu, stratejisi olmayan taktiklerin gelen yenilginin gürültüsü olduğunu söylerdi. Yani bir stratejinin olmayışının temelde politik olduğunu görüşündeyim. Hamas'ın yenilip yenilmemesinin pek önemli olduğunu düşünmüyorum. İsrail'in şu anda bir stratejisi, siyasi bir hedefi, siyasi bir nihai oyunu yok ve bu büyük bir kusurdur.
"Erdoğan'a karşı eleştiri korosuna katılmıyorum"
Son soru. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Netanyahu'nun artık konuşabilecekleri bir kişi olmadığını söyledi. Ankara'nın süreçteki tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye'nin Hamas'la yakınlığını ve Filistin sorununa her zaman çok duyarlı olduğunu biliiyorum. Şahsen Türkiye ile ilişkilerimizi yeniden sıfırlayabileceğimizi umuyorum. Türkiye sadece Ortadoğu'da değil, ötesinde de son derece önemli bir güç. Ukrayna savaşına dair de parlak bir strateji yürüttüğünü düşünüyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ile diyalog kapasitesini kaybetmeden Ukraynalılara yardım edebildi, bu gerçekleşti. NATO'da başka hiç kimse bunu yapabilecek bir sermayeye sahip olmadı.
Erdoğan'a yönelik eleştiri korosuna katılacak biri değilim. Türkiye'nin önemli bir güç olmaya devam ettiği kanaatindeyim. Erdoğan ve Türkiye göz ardı edilmemesi gereken bir güçtür. Evet, Erdoğan ile kişisel olarak iniş ve çıkışlar yaşadık. Sonuçta şu an için Erdoğan Türkiye'dir ve bence İsrail'in saldırısı ile alakalı İsrail'i diğer eleştirenlerden daha fazla eleştirmemiştir. Bu nedenle İsrail'in Türk Hükümeti ile iletişim ve işbirliği kanalını koruma konusunda elinden gelenin en iyisini yapması gerektiğini düşünüyorum. Bunun nedenlerinden biri de Türkiye'nin Hamas üzerinde oldukça fazla kaldıracı olması. Farklı konularda Hamas ile iletişim kurabilme ve işbirliği yapma konusunda bir aracı olarak hareket etme yeteneğine sahip Türkiye. Bu nedenlerle bir kez daha tekrarlamalıyım ki; Erdoğan'a karşı eleştiri korosuna katılacağımı düşünmüyorum.
© The Independentturkish